Cinsiyet değişkeniyle dindarlık ilişkisini ele alan araştırmalar, ulaştıkları genel sonuçlar itibarıyla üç grupta toplanabilir. Bir kısım araştırmalara göre kadınlar, erkeklerden; diğer bir kısmına göre erkekler kadınlardan daha dindardırlar. Bir kısım araştırmalara göre ise, cinsiyet ile dindarlık arasında istatistik açıdan anlamlı bir ilişki yoktur. Birinci grupta yer alan araştırmalar, genel çizgileri itibarıyla daha ziyade Batı kaynaklı iken, ikinci gruptakiler Doğu kaynaklı görünmektedir.
Genel olarak Batı Avrupa ve ABD eksenli pek çok araştırma, kadınların erkeklere oranla daha dindar olduklarını ortaya koymuştur. Bu araştırmaların bir kısmına göre Hıristiyan mezheplerin tamamında kiliseye gidenlerin oranı, kadınlarda daha yüksektir. Erkeklerle karşılaştırıldıklarında kadınlar, kendilerini Tanrı’ya daha yakın hissetmekte ve ibadetleri sırasında daha yüksek bir ruhanilik yaşamaktadırlar. Yine kadınlar, daha fazla ibadet etmekte, kutsal kitapları okumakta ve dua etmektedirler.
Batılı toplumlarda yapılan araştırmalarda, her ne kadar kadınların erkeklere nispetle daha dindar olduğu yönünde bulgulara ulaşılmışsa da bu durum, her yer için geçerli evrensel bir olgu olarak kabul edilemez. Hatta büyük ölçekli bazı çalışmalarda gerek kişisel dindarlık gerekse dinî etkinliklere katılma hususunda her iki cinsiyet arasında belirgin bir farklılık tespit edilememiştir. Ayrıca, Yahudiler ve Müslümanlar arasında gerçekleştirilen pek çok araştırmada erkeklerin kadınlardan daha dindar olduğu yönünde bulgulara ulaşılmıştır.
Gerçekten de Müslüman Türk örneklemi üzerinde yürütülen bazı çalışmalarda erkeklerin dindarlık puanlarının kadınlardan daha yüksek çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda olmak üzere, İzmir, İstanbul ve Erzincan’da halka yönelik; Ankara, Konya ve Kayseri’de üniversite öğrencilerine yönelik yapılan araştırmalarda Allah’a, Hz. Muhammed’in Peygamberliğine, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna kesin olarak inanma ile ibadetleri yerine getirme oranının erkeklerde daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ancak erkekler lehine olan bu farklılık da genelleştirilemez. Zira kadınların erkeklerden daha dindar olduğunu ortaya koyan araştırmaların yanı sıra, dindarlık açısından her iki cinsiyet arasında anlamlı farklılıkların olmadığını tespit eden çalışmalar da mevcuttur. Her iki sonuç ile ilgili çalışmalara örnek vermek yerinde olacaktır: Buna göre Günay (1999), Çelik (2002), Kayıklık (2003), Kirman (2005) ve Yapıcı’nın (2007) tespitine göre kadınlar erkeklerden; Bayyiğit (1989), Karaca (2000), Kula (2001), Mehmedoğlu (2004), Onay (2004) ve Uysal’ın (2006) bulgularına göre erkekler kadınlardan daha dindardır.
Dindarlık biçiminin yapı ve kalitesini belirleyen demografik değişkenlerden biri, yaş değişkenidir. Yaş- dindarlık ilişkisiyle ilgili çalışmalar ABD başta olmak üzere, daha çok Batı kaynaklıdır. Ülkemizdeki araştırmalar, henüz belirgin bir kanaate ulaştırabilecek yeterlilikte değildir. Yapılan araştırmalar ise, insanın tüm gelişim dönemleri hakkında fikir vermekten çok bir veya iki gelişim dönemiyle sınırlı görünmektedir. Bulguların büyük çoğunluğu gençlik ve ilk yetişkinlik dönemlerine karşılık gelen 17-30 yaş aralığındaki üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirilen araştırmalara dayanmaktadır.
