Gayrimüslimlerle İlişkiler

GAYRİMÜSLİMLERLE İLİŞKİLER

GAYRİMÜSLİM

Gayrimüslim, en genel tanımıyla, İslam dinine inanmayan kişi anlamına gelmektedir. Kur’ân ve hadislerde bu durumu ifade için “küfr” kökünden türeyen kelimeler kullanılmaktadır. Ancak bazı gayrimüslim gruplarının özel isimlerle ifade edildiği de görülmektedir. Yahudi ve Hıristiyanları ifade etmek için ehl-i kitap, ateşe tapanlara mecusî, yıldızlara tapanlara sâbiî, putperestler içinse müşrik denilmektedir.

Hanefîlere göre, semavî bir dine inanan ve Tevrat, Zebur, İncil gibi vahyedilmiş bir kitabı veya suhufu (sahifeleri) olan her ümmet ehl-i kitaptır. Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde ise ehl-i kitap sadece Yahudi ve Hıristiyanlardan ibarettir.

Ebu Hanife Sâbiîleri, İbn Hazm ise Mecusîleri ehl-i kitap saymaktadır. Ayrıca Budist ve Brahmanları da bu kapsamda değerlendirenler vardır.

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

İslam dini, inanç açısından insanları Müslüman ve gayrimüslim şeklinde iki gruba ayırmaktadır. Bunun dışında insanlar; dil, cinsiyet, ırk, renk, siyasi yönelim, sosyal statü ve yaşadıkları ülkeler bakımından bir ayrıma tâbi tutulmamıştır.

İnsanların doğuştan bir takım haklara sahip oldukları ve bu hakların korunması gerektiği evrensel bir anlayış olarak kabul edilmiştir.

Gayrimüslimler de kendi içinde zimmîler ve müste’menler şeklinde iki grupta değerlendirilmektedir. Zimmî, İslam devleti ile vatandaşlık sözleşmesi yapan ehl-i kitab demektir. Müste’men ise sınırlı bir süre için izin ve pasaportla İslâm ülkesine gelen gayrimüslimleri ifade eden hukuki bir terimdir. İslam ülkesinin vatandaşı olmayıp bu ülkeye izinsiz olarak girenler için de harbî terimi kullanılmaktadır.

İslam hukukunda vatandaş ve yabancı ayrımı aslında inanca göre değil, kişinin bağlı bulunduğu ülkeye göre yapılmaktadır.

Hanefî bilginleri putperest Araplarla zimmet (vatandaşlık) sözleşmesinin yapılamayacağı görüşündedirler. İmam Şâfiî ve İmam Ahmed b. Hanbel ise bu alanı biraz daha daraltarak ehl-i kitap ve mecusiler dışındaki gayrimüslimlerle zimmet akdi yapılamayacağını söylemişlerdir.

Gayrimüslimlerin temel hak ve özgürlüklerini garanti eden ve insan hakları ihlallerine karşı hukuki koruma sağlayan düzenleme, zimmet sözleşmesidir. Bu sözleşmeyi yapan kişiye zimmî denir.

İslam bilgini Hazm, harbî bir kimsenin İslâm’ın himayesi altında yaşayan bir zimmîyi öldürmek amacıyla İslam ülkesine gelmesi durumunda, Müslüman kişinin buna engel olmak için onunla mücadele etmesini, hatta gerekirse bu uğurda ölmesini farz olarak görmektedir.

Yaşama Hakkı

İslam ülkesinde yaşayan Müslüman ve gayrimüslimler arasında bir fark gözetmemektedir. Zimmet sözleşmesi yapan gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi can güvenliğine sahip olduğu hususunda fıkıh âlimleri görüş birliği içerisindedir. Zimmet sözleşmesinin şartlarına uyulduğu sürece can güvenliği garantisi devam etmektedir.

Ancak İslam ülkesinde bir Müslümanın zimmî bir vatandaşı öldürmesi durumunda cezanın nasıl verileceği konusunda alimler arasında görüş birliği yoktur. Çoğunluk bu suça kısas değil, diyet cezası verilmesi kanaatindedir. Hanefilere göre ise kasten öldürmelerde kısas gerekir. Ebu Hanifeye göre kasten öldürmelerde kâtile kısas cezasının uygulanmasında, öldürülenin kişinin Müslüman veya gayrimüslim oluşunun belirleyici bir etkisi yoktur.

