İslam Hukukunun Oluşumu ve Tarihsel Gelişimi

Dönemler belirlenirken kimi yazarlar siyasi iktidarı esas alarak Hz. Peygamber-Emeviler-Abbasiler şeklinde bir sınıflandırma yapmışlardır. Kimileri fıkhı canlı bir organizmaya benzeterek doğuş, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemlerinden söz etmişlerdir. Üçüncü bir yaklaşım olarak hukukun oluşumunda etki eden kadrodan hareketle Hz. Peygamber-sahabe-tabiûn- müctehid imamlar şeklinde bir çizgi takip etmek mümkündür.

Hz. Peygamber Dönemi

Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun durumunu ele alırken Mekke ve Medine safhalarının özelliklerini göz önüne almak gerekmektedir. Mekke dönemindeki tebliğ sürecinin insanları inanç ve ahlak bakımından belli bir düzeye getirerek, daha sonra emredilecek somut ve ayrıntılı hükümleri kabul edebilecek bir motivasyon sağlama gayesi taşıdığı anlaşılmaktadır. Medine döneminde ibadet konuları ile ilgili ayrıntılı hükümlerin yanı sıra evlenme, boşanma, velayet, miras, ticari hayat, akitler ve borç ilişkileri, haksız fiiller, cezalar, muhakeme (yargılama) usulü, savaş ve barışla ilgili kurallar vb. sosyal hayatın hemen her alanını düzenleyen kurallar vaz edilmiştir. Bu süreç Hz. Peygamber’in vefatına kadar sürmüştür.

Bu Dönemde Hukukun Kaynakları

Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun temel kaynağı vahiydir. Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun iki kaynağından bahsetmek mümkündür: Kitâb ve Sünnet.

Kitâb ve Sünnet’in her ikisini ifade etmek için nas terimi de kullanılmaktadır. İslam Hukuku’nun kaynaklarını ifade etmek için kullanılan diğer temel terim ise ictihaddır.

Bu Dönemin Temel Özellikleri

Üç temel özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tedrice Riayet

  • Mükellefiyetlerin aşama aşama belirli bir hazırlık ve alıştırma süreciyle yürürlük kazanmasıdır. Hz. Peygamber döneminde, mükelleflerin belli bir motivasyon aşamasından sonra bazı yükümlülüklerle muhatap kılınması anlamında tedrice riayet prensibinin, bir hukuk politikası olarak gözetildiğini ifade etmek mümkündür.

 

Kolaylık İlkesi

  • Hz. Peygamber döneminde hükümlerin vaz edilişi sırasında toplumun temel ihtiyaç ve faydalarının gözetilmesi, hukuki yapılanmanın bariz bir özelliği olarak dikkat çekmektedir. İkrah, hastalık, yolculuk, hata, unutma vb. hususların mükellefiyetlerin hafifletilmesinde bir etken olarak dikkate alınması da kolaylık ilkesi çerçevesinde
    değerlendirilebilir.

 

Toplumun Maslahatının Gözetilmesi

  • Hz. Peygamber döneminde hükümlerin vaz edilişi sırasında toplumun temel ihtiyaç ve faydalarının gözetilmesi, hukuki yapılanmanın bariz bir özelliği olarak dikkat çekmektedir. Evlilikte denkliğin (kefâet) gözetilmesi, miras ve velâyet ilişkilerinde asabelik faktörünün dikkate alınması, ölüm ve cismani zarar tazminatlarının ödenmesinde âkıle uygulamasının sürdürülmesi bu tutumun örnekleri içerisinde yer almaktadır.

 

Sahabe Dönemi

İslam hukukunun oluşum süreci açısından sahabe döneminden bah- settiğimizde, dört halife dönemini ve kısmen Emevi idaresini kapsayan bir zaman dilimi söz konusudur.
Sahabe döneminde İslam hukukunun üç kaynağından bahsedebiliyoruz: Kitâb, Sünnet ve ictihad. Önde gelen sahabilerin bir araya toplanılarak atılacak adımlar ve alınacak kararlar konusunda onların görüşlerinin alınması “şûrâ”dır. İctihaddan farklı olarak danışma esasına dayanır Fakih sahabilerin hepsi toplanmışsa veya şura kararı açıklandıktan sonra bir muhalefet söz konusu olmamışsa, bu şekilde ulaşılan sonuçlar, daha sonraki döneme sahabenin icmâı şeklinde yansımıştır. Kimi yazarlar, sahabe döneminde gerçekleşen
şura faaliyetini icmâ şeklinde niteleyerek bu dönemde hukukun dört kaynağı olduğunu ileri sürmektedir.

