Batılı devletlerde gerçekleşen Sanayi İnkılabı, sömürgeciliğe hız kazandırmış ve Osmanlı Devleti’nin yıkılması yönündeki süreci daha da hızlandırmıştır. Sanayi Devrimi’nin söz konusu sürece etkilerini üç ana başlık
altında inceleyebiliriz. Coğrafi keşiflerden sonra sömürgeciliğin ilk aşamasında sanayileşmiş ülkelerin gerek hammadde ihtiyacının karşılanması gerekse yeni pazarlara açılmak gereği dünya üzerinde siyasi ve askerî mücadeleyi daha da kızıştıracaktır.. Coğrafi keşiflerle geleneksel kıtalar arası ticaret yolları değiştiği gibi Hindistan-Avrupa deniz yolu da Avrupalı devletlerin kontrolüne geçmiştir. Avrupa’nın ekonomik, kültürel, sosyal, din ve düşünce hayatında büyük değişikliklere neden olan keşifler Avrupa’nın siyasi yapısını da değiştirmiştir. Rönesans ve Reform hareketlerine zemin hazırlamıştır. Ayrıca Akdeniz kıyısındaki limanların önemini kaybetmesine karşılık Atlas Okyanusu kıyısındaki limanların önem kazanmasına neden olmuş, ticaret yaparak zenginleşen ve şehirlerde
yaşayan burjuvazinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Meydana gelen bu değişiklikler, büyük devletler arasında
rekabetin doğmasına yol açmıştır. Avrupalı devletler, ham maddelere sahip olan doğu milletlerini sanayiden mahrum bırakacak politikalarını sürdürürken doğunun bakir sahalarını aynı zamanda ürettiklerini satacak iyi bir pazar olarak görmüşlerdir.
Osmanlı Devleti de, sanayileşmiş güçlü devletler için verimli bir yatırım bölgesi, zengin ham madde kaynağı ve
iyi bir pazar durumunda idi. Hazinenin uğradığı zararın artması, diğer taraftan da Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanı sebebiyle düşmüş olduğu siyasi buhran, Osmanlı Devleti’ni serbest ticaret prensiplerini içeren Balta Limanı Antlaşması’nı imzalamak zorunda bırakmıştır. 1838 yılında imzalanan bu antlaşma ile İngiliz tüccarı en imtiyazlı millet olduğu gibi diğer ülkelerden getirilen malların da serbestçe ticaretini yapma imtiyazı elde etmiştir. Bu antlaşma Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayan sebeplerden birisi olacaktır. Osmanlı sanayi ve ticareti hızla çökmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nde ticaretin gayrimüslimlerin elinde bulunması ve bu unsurların kapitülasyonlardan da yararlanmaları, devletin ekonomideki gücünü iyice kırmıştır. Devletin gelirleri giderlerini karşılayamaz bir hale geldiği için 1854 tarihînde dış borçlanma başlamıştır. Bundan sonra yeni borçlanmalar yapılmış ve çok kısa bir süre sonra devlet borçlarını ödeyemez bir duruma gelmiştir. 1881 tarihînde yayımlanan Muharrem Kararnamesi ile Duyun-ı Umumiye idaresi (Genel Borçlar idaresi) kurulmuş ve alacaklarının tahsili için Osmanlı maliyesi büyük devletlerin kontrolü altına girmiştir.
18. yüzyıldan itibaren tekniğin, sınai üretimin ve ulaştırma imkânlarının gelişmesi ile çağdaş dünyada ortaya çıkan
değişimi ifade eden kavram “Sanayi İnkılâbı”dır. Sanayi İnkılabı’nı gerçekleştiren devletlerin takip ettikleri
politikalar, sanayinin ihtiyaçları ve ekonomik büyüme ekseninde gelişecektir Ancak politik çabalar sonuç
getirmeyecek ve bir paylaşım savaşı olarak nitelenen I. Dünya Savaşı kaçınılmaz bir hâle gelecektir. Siyasi
birliğini 1870’de kurması dolayısıyla sanayileşmesini geç gerçekleştirmiş olan Almanya sömürge paylaşımın da geç
kalmıştı. Ekonomik bakımdan geri kalmış olan Osmanlı Devleti ise sanayileşmiş güçlü devletler için yatırım, ham madde ve pazar durumundaydı.