Din Özgürlüğü

Kur’ân, kendisini Allah tarafından Hz. Peygamber’e gönderilmiş bir “Kitâb” olarak tanımlamakta (el-Bakara, 2/1-2; en-Nisâ, 4/105), “Allah katında yegâne din İslâm’dır.”(Âl-i İmran, 3/19) demektedir. Bu ifadeler Allah Teâlâ’nın İslam’dan başka din ve inançlara rıza göstermeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber, Kur’ân’daki din özgürlüğünün nasıl anlaşılması gerektiğini uygulamalarıyla göstermiştir. Örneğin, Medine Sözleşmesi’nin 25. maddesinde yer alan “Yahudilerin dinleri kendilerine, müslümanların dinleri de kendilerinedir” hükmü, bunun sözlü bir ifadesidir.

İslâm’ın diğer din mensupları ile hukukî zeminde bir arada yaşamayı kabul ettiğini göstermektedir. İnanç hususunda insanlara baskı yapılamaz.

İslâm hukukçuları, kendileriyle zimmet sözleşmesi yapılan gayrimüslim vatandaşların, dinlerinin sosyal boyutunu uygulamaya geçirmelerine izin verilebileceğini belirtmişlerdir.

Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet hakkına saygı, Kur’ân’daki: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyiniz” (Nisâ, 4/29) ayetinin bir gereğidir.

İslâm hukukçuları İslam ülkesinde yaşayan herkesin mülkiyet hakkı ve dokunulmazlığı konusunda eşit haklara sahip olduğunu kabul etmişlerdir.

İslam’a göre, haram olduğu için hukuk nazarında mal sayılmayan şeyler, gayrimüslimlerin dinlerince helal ise onlar için mal sayılır. Bu mallar üretilebilir, yetiştirebilir ve bunların ticareti yapılabilir. Sahibinin rızası olmadan, bir başkasının o mal üzerinde tasarruf hakkı yoktur.

EKONOMİK VE SOSYAL İLİŞKİLER

Bir arada yaşayanların birbirleri ile bir takım sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ilişki içerisine girmeleri kaçınılmazdır. Herkes, sosyal ve hukuki ilişkilerinde dini değerlerini koruma hakkına sahiptir.

Ticarî İlişkiler

İslam hukukunda gayrimüslimlerin çalışma hürriyetlerini kısıtlayıcı özel bir hüküm bulunmamaktadır. Çalışma ve ticaret yapabilme özgürlüğünün pratiği, gayrimüslimlerin Müslümanlarla alışveriş, ortaklık ve diğer ticari alanlarda hukuki ilişkiye girmelerine imkân vermektedir.

İslam hukukuna göre alış-veriş konusunda Müslümanlarla gayrimüslimler arasında önemli bir ayrım söz konusu değildir. Bir Müslümanın alış-veriş yapabilmesi için gerekli olan akıl, yaş gibi şartlar onlar için de geçerlidir.

Gayrimüslimlerin mal kapsamında değerlendirdikleri, ancak İslam tarafından mal sayılmayan şeylerin bir Müslüman tarafından telef edilmesi halinde tazmin sorumluluğunun var olduğu İslam hukukçularının çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir.

İş İlişkileri

Klasik dönem fakihleri, Müslümanların gayrimüslimlerin yanında işçi olarak çalışmasına ilke olarak karşı değildir. Bu noktada tartışmalı olan, söz konusu işin bir haramın işlenmesine veya Müslümanın küçük düşmesine veya düşürülmesine sebep olup olmadığı hususudur. İslam bilginlerinin bu konuya ilişkin görüşlerini iki maddede özetleyebiliriz:

İslam bilginlerinin geneline göre bir Müslümanın her hangi bir gayrimüslime ait olup İslami değerlere aykırı olmayan bir iş yerinde çalışmasında dinen sakınca bulunmamaktadır.

Müslümanın gayrimüslimin şarabını taşıma, domuzlarını gütme gibi, özü itibariyle İslam’da yasak olan bir işe aracı olması fakihlerin çoğunluğuna göre caiz değildir.

Gayrimüslimlere ait işlerde ölçü, o işin yapılmasının aslı itibariyle dinen haram ve hukuken yasak olmamasıdır. Dinen haram ve hukuken yasak olan bir işin işlenmesini konu alan iş sözleşmeleri caiz görülemez.

Bazı bilginlere göre gayrimüslimi istihdam caiz değildir. Diğer bir görüşe göre çalıştırılacak Müslümanın bulunmaması ve dolayısıyla zaruretin ortaya çıkması halinde gayrimüslim istihdam edilebilir.