Sahabe Dönemindeki İctihad Faaliyetinin Özellikleri

1. İctihad geniş bir şekilde uygulanmış ve teşvik edilmiştir.
2. Sahabe ictihad sonucu ulaşılan hükümleri, nassların açık hükümleriyle bağlayıcılık açısından aynı derecede tutmamış, bu hususu ısrarla vurgulamıştır.
3. Bu dönemde, belli illet ve hikmetlere dayandığı düşünülen nasların, zamanın ve şartların etkisi sonucu illetlerinde bir değişme yaşandığı kanısıyla, gâî (amaçsal) yoruma tabi tutuldukları görülmek
4. Sahabe dönemi hukukçuları nas bulunmayan konularda çözüme ulaşmak için ictihad etmişlerdir. Nas bulunmayan konularda bazen Hz. Peygamber dönemindeki bir olayla benzerlik kurmuşlar, bazen de fayda ve maslahat açısından konuya yaklaşarak uygun gördükleri çözümü benimsemişlerdir. Yaptıkları ictihad faaliyeti genel olarak re’y adı altında ifade edilmiştir.

Sahabenin İhtilaf Sebepleri

Görüş ayrılıklarının sebeplerini başlıca üç grupta toplamak mümkündür:
1. Kur’ân ve Sünnet nasları delalet açısından, her zaman aynı kesinliğe sahip değildir. Dil imkânları çerçevesinde farklı anlama ihtimalleri mevcuttur.
2. Sahabilerin sünnet konusundaki birikimi aynı seviyede değildi. Hz. Peygamber’in kiminin muttali olduğu uygulamaları hakkında kiminin bilgisi bulunmuyordu.
3. Her sahabinin zihin yapısının ve hukuki melekesinin farklı olması, ister istemez ictihadi konularda görüş ayrılığını da beraberinde getiriyordu. Bu hususta sosyal çevre farkı da etkili olmaktadır. Nitekim İbn Ömer’in Medine’de karşılaştığı problemler, ihtiyaçlar ve sosyal çevre, İbn Mesud’un Kûfe’de karşı karşıya olduklarıyla aynı değildi.

Sahabe Döneminin Temel Özellikleri

Kur’an ve Sünnet nasları hukuki açıdan yorumlanmış, sonraki dönemlere intikal edecek bir birikim meydana getirilmiştir. Dönemin diğer önemli özelliği de siyasi gruplaşmanın hukuki anlayış üzerindeki tezahürleridir. Dört halife devrinin sonlarında yaşanan siyasi karışıklıkların akabinde başlıca üç fırka ortaya çıkmıştır.

1- Hariciler, siyasi açıdan muhalif oldukları sahabilerin rivayet ya da fetvalarına değer vermemiş.
2-Şîa’nın eğilimi ise, yalnızca ehl-i beyt ve onların taraftarı olan sahabilerin rivayetlerini kabul etmek şeklinde ortaya çıkmıştır.
3- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, rivayetin kabulü için siyasi görüş farklarını bir kriter olarak benimsememiş; rivayet tekniği ve karakter açısından güvenilir kabul ettiği ravilerin aktardıkları haberleri hukuki materyal olarak kullanmış, bu hususta sahabiler
arasında ayrım yapmamıştır.

Tabiûn Dönemi

Tabiûn dönemi sahabeden sonraki neslin, diğer bir ifade ile Hz. Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın dönemini ifade etmektedir. Emeviler’in iktidarda olduğu zaman dilimine tekabül ettiği için, kimi yazarlarca “Emeviler Dönemi” olarak da adlandırılmıştır. Tabiûn dönemi fıkıh hareketleri içerisinde “mevâlî” adı verilen, Arap kökenli olmayan alimler önemli bir rol oynamıştır.

Tabiûn nesline mensup öğrencileri:
Medine’de Said b. Müseyyib,
Mekke’de Atâ ve İkrime
Kûfe’de Alkame b. Kays, İbrahim en-Nehaî ve Said b. Cübeyr ilk akla gelen isimler içerisinde yer almaktadır.

