Din ve Edebiyat

Din ve Edebiyat
Giriş
Din, farklı disiplinler açısından ele alınıp tanımı yapılan bir kavramdır. Kelimenin etimolojik kökeni ve tariflerinin yanında, kaynağı, tasnifi, bireyi ve toplumu etkileyen ilkeleri ve esasları itibariyle de tanımlanmıştır. Bununla birlikte edebiyat açısından dinin tarifini yapmak güçtür. Çünkü din, bir yönüyle edebiyatın kaynağıdır; diğer yönüyle de, tanınmasında, yayılmasında ve kültürel değerlerini oluşturmasında edebî eserin dil, ifade ve formlarından yararlanan bir sosyal kurumdur.

Din ve Edebiyat
Edebiyatın ve estetik duygunun kaynağı olmasının yanı sıra tanınmak, yayılmak ve kültürel değerlerini oluşturmak için edebiyatı dil ve biçimlerinden yararlanan dinin edebiyatla ilişkisi göz ardı edilemez boyuttatır. Dile bağlı olan edebiyat, duygunun, düşüncenin veya hayallerin heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde aktarımını sağlayan bir aracıdır ve bu yönüyle bir dönemin, bir toplumun hissiyatını, inançlarını, irfanını, bilgilerini, algılarını, kavrayışını ve estetik dünyasını yansıtan ayna görevi görür. Edebiyatın dil ile ilişkisini gösteren en somut kanıt, edebiyatın temelinin ilkellerin ayinlerine dayanmasıdır, dini içerikli olmasıdır ve dini ayinleri yöneten şamanların aynı zamanda dinlerinin beslendiği duyguları ve değerleri yansıtan destan, sagu, koşuk ve savlar söyleyen birer şair olmalarıdır. Fakat dilin sürekli değişen yapısı nedeniyle değişim gösteren edebiyat zamanla dini içerikten uzaklaşarak seküler alana kaymıştır.

İslamlaşmayla birlikte din ile daha da sıkı ilişkiye giren edebiyat, dinî metinleri açıklamayı ve öğretmeyi amaçlayan edebî eserler ve dinî duyguyu ve tecrübeyi aktaran edebî eserler olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Dinî metinleri açıklamayı ve öğretmeyi amaçlayan edebî eserler edebiyatın dil ve ifade imkânından yararlanarak dinî düşünceyi ve ilmi birikimi yansıtmayı amaçlarken, dinî duyguyu ve tecrübeyi aktaran edebî eserler ise sanatı önceleyen eserler ve sufi şairlerin eserleri olarak kendi aralarında ikiye ayrılmıştır. Sanatı önceleyen eserler için dinî duygu, düşünce ve semboller benzetme, tasvir ve çağrışımlar açısından bir araç iken, edebiyata faydacı tutumla bakan sufi şairlerin eserleri şairlerin bizzat duyumsadığı ve algıladığı hakikati yansıtır.

İslâmlaşma sonrası başlayan ve Tanzimat dönemine kadar süren edebi faaliyetler dini kaynaklı olmasına karşın, seküler düşüncenin ön planda tutulduğu Tanzimat döneminde din ve edebiyat ilişkisi ve dini düşünce ve duygunun edebiyata yansıtılması sorgulanmıştır. Bunun sonucunda da “sanat sanat için midir?” yoksa “sanat toplum için midir?” tartışması doğmuştur. “Sanat sanat içindir” anlayışını savunanlar, din ve edebiyat arasında hiçbir ilişki görmemişlerdir ve edebi eserlerin oluşumunda din etkisini reddetmişlerdir. “Sanat toplum içindir” görüşünü savunanlar ise klasik dönemin edebiyat anlayışına benzer şekilde faydacı bir tutumdan yana olup edebî eserin insana iyi, doğru ve güzel olanı öğreteceği ve dolayısıyla da topluma yararlı olacağını ileri sürmüşlerdir.