Emperyalist Rekabet ve Kuvvetler Çatışması
Osmanlı topraklarında gerçekleşen hemen her olayda, Akdeniz’de egemenlik kurmak isteyen sanayileşmiş diğer devletler ile mücadele hâlinde bulunan İngiltere’nin
politikaları, ağırlıkla hissedildiğini söyleyebiliriz. İngiltere: Osmanlı devletinden kapitülasyonlar gibi ticari bazı ayrıcalıklar elde etmeyi başardıktan sonra Hindistan’a giden ticaret güzergâhının güvenliği İngiliz politikasının temelini oluşturmuştur. Orta Doğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla birlikte Osmanlı
hâkimiyetindeki bu yerlerde egemenlik kurmak İngiliz politikasının ana stratejisini oluşturmuştur. İngiltere’nin Osmanlı toprak bütünlüğünü savunur olmasının asıl sebebi
Hindistan ve Uzak Doğu’daki sömürgelerine giden yolun Osmanlı Devleti’nin elinde olması ve zengin petrol yataklarıdır. İngiltere’nin takip ettiği bu politika 20. yüzyıl
başlarından itibaren değişmiştir.
Fransa: İhtilalden sonra sanayileşmesini de tamamlayan Fransa’nın İngiltere’den sonra sömürgeci bir devlet olarak dünyada kendisini hissettirdiğini görmekteyiz. Osmanlı
toprakları, Fransa ve İngiltere gibi güçlü emperyalist devletlerin çıkar çatışmalarına sahne olacaktır. Osmanlı Devleti Fransa’daki ihtilal sonrasında Fransa ile iş birliği içinde önemli ıslahatlar yapmıştır. Bütün bu işbirliği ve yakınlaşmalara rağmen Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerindeki emellerini askerî güç ile halletmekten çekinmediği görülmektedir.
Almanya: Almanya, 1871’de birliğini tamamlayarak bir güç olarak ortaya çıktıktan sonra Avrupa’da güçler dengesi de değişmiştir. 1871 yılında Alman, Avusturya- Macaristan ve Rus İmparatorları bir araya gelerek “üç İmparatorlar Ligi” oluşturmuşlar, ancak üç İmparatorlar Ligi bir süre sonra dağılmış 1879 yılında Almanya ile Avusturya-Macaristan ittifakı kurulurken İngiltere ve Fransa da sahaya çıkarak çeşitli ittifaklar içinde yer almaya başlamışlardır. İngiltere’den sonra Fransa da Türk toprakları üzerindeki emperyalist çatışmada yerini almıştır.
Rusya: 18. yüzyılda hızla modernleşen ve Avrupa tekniğini ordularında başarıyla uygulayan Rusya, Yakın Çağ’da güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Sıcak denizlere inmek isteyen Rusya’nın bu dönemde Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ortodoks Hristiyanlar üzerinde de etkisi artırmıştır. Rusya’nın politikası, bütün Slavları Osmanlı Devleti ve Habsburg İmparatorluğu’nun harabeleri üzerinde birleştirmekti. Rusya’nın Panslavist propagandası gerçekten de işe yaramış, Balkan milletlerinin isyanlarının hazırlanmasında olduğu gibi Balkan Savaşlarının çıkmasında da önemli bir etken olmuştur.
Avusturya-Macaristan: Yakın Çağ’da büyük devletlerle, özellikle Rusya ile ittifaklar oluşturarak topraklarını Balkanlar’da genişleten Avusturya ise Balkanlar’da hakimiyet kurarak Selanik’e ulaşmak ve Adalar Denizi’ne çıkmak istiyordu ancak Avusturya her ne kadar sanayileşmiş ise de büyük devletler içinde bir varlık gösterecek duruma gelememişti. Avusturya-Macaristan, özellikle Rusya’nın desteklediği Sırbistan’dan gelebilecek bir saldırı karşısında Almanya’nın desteğine muhtaç bir duruma düşmüştü. Bu arada Birliğini kurarak güçlü bir devlet hâlinde sahneye çıkan Almanya’nın, yaşama alanı olarak doğusunda bulunan Rusya’nın denetimindeki toprakları görmesi Rusya’yı; güçlü bir donanma kurarak İngiltere sömürgelerine göz dikmesi de İngiltere’yi tedirgin etmişti, İngiltere Rusya’yı safına çekebilmek için Osmanlı toprakları üzerinde tavizler vermekten çekinmemiştir. Avrupa siyasi coğrafyasındaki bu ciddi gelişmeler İngiltere-Fransa-Rusya-Avusturya-İtalya- Almanya arasında gelişen olaylar ve siyasi hesaplar I. Dünya Savaşı’ndaki bloklaşmayı haber vermektedir. Bu gelişmeler Osmanlı Devletinin artık ne Avrupa’da ki ve ne de Avrupa dışındaki topraklarında tutunamayacağını göstermekteydi.