Tabiûn Döneminde Hukukun Kaynakları

İslam Hukuku’nun kaynaklarını şöyle sıralamak mümkündür: Kitâb, Sünnet, sahabenin şûrâ /istişare temelli kararları (sahabe icmâı), sahabenin ihtilafları ve genel olarak ictihad (re’y).

Tabiûn Döneminin Temel Özellikleri

Tabiûn döneminde İslam hukukunun tarihi gelişimi açısından dikkat çeken en önemli özellik, hukuk alanında ekolleşmelerin ortaya çıkması, “Hicaz ve Irak Ekolleri” ya da “Hadis ve Re’y Ekolleri” adıyla anılan akımların tarih sahnesinde yerini almasıdır.

Hukuk Ekolleri: Hicaz-Irak ya da Hadis-Re’y Ekolleri

Kimi yazarlar tabiûn döneminin başlangıcında çevre ve hoca farkına bağlı olarak Hicaz ve Irak Ekolleri’nin oluştuğunu; Tabiûn döneminin sonlarında ise metodolojik ihtilaflara bağlı olarak Hicaz Ekolü içerisinden Hadis Ekolü, Irak Ekolü içerisinden ise Re’y Ekolü’nün çıktığını ileri sürmektedir.
Çoğu yazar ise, Hicaz ve Hadis Ekolleri ile Irak ve Re’y Ekolleri arasında bir yakınlık hatta aynılık görmektedirler. Ancak coğrafi mekan farkının çok kapsayıcı bir kriter olmamasından dolayı Hadis Ekolü ile özdeşleştirilen Hicaz’da Rebîa b. Ebî Abdirrahman
(Rebîatü’r-re’y) gibi re’yci fıkıhçıların, rey’ciliğin beşiği olan Irak’ta ise Şa’bî gibi hadis ehli fıkıhçıların bulunduğu dikkatten kaçmamaktadır.
Hicaz müctehidlerinin çoğunu hadis ehli, Irak müctehidlerinin çoğunu re’y ehli içerisinde değerlendirmek mümkündür. Hadis taraftarlığının

Hicaz bölgesinde, re’y taraftarlığının da Irak bölgesinde yoğunlaşmasını açıklayabilmek için şu gerekçeler ileri sürülmüştür:
1. Hicaz bölgesinde hadisler ve sahabe fetvalarından oluşan külliyetli miktarda nakle dayalı fıkıh materyali bulunuyordu.
2. Siyasal karışıklıklar sonucu ortaya çıkan kamplaşmanın Irak’ta yoğun bir etkisi vardı. Kimi gruplar kendi ideolojileri doğrultusunda hadis uydurmaktan çekinmiyordu.
3. Birçok medeniyete beşiklik etmiş, farklı etnik kökenlere ve kültürel çevrelere mensup insanların barındığı Irak coğrafyasında sosyal çevre ve gündelik yaşam, Hicaz’da rastlanmadığı ölçüde karmaşık bir yapı arzediyordu.

Müctehid İmamlar Dönemi

Müctehid imamlar dönemi ile hicri ikinci asrın başlarından itibaren, dördüncü asrın ortalarına kadar uzanan zaman dilimi kastedilmektedir. Bu dönem için “fıkhın altın çağı”, “tedvin dönemi” gibi nitelemeler de kullanılmaktadır. Müctehid imamlar döneminde fıkıh çalışmalarının yoğunluğunun ve itibarının artmasını, buna bağlı olarak sistemleş- tirme ve ekolleşmenin gerçekleşmesini açıklamak amacıyla bazı faktörler üzerinde durulmuştur:

1. Bu dönem, Abbasilerin iktidarda olduğu zaman dilimine denk gelmektedir. Emevileri iş başından uzaklaştırarak iktidara gelen Abbasiler, toplum üzerinde meşruiyet kazanmak ve etkinliklerini artırmak amacıyla dini konulara ve ilim adamlarına ilgi göstermiş, bu alandaki çalışmaları teşvik etmiştir. Söz konusu tutumun hukuki çalışmaları motive edici bir etkisi olmuştur.
2. İslam ülkesinin sınırlarının bir taraftan İspanya’ya, öte yandan Çin’e kadar dayanması, sosyal ve kültürel hareketliliği önemli ölçüde artırmıştır.
3. Bu dönem hukukçuları, hukuk alanında sistemleşmeye imkân verecek bir gelenek ve alt yapıya dayanma şansına sahip olmuşlardır. İslam hukukunun tedvini ve sistemleştirilmesi noktasında sağlam bir zemin hazırlamıştır.
4. Müctehid imamlar döneminde döneme adlarını veren, hukuki konularda üstün yeteneklere sahip kabiliyetli hukukçular yetişmiş, bunların etrafında “mezhep” adıyla anılan hukuki yapılanmalar gerçekleşmiştir.

