Ehl-i Sünnet ve’l – Cemaat

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat

Siyasî ve itikadî sahada farklı görüşleri nedeniyle ana kitleden, önce Havâric ve Şîa ayrılmış, özellikle Havâric’e bir tepki olmak üzere Mürcie ortaya çıkmış, sonra II/VIII. yüzyılın başlarından itibaren ilâhî sıfatları nefyeden Cehmiyye ayrı bir kitle oluşturmaya başlamıştır. Bunların ardından özellikle itikadî konularda nasları te’vil ederek aklı nakle hâkim kılmaya çalışan Mu’tezile yavaş yavaş teşekkül etmişti. Bunlar ve bunların dışındakiler, sahâbe ile tâbiîn âlimlerinin ve Müslümanların çoğunluğu tarafından ehl-i bid’at diye adlandırılmıştı.

Mu’tezile mensuplarının nakli ihmal edip orta yolu aşan akılcı bir metot takip etmeleri, yine bu mezhebin, Abbâsî halifeleri Memun ve Mutasım zamanındaki yükselişlerinden faydalanarak inanç ve düşünce özgürlüğünü engellemeye çalışmaları, halkın sevip saydığı Ahmed b. Hanbel gibi âlimlere eziyet edip “mihne olayı”na sebebiyet vermeleri, IV/X. yüzyılın başlarında köklü Sünnî mezheplerin kimlik bulmasına zemin hazırlayan sebeplerin başında gelmektedir.

İsimlendirme ve Kavramsal Çerçeve

Sözlükte “yol, gidiş, adet” demek olan sünnet, Kur’ân’da Allah’a nispet edilerek “Allah’ın değişmez kanunları” anlamında sünnetullâh şeklinde kullanılır. Sünnet kavramı ile genellikle “Hz. Peygamber’in söz, tutum ve davranışları” anlaşılmıştır. Kelam ilminde bid’atin karşıtı olarak sünnet, “Hz. Peygamber’in düşünce ve davranışlarına uygun bir yolu, O’nun emir ve yasaklarını, ilk Müslümanların Resûlüllâh’tan tevarüs ederek takip ettikleri anlayış ve çizgiyi” ifade eder. Sözlükte “topluluk, insan gurubu veya kitlesi” anlamına gelen cemaat ise, ıstılahta, “İslâm ümmetinin çoğunluğu (sevâd-ı â‘zâm), âlimler, bilhassa müctehid âlimler topluluğu demektir. Ehl-i Sünnet’e mensup olanlara Sünnî adı verilmektedir.

Tarihsel süreç ve olaylarla ilişkili olarak sünnet ve cemaat kavramlarından oluşturulan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat terkibi uzun bir zaman diliminde terimleşmiştir.

Tam ismi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat olan Ehl-i Sünnet; Hz. Peygamber’in, sahâbenin ve onların yolunu takip eden ilk nesillerin inanç sahasındaki görüş ve tercihlerini benimseyip izleyen geniş kesimlere verilen isimdir. Bu terkipteki ilk terim olan sünnet, Hz. Peygamber ve sahâbeyi referans vermekte; ikinci terim olan cemaat ise Müslümanların çoğunluğunun siyasi temayülüne, birlik ve beraberliğe işaret etmektedir. Sünnetin zıddı bid’at; cemaatın zıddı ise tefrika olarak anlaşılabilir.

Doğuşu ve Gelişimi

Hasan el-Basrî’nin (v. 110/728), yönetimin ve toplumun ıslahı için Haricîliğin isyan fikrine karşı çıkışı Sünnî siyaset anlayışı için sağlam bir temel teşkil etmiştir. Basrî haksızlık karşısında suskunluk ve tepkisizliği de onaylamamış, nasihat yöntemini uygulamış, Emevî idarecilerine yazdığı mektuplarda, yapılan yanlışları eleştirmiştir. Toplumda fitneye yol açan unsurlardan tümüyle kaçınılması gerektiğini öğütlemiş, hatta bu konuda Hz. Ali’yi bile hatalı bulmuştur. Yine Basrî’nin büyük günah sahibi Müslümanı İslâm dairesi içinde görmesi ve insanın fiilerinde kaderin mutlak belirleyiciliğini (cebir) reddetmesi de Sünnîlik için önemli referansları teşkil etmiştir.

Ehl-i sünnet akaidinin oluşumunu etkileyen diğer önemli isim Ebû Hanife’dir (v. 150/767). Bazı kaynaklarda Ebû Hanife’nin Mürcie gruplarından birinin kurucusu olarak gösterilmesi, o dönemde mezheplerin henüz teşekkül aşamasında olmasından kaynaklanmaktadır.