I. Dünya Savaşı’na kadar gelişen askerî ve siyasi olaylarda yer almayan Amerika, politikasını ticaretini geliştirmek üzerine kurmuştur. ABD, Osmanlı ülkesine nüfuz
edebilmek için misyonerlik faaliyetlerine girişmiştir. Amerikan misyonerlerinin Osmanlı Devleti’ndeki faaliyetlerinin ilk aşaması yöreyi, halkı, devleti tanıma; yerel dilleri, adetleri ve değerleri öğrenmekle geçmiştir.
Osmanlı Devleti’nin Çöküşü: “I. Dünya Savaşı” 17. yüzyıl sonlarından itibaren gerilemeye başlayan Osmanlı Devleti’nin kayıpları giderek artmış ve I. Dünya
Savaşı başlamadan önce Avrupa ve Afrika’daki topraklarının hemen hemen hepsini kaybetmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’nın büyük devletlerinin
oluşturdukları ittifaklar genişlemiş, Almanya, Avusturya- Macaristan ve İtalya Üçlü İttifak’ı; İngiltere, Fransa ve Rusya Üçlü İtilaf’ı oluşturmuşlardır.28 Haziran 1914 tarihînde Saray-Bosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdının öldürülmesiyle Birinci Dünya Savaşı başlamıştır.
Osmanlı Devlet, asırlardan beri kendisi hakkında beslenen ihtiraslar sebebiyle, Avrupa dengesinin bozulması yüzünden geleceği en fazla kararan ve tehdit altında kalan
bir memleket hâline gelmişti. Almanya’nın savaşı kaybedebileceği ihtimalini hiç kimse
düşünmüyordu. Ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki liderlerin de sadece Türklerin son asırda kaybettiği toprakları geri almak değil, aynı zamanda Rus İmparatorluğu’nu parçalamak ve büyük bir Türk devleti kurmak ümidi hâkimdi.
12 Haziran 1913 tarihînde Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi Tevfik Paşa vasıtasıyla İngiliz Dışişleri Bakanı Grey nezdinde resmen yapılan ittifak teklifi, Üçlü İttifak Devletlerince kendilerine bir meydan okuma şeklinde anlaşılabileceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Bir
yıl sonra 1914 yılı Mayıs ayında Talat Paşa, Kırım’da Rus Çarı’nı ziyaret ederek tekrar ittifak teklifinde bulunmuş ancak bu teklifi de İstanbul ve Boğazları ele geçirmek
hususunda müttefiklerini razı etmiş olan Rusya, Alman askerî heyetlerinin Türkiye’de olmalarını bahane ederek ittifak teklifini geri çevrilmiştir.
İttifak teşebbüslerinden bir netice alınamayınca Enver Paşa, sadrazam Said Halim Paşa ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey’i de ikna ederek Üçlü İttifak’a girmeye karar vermişlerdir. İstanbul’da Sadrazam Said Halim Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Alman Büyükelçisi’nin katıldığı gizli bir toplantı yapılmış ve Neticede 1 Ağustos 1914 günü yapılan gizli anlaşma ile Osmanlı yönetimi savaşa katılma antlaşmasını imzalamıştır. Akdeniz’de İngiliz donanması tarafından takip edilen Goben ve Breslav adlı iki Alman savaş gemisinin, takipten kurtularak Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmesi, Yavuz ve Midilli adları verilen bu gemilerin 29 Ekim 1914’te Karadeniz’de Odesa, Sivastopol ve Novorosisk limanlarını bombalamaları ile Osmanlı Devleti
resmen savaşa katılmıştır.
I. Dünya Savaşı’nda Cepheler
Savaşın, jeopolitik konumu sebebiyle Osmanlıtopraklarında yoğunlaşması kaçınılmaz görünüyordu. Bu itibarla her iki blokun da savaş planları Boğazlar, Çanakkale, Irak (Musul-Kerkük) ve Süveyş üzerine yapılacaktı. İngiltere, müttefiki Rusya’ya gerekli yardımı ulaştırabilmesi ve Osmanlı Devleti’nin saf dışı
dilebilmesi için boğazlara hakim olmak zorunda olduğu gibi Musul topraklarındaki petrolün de kontrolünü elinde bulundurmak istiyordu. Bu coğrafya aynı zamanda İngiltere’nin Hindistan yolunun kontrolü açısından da önem arz ediyordu. Yine Orta Doğu’nun kilit noktasını teşkil eden Süveyş Kanalı ve Mısır üzerinde İngiliz hâkimiyeti savaşın sonuçları bakımından son derece önem taşıyordu. Osmanlı devlet yöneticileri de bir yandan üç kıta üzerinde yayılmış olan devleti korumak isterlerken bir yandan da müttefiklerinin yükünü hafifletmek için İttifak bloku içinde yer aldıklarının farkında idiler.