Günümüzde de edebiyat ve din ilişkisinden hareketle edebî eserler, dinî edebî eserler ve profane (lâdînî/dünyevî) eserler olarak iki gruba ayrılmaktadır. Fakat Türk edebiyatı söz konusu olduğunda, İslâmlaşma sonrası başlayıp Tanzimat’a kadar süren ve günümüzde profane sayılmasına karşın din dilinin sembollerini barındıran edebî eserleri böyle bir tasnife tabi tutmak zorluğuyla karşılaşılmaktadır.

Türk-İslâm Edebiyatı
İslâmiyetle beraber sosyal ve kültürel yapıda görülen değişim ve dönüşüm edebiyatta da hissedilmiştir ve sanat anlayışında, formlarda, malzemede ve dilin değişmesinde kendini göstermiştir. Tanzimat’la birlikte Batı kültürüyle yakın temasa geçilmesiyle yeniden sosyal değişim yaşanmış ve bu da sanat ve edebiyatın da seyrini de değiştirmiştir. Bu nedenle Türk Edebiyatı, tarihi sosyal değişmeye göre İslâm Öncesi Türk Edebiyatı, İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı ve Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı olarak üç evreye ayrılmaktadır. Yazılı edebiyat olarak miladi VIII. yüzyıla, sözlü edebiyat daha da eskilere dayanan ve İslâm’ın kabulüne kadarki süreyi kapsayan ve milli edebiyat olarak nitelendirilen İslâm Öncesi Yazılı Türk Edebiyatı, Köktürk (Göktürk) dönemi ve Uygur dönemi olarak ikiye ayrılır. Başka toplumların ve kültürlerin etkisinden uzak kalınan Köktürk döneminde miladi VIII. yüzyılda Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilen Orhon Abideleri dil, tarih ve edebiyat değeri bakımından önemli bir yere sahiptir. Mani ve Buda dinlerinin etkisine girilen Uygur döneminde ise genellikle Budizm ağırlıklı Çince, Sanskritçe, Toharca, Sogdca ve Tibetçe’den çevrilen dinî metinlere rastlanmaktadır.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ilk sözlü edebî ürünleri olarak, Türklerin kabul ettiği en eski dinin Şamanizm olması nedeniyle ayrıca birer şair olan şamanların söylediği destanlar (Alp Er Tunga, Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları), sagular, koşuklar ve savlar kabul edilmektedir. İslâm öncesi sözlü edebiyat, ilerleyen dönemde Âşık Edebiyatı veya Halk Edebiyatı’nın doğuşuna zemin hazırlamıştır. Ağıt ve Mersiyeler şaman şairin söylediği sagudan ilham almışken, koşma, türkü ve şarkıların kökeni koşuklara dayanmaktadır. Bunun yanı sıra hikmetli söyleyişi, mesel ve irsâl-i meselin kökeni ise savlara dayanmaktadır.

İslâm’ı, Arabistan sınırları dışında ilk kabul edenlerin İranlılar olması nedeniyle, İslâm edebiyatı, eski Arap ve İran (Pehlevî) edebiyatlarının estetik formlarından etkilenmiştir. Özellikle Cahiliye Döneminde şiire verilen önem büyüktür ve Ukaz gibi panayırlarda şiir yarışmaları yapılmıştır ve seçilmiş şiirler Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Muallakât olarak adlandırılan bu şiirler eski İran şiirinin etkisini kanıtlamaktadır.

İslâm coğrafyasına uzak olmayan Türk illeri ve boyları da İslâm’dan haberdar olmuştur. Özellikle Emevîler devrinde Türklerle Araplar arasında kurulan askeri ilişki Türkler arasında İslâmlaşma sürecinin hızlanmasını sağlamıştır. Sâmânîler’in Mâverâünnehir ve Azerbaycan’a kadar sınırlarını genişletmeleri, buralardaki Türkler’in İslâmlaşmasını sağlamıştır. Ancak yeni dini kitleler halinde İslâmiyet’in kabulü, Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İslâm’ı kabulüyle başlamıştır.