Ashâb-ı Hadis ve Selefîlik

Hadis ve sünnet, tarif edenlerin mensup oldukları ilmî camiaya göre birtakım farklı tanımlara konu olmakla birlikte, genellikle Hz. Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve takrirlerin toplamı olarak kabul edilmiştir.

İslâm kaynaklarında, genellikle Müslümanların Şâfiî’den önce Ashâb-ı Hadis ve Ashâb-ı Rey diye iki fırkaya ayrıldığı bildirilmektedir. Hadis ashâbı, insanları hadislere bağlanmaya teşvik edenler ve bunun dışındaki fikirlere uymaktan sakındıranlardır. İmam Şâfiî ve ashabı bu sıfatla anılan en önemli topluluk olarak tanınmıştır.

Ashâb-ı Rey ve Kelâm Mezhepleri

‘Rey’in anlamı ile ilgili olarak genellikle şöyle bir tarif benimsenmiştir: Rey, düşünüp taşındıktan ve doğru olan ciheti anlamak için araştırmada bulunduktan sonra varılan kanaat veya görüştür. Fıkıh usulünde, hakkında nass olmayan konulardaki ictihadın temeli olan rey, şeriatın gösterdiği düşünme yollarından gidilerek yapılan aklî bir faaliyettir. Bu anlamda genellikle ümmetin imamlarından müctehit olanlar, Ashab-ı Hadis ve Ashab-ı Rey olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Ashâb-ı Rey, Irak ehli yani Ebû Hanife ve ashâbıdır. Rey ve kıyas ehli, şeriatın manasının anlaşılabilir olduğunu kabul etmeleri nedeniyle Kur’ân-ı Kerim’de, sünnetin de teyit ettiği umumi asıllar bulunduğunu savunmuşlardır.

Eş‘arîlik

İsimlendirilmesi

Ebû’l-Hasan el-Eş‘arî (260/324-873/936) ve talebeleri tarafından Ehl-i Sünnet inanç esasları temelinde kurulan Eş‘arîlik, Mutezile mezhebinin Abbasî halifelerinin desteğiyle güçlenmesinden sonra, bu oluşuma ve diğer fırkalara karşı sahih akideyi Rasulullah’ın sünnetine uygun olarak savunma hedefiyle teşekkül eden bir mezheptir.

Gelişmesi

Eş‘arîlik, nakille aklı uzlaştırmak suretiyle Mutezile ile Selefiyye arasında mutedil bir çizgide yer almıştır. 5/11. yüzyıldan itibaren zamanımıza kadar aralarında Kâdî Abdülcebbâr, İbn Hazm, Ebû’l-Yüsr Pezdevî, Ebû’1-Muîn Nesefî, İbn Rüşd, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, İbn Teymiyye, İbn Kayyım el-Cevziyye, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi Mutezile, Mâtürîdiyye, Selefiyye ve tasavvuf çevrelerine mensup âlimler ve İslâm felsefesiyle ilgilenen kesimler tarafından eleştirilmiştir.

Eş‘arî’nin çizgisini kendisinden sonra güçlü âlimlerin sürdürmesi, hareketin sistemli bir kelâm mektebi haline gelmesini sağlamıştır.

Eş‘arî’nin Görüşleri

Ebû’l-Hasen el-Eş‘arî’ ehl-i bid’at mezheplerine karşı verdiği mücadeledeki yeri itibariyle Sünnî kelâmın önemli kurucularından biri olarak kabul edilmiştir. Bunda, hayatını sürdürdüğü Basra ve Bağdad gibi ilmî çevrelerin etkisinden başka, Mu’tezile mezhebinden ayrılması da etkili olmuştur. Eş‘arî’nin, kendisinden sonraki birçok âlim tarafından geliştirilmiştir.

Mâturîdîlik

Doğuşu ve İsimlendirilmesi

Asıl adı Muhammed b. Muhammed b. Mahmud olan el-Maturîdî, daha çok Ebû Mansur Maturidî (v. 333/944) adıyla ün kazanmıştır. Semerkand’ın Mâturid mahallesinde doğmasından dolayı bu isimle tanınmıştır. Mâturîdîlik, Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin görüşleri etrafında oluşmuştur.

Gelişmesi

Dini hususlarda sadece nakille yetinen Selefiyye ile, nakli ihmal edip aklı öne çıkaran Mu’tezile’nin din anlayışları isabetli bulunmadığından, Mâturidî nakille aklı uzlaştırma yöntemini uygulayıp geliştirmiştir. Nassı ihmal etmemekle birlikte itikadî esasların yanı sıra İslâm’ın bütün ana ilkelerini aklî bilgilerle yoğun bir şekilde temellendirmeye çalışmıştır.”