Müctehid İmamlar Döneminde Hukukun Kaynakları

Bu dönemde de Kitâb ve Sünnet hukukun temel kaynaklarını teşkil etmiştir. Bunun yanında sahabenin ittifak halinde oldukları ictihadları (sahabe icmâı), sahabenin bireysel ictihadları, hukukun kaynakları içerisinde yer almaktadır. Re’y ictihadı ise
sistemleştirilerek kıyas, istihsan, ıstıslah (maslahat) gibi kısımlar halinde incelenmiş, her bir bölümün kaynak değeri ayrıca ele alınmıştır.

Müctehid İmamlar Döneminin Temel Özellikleri

Bu dönemin en bariz özelliği Mezhep adı verilen bir yapılanmadır. İçinden çıktığı ekolün özelliklerini yansıtmakla beraber, kurucu kabul edilen hukukçunun görüşleri çerçevesinde şekillenmekteydi. Hanefi ekolünde sistemleştirme amacıyla farazi fıkıh meselelerine yer verilmiştir. Fıkhın tedvin edilmesi bu dönemin diğer bir önemli özelliğidir. Bilindiği üzere sahabe döneminde Kur’ân bir metin haline getirilmiş ve çoğaltılmıştır. Sahabe neslinden itibaren bireysel anlamda hadis ve fıkıh malzemesini yazıya geçirenler olduğuna
dair nakiller vardır. Fıkıh usûlü disiplininin tedvinine de bu dönemde başlanmasıdır. Şâfiî’nin er-Risâle adlı eseri halen bu literatürün bize ulaşan ilk örneği ya da habercisi olarak kabul görmektedir.

Mezhep Merkezli Dönem

İslam hukuk tarihi ile ilgili literatürde bu dönemin hicri IV. asrın ortalarından itibaren başlayıp, kanunlaştırma hareketleri ve yenileşme arayışlarının yaşandığı on dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar sürdüğü ifade edilmektedir. Hukuki faaliyetin mezhep yapılanması içerisinde sürdüğü bu dönem kimi yazarlarca taklid dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemi de kendi içerisinde ikiye ayıranlar vardır: Hicri IV. asrın ortalarından Bağdad’ın Moğollar tarafından ele geçirilmesine (1258) kadar
olan dönem ve Bağdad’ın düşüşünden Mecelle’nin hazırlanışına (1869) kadar olan dönem. Bu yazarlara göre ilk dönemde mezhep doktrinini, dayandığı deliller ve metodolojik esaslar çerçevesinde izah eden eserler kaleme alınmış olmakla beraber, ikinci dönem fıkhi faaliyetin tamamen metin-şerh-hâşiye çizgisinde seyrettiği bir duraklama ve gerileme dönemidir. Bu dönemin İslam hukuk tarihi açısından en bariz vasfı, hukuki faaliyetlerin artık mezhep yapılanmaları çerçevesinde sürdürüleceğinin tüm toplum tarafından benimsenmiş olmasıdır. İctihad kapısının kapandığı düşüncesinin ortaya çıktığı
dönem olarak, birçok araştırmacı hicri IV. asrı göstermektedir.

Müctehid imamlar döneminin akabinde mezhep yapılanmasının yaygınlaşmasını ve yerleşmesini sağlayan faktörleri şöyle sıralamak mümkündür.
1. Hukukta istikrar ihtiyacı önemli ölçüde kendini hissettiriyordu. Bu hususun ilk olarak Emeviler döneminde, Ömer b. Abdülaziz zamanında gündeme getirildiği görülmektedir.
2. Kurucu hukukçuların öğrencilerinin hocalarının görüşlerini sistemleştirme ve yaymadaki gayretleri de ekolleşmeyi hızlandırmıştır.
3. Yetişkin talebelerin hocalarının görüşlerini yayma faaliyetleri çerçevesinde tedvin hareketinin rolü önem taşımaktadır.