Kafkas Cephesi: 1 Kasım 1914’te Rusların Doğu Beyazıt’tan saldırıya geçmeleri ile Kafkas Cephesi açılmıştır. Türk ordusu 22 Aralık’ta Sarıkamış Harekâtı’nı başlatmıştır. Bu harekât 25-26 Aralık 1914’de durdurulmuş ve büyük kayıplar verilmiş ise de 28 Aralık 1914’te Sarıkamış kuşatılabilmiştir. büyük ümitlerle girişilen Sarıkamış Harekâtı, Türk ordusunun yenilgisiyle sonuçlanmış Bu harekât sırasında 3. Ordu’nun neredeyse tamamının kaybedilmesi Anadolu’yu Rus istilasına karşı savunmasız bırakmıştır. Ayrıca Sarıkamış yenilgisini fırsat bilen Ermeni çeteleri taşkınlıklarını artırmışlar ve Rus ordusunu Anadolu’ya girmeye teşvik etmişlerdir. Doğu Anadolu’da hızla ilerleyen Ruslar, Erzurum’u, Trabzon’u, Muş’u, Bitlis’i, Bayburt’u, Erzincan’ı işgal etmişlerdir. Bu cephede Mustafa Kemal komutasındaki kolordu ,Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtarmıştır. 1917 yılında Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması üzerine Rusya ile 3 Mart 1918 tarihînde Brest-Litovsk Antlaşması imzalanmıştır. Daha sonra Kazım Karabekir Paşa tarafından Kars, Ardahan ve Batum kurtarılmıştır. Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı mücadele verilirken, Ermenilerin de Rus ordusunda savaşmaları Ermeni sorununun yaşanmasına
neden olmuştur.
Kanal Cephesi: 1 Kasım 1914’te İngilizlerin Süveyş Kanalı’nda Akabe Limanı’nı bombardıman etmeleri ile Filistin-Suriye cephesi açılmıştır. Kanal cephesin de amaç,
İngiliz İmparatorluğu’nun Hindistan’a giden ana damarın kesilmek istenmesiydi ve harekâtın politik hedefi Hindistan-Mısır-Malta bağlantısı yerine Hamburgİstanbul-
Kuveyt yolunu kurmak suretiyle Süveyş Kanalı’nı devreden çıkarmaktı.1.ve 2. Kanal harekatları ne yazık ki Osmanlının başarısızlığı ile sonuçlanmıştır.
Çanakkale Cephesi: İngilizlere göre, Boğazlara girişilecek bir harekâtla, İstanbul Müttefiklerin kontrolü altına girecek, Asya Türkiye’sindeki kuvvetlerin Avrupa
Cephesi’nde faaliyet gösteren kuvvetlerle bağlantısı kesilecek ve böylece Kafkas Cephesi’nde bulunan Rus kuvvetlerinin yükü hafifletilerek Osmanlı Devleti barış
yapmaya mecbur edilecekti. Dolayısıyla, Almanya karşısında bunalan Çarlık Rusya’sının savaş gücünü de takviye edebileceklerdi. Müttefik Devletler, Boğazlardan
rahatlıkla geçebileceklerinden çok emindiler, ancak başarılı olamayan düşman, 10 Ocak 1916’da tamamen Çanakkale’den çekip gitmiştir. Çanakkale’de kazanılan zafer ile Müttefiklerin bütün hesapları bozulmuştur. Çanakkale Zaferi üzerine Rusya’ya giden yolu
açamadıkları gibi Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi çıkarmış, savaşın bitiminde başlayacak olan İstiklal Harbi’nin liderini Türk milletine kazandırmıştır.
Irak Cephesi: İngiltere, Basra Körfezi’nden kuzeye doğru çıkıp Rusya ile irtibat kurmak, Türk kuvvetlerinin İran’a girip Hindistan yolunu tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca Orta Doğu’nun zengin petrol kaynaklarına sahip olan bu bölgede hakimiyet kurmak düşüncesinde olan İngilizler, harekete geçerek 1 Kasım 1914’te Basra
Körfezi’ne asker çıkardılar. İngilizler, bir yıla yakın bir süre bölgeyi kontrol altına almışlarsa da Ruslarla birleşmeleri mümkün olmamıştır. İngiliz altınlarına ve
bağımsızlık vaatlerine kanan pek çok Arap kabilesinin tutumu cephenin kaderini belirlemiştir. Bağdat’ın düşmesinden sonra İngilizler, 30 Ekim 1918’de mütareke imzalandıktan sonra da Musul’u işgal etmişlerdir.