Bir Müslümanın kendisiyle aynı ülkede bulunan bir gayrimüslimi kendisine vekil tayin etmesinin sakıncası yoktur. Vekâlet ortaklıklarda mali konuları ilgilendirdiği için, kendisiyle borç ilişkisine girilen birisini vekil tayin etmede sakınca görülmemektedir. Fakihlerin çoğunluğu kefalet ilişkilerini de uygun görmektedir.

Müslümanla gayrimüslim arsında kira sözleşmesinin yapılmasında da ilke olarak bir sakınca yoktur. Sakınca, kiralanan ev, dükkân ve arsa gibi yerlerin ne amaçla kullanılacağı konusunda ortaya çıkmaktadır.

Gayrimüslimlerle Evlilik

“Din ayrılığı” geçici engeller arasında yer almaktadır. Farklı dinlerden olanlarla evlenme konusunda genel ilke yasak olduğu şeklindedir.

Gayrimüslimlerin tümünün aynı hükümlere tabi olmadığı da bilinen bir gerçektir. Mesela gayrimüslimlerden ehl-i kitap bazı hususlarda özel hükümlere sahiptir. Bunun gibi evlilik konusunda da gayrimüslimlerin tümü aynı hükümler geçerli değildir.

Müslümanın müşrikle evliliği.

İrtidat halinde evliliğin durumu.

Müslüman bir erkeğin ehl-i kitaptan olan bir kadınla evliliği.

Müslüman bir kadının ehl-i kitaptan olan bir erkekle evliliği.

Evli çiftlerden birisinin Müslüman olması durumu.

Müslümanın Müşrikle Evliliği

Müşrik en kısa tanımıyla Allah’a ortak koşan, Allah’ın ilahlığına, sıfat ve fiillerinde benzerinin ve ortağının var olduğuna inanan kişi anlamına gelmektedir. Kur’ân’da erkek ya da kadın bir Müslümanın müşrik birisiyle evlenmesinin yasak olduğu açıkça ifade edilmektedir. “Müslüman oluncaya kadar, müşrik kadınlarla evlenmeyin. İnanmış bir cariye hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müslüman oluncaya kadar müşrik erkeklerle evlenmeyin. İnanmış bir köle, hoşunuza giden müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar (müşrikler) sizi ateşe davet ederler, Allah ise sizi cennete ve bağışlanmaya çağırır. Öğüt alasınız diye Allah ayetlerini bu şekilde açıklamaktadır.” (Bakara, 2/221)

İrtidat Halinde Evliliğin Durumu

Kişinin kendi iradesiyle Müslümanlıktan vazgeçtiğini söz veya yaşantı şeklinde ortaya koymasına irtidat, bu tür davranışı sergileyene de mürted denmektedir.

İslam hukukçuları, bir Müslümanın irtidat etmiş birisiyle evlenemeyeceği hususunda görüş birliği içerisindedirler. Çünkü irtidat etmiş birisinin vatandaş olmasını sağlayan hukuki bağ ve dayanak yok olmuştur. Öte yandan, “kâfirlere Müslüman kadınlar helal değildir, onlar da Müslüman hanımlara helal değildir… kâfir kadınları nikâhınızda tutmayınız” (Mümtehine, 60/10) ayeti, kâfirle evliliğe izin vermemektedir.

Müslüman Bir Erkeğin Ehl-i Kitaptan Bir Kadınla Evliliği

Bu konuda biri olumsuz, diğeri olumlu iki görüş bulunmaktadır. İbn Ömer, İbn Abbas ve Ata b. Rebah gibi sahabîler Müslüman bir erkeğin ehl-i kitaptan bir kadınla evlenmesinin caiz olmadığını kabul etmişlerdir.

İslam bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre ise ehl-i kitaptan olan kadınlarla evlenmek haram değildir. Ancak haram olmadığını söyleyenler bunun caiz, mubah, mekruh olabileceği şeklinde değişik görüşlere sahiptirler.

Günümüzde ehl-i kitap kadınlarla evlenmenin mekruh olduğunu söyleyen fakihlerin görüşlerini dikkate almak yararlı olacaktır. Her şeyden önce böyle bir evliliğin doğuracağı sonuçları iyi düşünmek gerekir.

Müslüman Bir Kadının Ehl-i Kitaptan Bir Erkekle Evliliği

Son zamanlarda aksi görüşte olan birkaç istisna dışında bu tür evliliklerin caiz olmadığı yönünde İslam bilginlerinin ortak bir kanaati vardır. Bunun caiz olduğunu söyleyenlerin temel gerekçesi ise bu tür evliliklerin yasak olduğunu ifade eden açık bir nassın bulunmamış olmasıdır.