Mezhep Merkezli Dönemin Temel Özellikleri

1. Mezhep merkezli dönemde yazılan eserler genelde, İslam hukukunun mezhebin görüşleri çerçevesinde ele alınması, ulaşılan hükümlerin temellendirilmesi gayesine yöneliktir. Bu eserlerde mezhebin kurucu hukukçularının ictihad ve yorumları
sistemleştirilmiş, bunlardan bir takım genel kurallar çıkarılmış, bu kurallar ışığında da birçok yeni mesele hükme bağlanmıştır (tahrîc). Hükümlerin ayrıntılı olarak ele alındığı, metodolojik temellendirmelere yer verilen hacimli kitapların yanında, mezhebin doktrinini özetleme gayesi güden metin ya da muhtasar adıyla anılan el kitapları da dönemin ürünüdür.
2. Bu dönemde, karşı karşıya kalınan somut meselelerle ilgili üretilen çözümleri bir araya getiren fetâvâ, nevâzil ya da vâkıât türü eserler önemli bir yekün tutmaktadır.
3. Dönemin bir diğer özelliği olarak, hukuki alanda kendisini gösteren örfî hukuk ve kanunname geleneği dikkat çekmektedir. Özellikle Osmanlı uygulamasında hukuk sisteminin, fıkıh doktrinine dayalı şer’î hukuk ile hükümdarın iradesiyle pozitif hukuk
kuralı niteliğini kazanan örfî hukuk üzerine oturduğu görülmektedir. Örfi hukuk çerçevesinde ortaya konan kânunnâmeler içerisinde Fatih’in idari düzenlemeleri içeren kanunnâmesi ile, Yavuz ve Kanuni dönemlerinde düzenlenen ceza hukuku içerikli kânunnâmeler ilk akla gelen örneklerdir. Osmanlı örfî hukukuna benzer bir fonksiyonu Maliki hukuk geleneği içerisinde ortaya çıkan, Kuzey Batı Afrika’da görülen amel-i Fâsî’nin icra ettiği görülmektedir.

KANUNLAŞTIRMA HAREKETLERİ VE YENİ DÖNEM

İslam hukuk tarihi literatüründe bu dönemin Mecelle’nin hazırlanışı ile başladığı ve günümüzde de sürdüğü ifade edilmektedir. Bu döneme “canlanma” ve “uyanış” dönemi adı da verilmektedir.Bu yaklaşımın gerekçesi, kanunlaştırma hareketleri ile birlikte hukuki faaliyetin bir mezhebin görüşleri ile sınırlı olamayacağı, İlgili bakış açısına göre kanunlaştırma esnasında dört mezhepten, hatta görüşleri İslam hukuk literatüründe kaydedilmiş bütün müctehidlerin yaklaşımlarından istifade edilmesi hukuki düşüncede canlanmayı ve yenileşmeyi temsil etmektedir.

Kısa adıyla Mecelle olarak bilinen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye 1869-1876 yılları arasında hazırlanmış, 1851 maddelik bir kanundur. Esas itibarıyla eşya, borçlar ve yargılama hukukuyla ilgili kısımları kapsamaktadır. İslam hukukunda kanunlaştırma hareketinin ilk örneğidir. Hanefi mezhebine bağlı kalarak hazırlanmıştır. Daha önceleri de bir mezhebin görüşlerini toplayan derleme niteliğinde eserler oluşturulmuştur. Bunlar içerisinde el-Fetâve’l- Hindiyye adlı eserde olduğu gibi, dönemin siyasi iktidarının isteği doğrultusunda hazırlananlar;

Mülteka’l-ebhur’da olduğu gibi, mahkemelerde el kitabı olarak kullanılıp bir anlamda yarı resmi niteliği haiz olanlar bulunmaktadır. Kaynakları ve muhtevası itibarıyla İslam hukukuna dayanan Mecelle, form itibarıyla Batı kanunlarını örnek almıştır. Nitekim Mecelle’nin hazırlanışını, şeklen de olsa, hukukta Batılılaşmanın başlangıcı olarak niteleyenler mevcuttur.
Mecelle’nin akabinde İslam hukukuna dayalı ikinci bir kanun olarak 1917 yılında yürürlüğe giren Hukuk-ı Aile Kararnamesi verilebilir. Bu kanunun dikkat çekici özelliği, hazırlanışı esnasında Hanefi mezhebi dışındaki diğer mezheplerin, hatta görüşleri kurumsal anlamda mezhepleşememiş müctehidlerin ictihadlarından da yararlanılmış olmasıdır.