Galiçya Cephesi: Savaşın başın da Romanya diğer Balkan Devletleri gibi tarafsız kalmak istiyordu. Rusya ise Romanya’nın kendi yanında savaşa katılması için çalışıyordu. Bu kararsızlık içerisinde İtilaf blokuna meylettiği anlaşılan Romanya ile Rusya ve Fransa
arasında görüşmeler başlamış ve İtilâf Devletleri ile Romanya arasında bir antlaşma imzalanmıştır. Avusturya Galiçya Cephesi’nde Ruslara karşı beklenen başarıyı gösterememiştir. İşte bu zamanda Alman ve Türk birlikleri Avusturya’ya yardım etmek amacıyla Galiçya Cephesi’ne gönderilmişlerdir. Türk kuvveti burada çetin savaşlar
yapmışlar, ağır kayıplar vermişlerdir. Sonunda Avusturya Galiçya’dan çekilmek zorunda kalmıştır.
Hicaz Cephesi: Osmanlı Devleti dünya savaşına girdikten kısa bir süre sonra “Cihad-ı Mukaddes” fetvası ilan edilerek Müslüman ülkelerin Osmanlı Halifesinin yanında
yer alması istenmiştir. Ancak Araplar Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırmanın zamanının geldiğini düşünerek mukaddes Cihad çağrısından uymamışlardır. 7 Haziran
1916’da İngiltere’nin istekleri doğrultusunda yapılan anlaşma ile de İngiltere’nin destekleriyle Arap Devletinin kurulması planlanmıştır. Osmanlı Devleti’ne savaş ilan
eden şerif Hüseyin, Ekim ayında da kendisini Arabistan Kralı ilan etmiştir. Osmanlı Devleti, Padişah ve Halife’ye karşı başlatılan bu isyanı İslam dünyasına duyurmaya çalışmıştır ancak bu sonucu değiştirmemiş Hicaz cephesi hüsranla sonuçlanmıştır.
Filistin Cephesi: Mekke Emiri şerif Hüseyin’in isyanı ve İngiliz desteğiyle Hicaz’da önemli başarılar elde etmesi ile İngilizler Filistin ve Suriye’yi geçerek Gazze ve Kudüs ü
de ele geçirmişler, ilerleyen İngiliz birlikleri Şam, Halep ve Beyrut’u da ele geçirmiştir. Bu arada Talat Paşa Hükûmeti istifa etmiş, İngiliz-Hindistan birlikleri de Mezopotamya’da Dicle boyunca ilerlemeye devam etmiştir.
Osmanlı Ermenilerinin Yeniden Yerleştirilmeleri
Osmanlı toplumu içinde imtiyazlı bir hayat süren Ermeniler Tebaa-i sadıka olarak anılmışlar ve devletin önemli görevlerinde bulunmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı
sırasında Osmanlı Devleti’ndeki Ermeniler cephede ve cephe gerisinde düşmanla iş birliği yapmışlar, isyanlar çıkarmışlardır. Yine Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte Ermeni çeteleri, savaşa giden orduların boş bıraktığı Doğu Anadolu’da Müslüman ahaliye saldırmışlar, çok sayıda gönüllü Ermeni, Rus ordusunun yanında yer almış ve Türk askerlerine arkadan saldırmıştır. Bunun üzerine Osmanlı devleti 24 Nisan 1915 tarihînde vilayetlere ve mutasarrıflıklara gizli bir tamim göndermiş ve Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir. 27 Mayıs 1915 tarihînde çıkarılan geçici bir kanunla asayişi bozan silahlı saldırgan ve direnişçilerin tecavüz ve direnişleri sırasında imha,
casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını başka yerlere sevk ve iskan etmelerine karar verilmiştir. Göçe tabi tutulan Ermenileri gerek nakilleri sırasında
gerekse konaklama yerlerinde taciz etmeye kalkışanların divan-ı harbe (sıkıyönetim mahkemesi) verilmeleri ve görevlerini suiistimal edenlerin hemen mahkemeye sevk
edilmeleri kararlaştırılmıştır. Alınan önlemler doğrultusunda 700.000 civarında Ermeni, Suriye bölgesinde iskân edilmiştir. Göç sırasında askerî ve ekonomik bakımdan imkânsızlıklar, iklim şartları, salgın hastalıklar nedeniyle çok sayıda Ermeni hayatını kaybetmiştir.