Müslüman bir kadının ehl-i kitap da olsa gayrimüslim bir erkekle evlenmesinin günah ve hukuki olarak batıl olduğunu söyleyenler ise görüşlerini naklî ve aklî bir takım delillerle desteklemektedirler. Onlar şöyle söylerler: Kur’ân-ı Kerîm’de Müslüman erkeğin, ehl-i kitap kadınla evlenmesine açıkça izin veren bir ayet vardır (Mâide, 5/5). Buna karşılık Müslüman kadınların ehl-i kitap erkekle evlenmesine tecviz eden anlamı açık hiçbir nass yoktur. Genel prensip, gayrimüslimlerle evliliğin yasak olmasıdır.

Evli Çiftlerden Birinin Müslüman Olması Durumu

Eşlerden birisinin müslüman olması halinde, erkek ya da kadının ihtidasının hükümleri arasında farklılık bulunabilmektedir.

Eşi ehl-i kitap olan erkeğin ihtidası,

Eşi ehl-i kitap dışındaki gayrimüslimlerden olan erkeğin ihtidası,

Sadece kadının ihtidası.

1.Eşi Ehl-i Kitap Olan Erkeğin İhtidası

Normal şartlarda ehl-i kitaptan bir kadınla evlenmekte bir sakınca görülmediği için, ihtida durumunda evliliğin devamında öncelikle bir sakınca olmayacaktır. Diğer bir ifade ile daha önce bir akitle başlanmış olan evliliğin yeni bir evlilik akdine gerek olmadan sürdürülmesi, İslam fıkhındaki yerleşik anlayışa uygun bir durumdur.

2. Eşi Ehl-i Kitap Dışındaki Gayrimüslimlerden Olan Erkeğin İhtidası

Bu ve bir sonraki başlıkta ele alacağımız konunun hükümleri birbirine çok benzemektedir. Her iki durum da günümüzde sıkça karşılaşılabilen ve çözümü oldukça zor olan hususlardandır.

3. Sadece Kadının İhtidası

Genel ve yerleşik hükümlere göre düşünürsek eşi ehl-i kitap dışında bir gayrimüslim olan erkeğin ihtidası ve eşi ehl-i kitap olsun ya da olmasın kadının Müslüman olması evliliğin son bulmasını gerektirir. İslam uleması bu konuda görüş birliği sağlayamamışlardır. Bu konudaki görüşleri şu şekilde sınıflandırmamız mümkündür:

Kadın Müslüman olunca, nikah akdi kendiliğinden derhal bozulmuş olur. Bu yaklaşım tarzına göre erkekle kadın aynı anda Müslüman olmadıkça evliliğin devamı mümkün gözükmemektedir.

Eşlerden hangisi önce Müslüman olursa, diğerine Müslüman olmasını teklif edilir. Kabul ederse evlilik akdi devam eder, reddederse kadının iddeti beklenmeden evlilik hayatı sona ermiş olur.

Taraflardan birisi müslüman olduğunda bu ihtida zifaf öncesi gerçekleşmişse, nikah akdi kendiliğinden son bulmuş olur.

Kadın Müslüman olunca kocasının da Müslüman olmasını bekler. Bu beklemenin bir süre sınırlaması yoktur. İbn Teymiye ve İbnü’l-Kayyım bu görüştedir. Fakat bu süre zarfında kadının cinsel ilişkiye girmemesi gerekir (Kardavî: 2001).

Yusuf Karadavî, bu hususta İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim’in görüşleri üzerinde yoğunlaşmakta ve kadının veya erkeğin, eşinin müslüman olmasını beklemesi gerektiğini savunmaktadır.

Müslüman-Gayrimüslim Miras İlişkisi

İslam hukukunda mirasa hak kazanmanın üç şartı bulunmaktadır:

Miras bırakanın (murisin) ölmüş olması,

Mirasçının hayatta olması,

Mirasçı olmayı engelleyici bir durumun olmaması.

Fakihler, aralarında kan bağı veya evlilikten kaynaklanan hısımlık ilişkisi var olsa bile bir gayrimüslimin Müslümana mirasçı olamayacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir.

İslam fıkıh âlimlerinin çoğunluğu Müslümanın da gayrimüslime mirasçı olamayacağı görüşündedir. Dolayısıyla Hanefîler, Malikîler, Şafiîler, Hanbelîler, Zahiriler’e göre, din farkı miras ilişkisinin oluşumuna engeldir. Bu görüşün dayanağı yukarıda zikrettiğimiz “Müslüman gayrimüslime, gayrimüslim de Müslümana mirasçı olamaz” hadisidir.”