Arapça bir kelime olan kurban, sözlükte “yaklaşmak, yakın olmak, Allah’a yakınlık sağlamak ve onun hoşnutluğunu kazanmak için sunulan şey” anlamlarına gelmektedir.
İbadet amacıyla belirli bir vakitte, belirli özellikleri bulunan bir hayvanı belli bir yöntemle boğazlamaktır. Bu tanım bazı ilmihâl kitaplarında “hayvan-ı mahsusu, vakt-i mahsusta ibadet niyetiyle kesmektir” şeklinde yerleşmiştir.
Tanımda geçen “belirli vakit”ten kasıt, kurban bayramının ilk üç günüdür. Bu kesim günlerine dinî metinlerde eyyâmu’n-nahr da denir.
Belirli özellikleri bulunan hayvandan maksat ,koyun-keçi, sığır, manda ve deve türleridir.
Bu ibadetle mükellef olmak için aranan şartları taşıyan kimselerin kurban bayramında kurban kesmesi, Hanefî mezhebindeki hâkim görüşe göre vacip iken, diğer mezheplerin çoğunluğuna göre müekked/kuvvetli sünnettir.
Farklı yaklaşımlara rağmen bütün mezhepler, kurbanın son derece önemli bir ibadet olduğunu vurgulamaktan geri durmamışlardır. Ona sünnet-i müekkede diyenler de bunun herhangi bir sünnet gibi algılanmaması gerektiğini, dolayısıyla terk etmenin hoş karşılanmayacağını belirtmişlerdir. Hatta bu duyarlılığı ifade etmek için bazı müctehitler, kurban kesmenin “vacip bir sünnet” olduğunu söyleyerek ilginç bir hüküm terimi de geliştirmişlerdir.
Hanefîlere göre kurban ibadetiyle yükümlü olmak için beş şartın var olması gerekmektedir:
Yolcu olanlar üzerinde kurban kesmek yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bununla birlikte şartları uygun olanlar veya bir şekilde imkân bulabilenler seferî iken de bu önemli ibadeti edâ edebilirler.
Kişinin borçlarından ve aslî ihtiyaçlarından başka nisap miktarına ulaşan bir malî değere, daha somut ifadesiyle en az 20 miskal (85 gr.) altın veya bunun değerine denk bir paraya ya da mala sahip olması, o kişinin dinen zengin olduğu anlamına gelir, bu ölçüde bir mal varlığı olan kimse, diğer şartları da tamamlıyorsa kurban kesmek ile sorumlu olur.
Daha önce yokken kurban bayramının ilk üç gününde yukarıdaki nisab değerine ulaşan bir mala sahip olanlar, o günler içinde kurban kesmekle mükellef olurlar.
Üzerinden yıl geçmemiş böyle bir nisap, nisab-ı istiğna yani ihtiyaçsızlık ölçüsü olarak isimlendirilmiş.
Kurban ibadetinin geçerli olabilmesi için hayvanlarda hem türü, hem yaşı ve niteliği, hem de kesimi yönüyle aranan şartlara sıhhat şartları denir.
Kur’ân-ı Kerim’de bu ibadete konu olabilecek hayvanlar behîmetü’l-en‘âm olarak belirlenmiştir. En‘âm sınıfından hayvanlar ; koyun, keçi, sığır, manda ve deve türlerini beraberce ifade etmek için kullanılmıştır. Horoz, kaz, ördek ve benzeri evcil hayvanlar ile yaban sığırı, geyik, ceylan ve benzeri yabani hayvanlar kurban edilemezler.
Koyun ve keçiler bir yaşını, sığır ve mandalar iki yaşını, develer ise beş yaşını doldurduktan sonra kurban edilebilirler.
Kurbanlık hayvanların erkeği ile dişisi arasında bir fark yoktur. Bazı rivayetlere dayanarak koyun türünde erkeği; keçi de dâhil diğer türlerde ise dişileri efdal sayılmıştır.
Küçükbaş hayvanlar sadece bir kişi için kurban edilebilirken, büyükbaş denen sığır, manda ve deve yedi kişiye kadar ortaklaşa kesilebilir. Ortaklaşa kurban kesebilmek için ;
Satın alınan veya evde beslenen kurbanlığın çalınması, kaybolması ya da ölmesi durumunda, kurban yükümlüsü yani zengin olan kimse yeni bir hayvan alıp onu kesmek zorundadır.
Kurban etmek niyetiyle alınan bir hayvanın daha sonra satımı, Ebû Hanîfe’ye göre, mekruh olmakla yani çok hoş görülmemekle birlikte câiz ve meşru sayılmıştır.
Kurban olmayı engelleyen kusurları Hz. Peygamber (sav) genel bir çerçeveyle şöyle belirlemiştir: “ Şu dört hayvanın kurban olması câiz değildir: Körlüğü açıkça belli olan, hastalığı görünür olan, apaçık topallığı olan ve iliği kurumuşçasına düşkün olan. ” (Ebû Dâvûd, “Edâhî”, 6; Tirmizî, “Edâhî”, 5).
Şu ayıplardan birisi bulunan hayvanların kurban olamayacağını belirtmişlerdi :
Bulaşıcı ya da insanlara zararlı hastalığı olan hayvanların da kurban olamayacağı belirtilmelidir.
Hayvanın şaşı, uyuz, deli veya aksak olması, kulaklarının delinmiş veya enine yarılmış olması, boynuzsuz veya boynuzunun biraz kırık olması, iğdiş edilmiş olması, dişlerinin az bir kısmının dökülmüş olması, onun kurban edilmesine engel değildir.