Özellikle Osmanlı Devleti döneminde İranlı, Arap, Boşnak, Arnavut gibi farklı etnik kökenden gelen edebiyatçıların yazdıkları eserleri de içine alan geniş bir edebî alanı ifade eden Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın önemli unsurları olan dil, hece vezni, dörtlüklerle oluşan nazım şekilleri ve kafiye anlayışıyla belirginlik kazanan milli üslûba ve yiğitlik, bilgelik ve doğruluk gibi kavramlar, ışık, ağaç, bozkurt, kadın, at ve su gibi imgeler ve mitolojik temalara dayanan milli karaktere de önem vermiştir. Ama Türk-İslâm Edebiyatı‘nda milli karakterin odak noktasına tevhit ve iman geçmiştir. Türk-İslâm Edebiyatı’nın bir başka özelliği ise ortak İslâm kültür ve medeniyetinin üslûp ve karakterini de barındırmasıdır. Bu bağlamda Fuat Köprülü, İslâmiyetten evvelki Arab Edebiyatının, İran Edebiyatının ve Türk Edebiyatının büyük ölçüde farklılık gösterdiği fakat İslâmiyet’ten sonra ortak özelliklerde bir araya geldiğini belirtmektedir. Arap-İslâm Edebiyatından yararlanan İran İslâm Edebiyatının şekil ve esaslarını örnek alan Türk-İslâm Edebiyatı bu yönüyle benzerlik göstermektedir.

Temeli Karahanlılar dönemine dayanan, Selçuklular döneminde gelişme gösteren ve Osmanlı döneminde klasikleşen Türk-İslâm Edebiyatı, Tanzimat dönemine kadar özünü korumuştur ve İslâm’a dayanan dünya görüşü, sanat anlayışından ödün vermemiştir. Tanzimat döneminde ise Türk Edebiyatı, Batı Kültürü Etkisinde gelişmiştir ve Encümen-i Şuarâ adıyla bir toplulukla devam eden ve manzum ve mensur eserleriyle ön plana çıkan İslâm Kültürü Etkisindeki klasik edebiyat ve daha çok nesre dayanan, tiyatro, hikâye, makale, fıkra gibi yeni edebî türlerle birlikte, dindışı temalara öncelik veren bir sanat anlayışını benimseyen Yeni edebiyat olarak iki kola ayrılmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı kapsamında yazılan eserler, dinîtasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi öğretmek amacıyla yazılan eserler ve dinî-tasavvufi verilerden yararlanan edebî eserler olarak ikiye ayrılmaktadır. Dinîtasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi öğretmek amacıyla yazılan eserler de kendi içinde ikiye ayrılır: Dinî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi sunarken estetiği ön planda tutan eserler ve estetik kaygıyı ikinci planda tutan ve doğrudan doğruya öğretici olan eserler. Dinî-tasavvufi verilerden yararlanan edebî eserler ise sanat ilkesine sıkı sıkıya bağlıdır ve bir mesaj verme amacı gütmez.

Türk-İslâm Edebiyatının hem geleneksel hem de modern bilimlerle ilişkili olması, sanat eserinin analizinde eserin yazıldığı dönemdeki bilgi anlayışının ve ilimlerin göz önünde bulundurulmasını gerekli kılmaktadır ve yapılan analizleri kendi döneminin dil ve anlayışıyla sunabilmek için filoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi bilimlerin kuram ve kavramlarından yararlanılmalıdır.

Türk-İslâm Edebiyatı ve İslâmlaşma
Türkçede İslâmlaşmak, İslâmiyet’i benimsemek, Müslüman olmak, İslâmiyet’e yönelmek, İslâmî mahiyet kazanmak gibi anlamlara gelir. Sosyolojik bir terim olan İslâmlaşma ise, bireyin yahut toplumun İslâm diniyle tanışması ve bu dinin esaslarını benimsemesi anlamında kullanılan bir kavramdır. Edebiyatın, bireysel ve toplumsal değişmeyi ifade eden İslâmlaşmaya katkısı olmuş mudur? Diğer bir ifadeyle Türk-İslâm Edebiyatının, Türkler arasında İslâm’ın yayılmasında ve benimsemesinde herhangi bir katkısı olmuş mudur? Bu sorular dikkate alınarak Türk-İslâm Edebiyatının eserlerini dört bölümde ele almak mümkündür. Bunlar:

İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenilmesini sağlayan eserler.
İslâm inancını, düşüncesini ve değerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazılan eserler.
Sadece sanatı önceleyen, ancak kullandığı dil, sembol ve mazmunlarla İslâm dinine ilginin oluşmasını sağlayan eserler.
Herhangi bir dinî sembol ve mazmundan yararlanmayan, sadece estetik değerleri öne çıkartan eserler.
Bu tasnif içerisinde, doğrudan doğruya İslâm inancını, düşüncesini ve değerlerini yayma (tebliğ) niyetiyle yazılan eserler pek azdır. Doğrudan doğruya dinî telkin (tebliğ) maksatlı eserlerin yerine, İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenilmesini sağlayan eserler yazılmıştır.

Bu anlamda, Türk-İslâm Edebiyatının ilk ürünü olan Kutadgu Bilig’den başlamak üzere pek çok eser adı zikredilebilir. Bir siyâsetnâme olarak da nitelendirilen Kutadgu Bilig, İslâm ahlakını ve değerlerini sembolik bir dille takdim eder. Bunu takip eden Atabetü’l-Hakâyık, baştan itibaren bir ahlak ve değerler kitabıdır.

Dinî-tasavvufî edebiyatın ilk temsilcisi olarak görülen Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmet adını verdiği şiirleri, dinî ve tasavvuf yolunu öğretmeyi amaçlayan manzumelerdir. Bununla birlikte hikmetler, ata diye nitelendirilen dervişler ve âşıklar tarafından kopuz eşliğinde ilâhî olarak okunmuştur. Musikîyle şiirin birleşmesi, atanın şamanı andırması bu kültüre aşina olan halkı etkilemiş ve onların Müslümanlığı benimsemesini sağlamıştır. Belki bu özelliği dolayısıyla hikmetler, dinî düşünceyi ve inancı yayma niyetinde olan edebî eserler olarak nitelendirilebilir.

İslâm inancının, düşüncesinin ve değerlerinin anlaşılmasını ve öğrenilmesini sağlayan eserleri içeren dinî edebî türlerin her biri, aynı zamanda dinin yayılmasına da katkı sağlamıştır. Bunlardan farklı olarak sözlü ve yazılı edebiyat içerisinde gelişen ve halk irfanını besleyen Dede Kokut Hikâyeleri, Hz. Ali Cenknâmeleri, Hamzanâmeler, Battal-nâmeler, Fütüvvetnâmeler, Menâkıbnâmeler, Sohbetnâmeler ve gaza fikrini oluşturan bazı gazavatnâmeler de İslâm ahlak ve değerlerini aktaran eserlerdir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 1273)’nin Mesnevi’si, Âşık Paşa(ö.1333 )’nın Garibnâme’si, Süleyman Çelebi (ö. 1422)’nin Vesiletü’n-necat’ı, Yazıcızâde Muhammed Bîcân (ö.1451)’ın Muhammediye’si ve Eşrefoğlu Rûmî (ö.1484)’nin Müzekki’n-Nufûs’u gibi eserler, dinî-tasavvufi düşünceyi geliştiren ve halk irfânını besleyen eserlerdir. Sanatı öncelemekle birlikte kullandığı dil, sembol ve mazmunlarla İslâm dinine ilginin oluşmasını sağlayan eserler de yazılmıştır. Leylâ vü Mecnûn, Mantıku’t-Tayr, Gül ü Bülbül, Şem ü Pervâne, Bülbülnâme ve Hüsn ü Aşk gibi eserler; sanat ve estetik özellikleri öne çıkan eserlerdir. Bu eserlerde ele alınan konu, tasavvuf düşüncesinin aşk ve güzellik anlayışından; sabır, yalnızlık, çile ve gaye gibi idealizmi besleyen fikirlerinden yararlanılarak oluşturulan alegorik sembollerle sunulmuştur. Türk-İslâm Edebiyatının en seçkin eserleri olan bu türden aşk mesnevileri, İslâm sanatına ve dolayısıyla İslâm düşüncesine ilginin oluşmasını sağlamıştır. Bunlardan başka Hayriye gibi, sanat ve estetik yönü hikmetle buluşturan öğretici eserlerin de bu ilgiyi geliştirdiği söylenebilir.”