Engel sayılan kusurlar, kurbanlık alındıktan sonra meydana gelirse veya alındıktan sonra farkedilirse sahibinin zengin olup olmamasına göre ne yapılacağı değişmektedir.
Kurban, eyyâm-ı nahr denen kurban bayramının ilk üç gününde kesilir. Şâfiî mezhebine göre dördüncü gün de buna dâhildir. Kesim işlemi bayram namazının kılındığı yerlerde bu namazın ardından başlar. Kesim vakti üçüncü (Şâfiîlere göre dördüncü) günün akşam namazı vaktinin girmesiyle birlikte sona erer.
Kurban kesmesi kendisine vacip olan kimse, kurbanını bu vakitler içinde kesmemişse aldığı hayvanın kendisini, eğer almamışsa bir kurbanlık bedelini fakirlere dağıtır.
Dinî literatürde tezkiye diye isimlendirilen kurban kesimi şöyle yapılır:
Kurbanlık hayvan, ayakları ve başı kıbleye gelecek biçimde sol yanı üzerine yatırılır. Eğer sahibi kesmiyorsa hem o hem de bizzat kesen “ Bismillâhi Allahu ekber ” diyerek Allah’ın adını anarlar.
Normali bu olduğu ve serbest ortamlarda böyle yapıldığı için kesimin bu şekline ihtiyarî kesim denmiştir. Zorunluluk halinde başvurulabileceği için bu tür işlemlere ızdırârî kesim denmiştir.
Kesimin sahibi tarafından yerine getirilemediği durumlarda vekâlet ile kesim yapılır.
Ehl-i kitap yani Yahudi ve Hristiyan olan bir kimsenin kestiği de yenir. Fakat bu durumda kesim işlemini yapan gayri müslimin de mutlaka Allah’ın adını anması gerekir. Yine de bunun takibi zor olduğu için gayri müslimlere kurban kestirmek ilkesel düzeyde mekruh sayılmıştır.
Kurban etlerinin üçte biri eve ayrılır, üçte biri eşe-dosta, akraba ve komşuya ikram edilir, kalan üçte biri de kurban kesemeyen fakirlere dağıtılır , ancak bu zorunlu değildir. Bu bağlamda mesela, kurban kesilen ev halkı kalabalık olur veya ihtiyaç hâsıl olursa etin daha azının dağıtılması hatta hiç dağıtılmayıp tamamının evde bırakılması da câiz görülmüştür.
Kişi kendi kurbanının etini, diğer unsurlarını ve derisini kendi hesabına satamaz. Satacak olursa parasını yoksullara vermek zorundadır.
Kurban eti ve diğer parçaları satılamadığı gibi onlardan kasap ücreti de verilemez. Ciğer, yürek, böbrek, bağırsak, iç yağı, baş, bacak ve benzeri parçalar da tıpkı eti gibidir. Deri de aynı hükümlere tabidir.
Vasiyeti olmadıkça ölmüş bir kişi adına kurban kesilmesi doğru bulunmamıştır.
Kurban kesmek yerine parasını veya canlı olarak kendisini bir fakire ya da hayır kurumuna bağışlayarak bu ibadet yerine getirilemez.
Pazarlık câizdir, vadeli satışı yapılabilir, faize bulaşmamak kaydıyla ödemesi kredi kartı ile yapılabilir. Birim fiyatının belirlenmesi şartıyla canlı kilo veya karkas et kilo olarak satılması da câizdir.
Kurbanı bizzat almak, kesiminde bulunmak, etini ikram edip paylaşmak hem Hz. İbrahim ve İsmail’in içten adanmışlığını daha yakından hatırlatacak hem de dayanışma ruhunu daha hissedilir olarak yaşatacaktır.
Kurban kesildikten sonra kurban namazı adıyla herhangi bir namaz kılınmaz. Kesilen kurbanın kanının alına veya yüze sürülmesi de doğru değildir.
Fıkıh kitaplarında nezr (çoğulu: nüzûr) terimiyle anlatılan adak, dinen yükümlü olunmadığı halde, Yüce Allah’a farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapma sözü vermektir.
Hanefîler Allah’a itaat ve yakınlaşma amacı taşıyan ibadetlerin nezredilmesini mubah saymışlardır , Şâfiîler ve diğer mezhepler, adakta bulunmanın mekruh olduğunu kabul etmişlerdir.
Kur’ân gerekse Sünnette adakta bulunulmasını tavsiye eden açık bir hüküm yoktur.
İster şarta bağlansın isterse bağlanmasın adakta bulunduktan sonra onu yerine getirmenin bir vecibe olduğu unutulmamalıdır.
Adakta bulunan kimsede de aranmıştır:
Adak konusunda aranan şartlar ise şunlardır:
Adak bir şarta bağlı olup olmaması açısından ikiye ayrılır:
Herhangi bir yerle kayıtlı adaklar, o yerin dışında da yerine getirilebilir. Söz gelimi “Sultanahmet Camii’nde iki rekât namaz kılma; Konya’daki yoksullara sadaka verme” adakları bir başka camide ve bir başka şehirde ifa edilebilir.
Adanan sadakalar, başka zaman ve mekânlarda, başka kişilere de verilebilir.
Gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlanan adaklar yemin hükümlerine tabidir. Mesela “sigara içersem bir hafta oruç tutacağım; yalan söylersem bir maaşımı sadaka vereceğim” gibi adaklarda elbette verilen sözde durulması istenir.