Araştırmalar incelendiğinde yaş-dindarlık ilişkisiyle ilgili genel sonuçların esasen cinsiyet-dindarlık ilişkisinde görüldüğü gibi çeşitlilik arz ettiği görülür. Buna göre yapılan araştırmaların bir kısmı, yaşın artmasıyla birlikte dindarlığın da güçlendiğini ortaya koyarken bir kısım araştırmalar, yaşın artmasına bağlı olarak dindarlığın zayıfladığını göstermiştir. Diğer bir kısım araştırmalarda ise, yaş ile dindarlık arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. İnsanlar arasında yaşlıların daha dindar olduklarıyla ilgili kanatın yaygın olduğu bilinir.
Dinî hayatın şekillenmesinde yaş değişkeninin etkisini araştıran ABD’li bilim adamları, ortaya çıkan çeşitliliğin ortak sonuçlarını tespit etmeye çalışmışlardır. Daha sonra benzer sonuçlar bir araya getirilerek kuram halini almıştır. Geleneksel, Kararlılık ve İlgisizlik kuramları, bu çerçevede gündeme gelen açıklama tarzlarıdır. Geleneksel Kuram, 18-30 yaş aralığında dinî etkinliklerde önemli bir düşüşün yaşandığını, dinî yönelişlerde yeniden artışın ancak 30’lu yaşlardan itibaren gerçekleşebileceğini savunur. Kararlılık Kuramı, yaşlanmayla birlikte dinî hayatta kayda değer önemli değişmelerin ortaya çıkmadığını öne sürer. Bu kurama göre bireyin dindarlığı belirli bir çerçeve içerisinde sürüp gider, ciddi bir değişime uğramaz. İlgisizlik Kuramı ise, yaş ile dindarlık arasında ters orantılı bir değişmenin söz konusu olduğunu iddia eder. Buna göre yaş ilerledikçe dindarlık zayıflar.
Orta yaş döneminde dine ilginin yeniden canlanması hayatın anlamına ilişkin sorgulamaların yaşanmasıyla, yaşam kalitesi ve mutluluk düzeyiyle, içinde bulunulan bunalım, kararsızlık ve gerilimlerden kurtulma arzusuyla da yakından ilişkilidir. Bu noktada şu hususu özellikle vurgulamak gerekir ki, kişinin aile ortamı, sosyalleşme tarzı, aldığı eğitim, bağlı olduğu grupların etkisi, dinî kimliğiyle özdeşleşme düzeyi ve şahsiyeti, onun dine olan ilgisi ya da ilgisizliğini belirlemede önemli bir paya sahiptir. Dolayısıyla 18-35 yaş arası yetişkinlerde dindarlığın kısmen zayıflamasının çok çeşitli sebeplerden beslendiği söylenebilir.
Bireyin dindarlık düzeyini etkileyen demografik değişkenlerden bir diğeri, öğrenim durumudur. Öğrenim durumu-dindarlık ilişkisini iki boyutta ele almak uygun görünmektedir. Boyutlardan biri, eğitim-öğretim düzeyidir; diğeri ise, yapılan eğitim-öğretimin içeriğidir. Konumuz itibariyle öğrenim düzeyi-dindarlık ilişkisi, bireyin ilköğretimden üniversiteye kadar geçirdiği eğitim- öğretim aşamalarının kişisel dindarlığı üzerindeki etkilerini içermektedir. Öğrenim içeriği-dindarlık ilişkisi ise, eğitim kurumlarında alınan eğitim-öğretim içeriklerinin bireyin dindarlığının kalitesi üzerindeki etkilerini içermektedir.
Genel olarak ifade etmek gerekirse, aile ortamında dine yönelik güdülenmelerle dinî temelleri atılan çocuk, aile ve yakın çevresinin etkisiyle din ağırlıklı bir öğretim programına yönelebilmektedir. Bu çerçevede düşündüğümüzde geride bırakılan her eğitim sürecinin, dindarlıkta artışı da beraberinde getireceği söylenebilir. Küçüklüğünde hafızlık yapmış birisinin isteyerek ve severek İmam Hatip Lisesini okuması ve bu okuldan mezun olduktan sonra aynı istekle İlahiyat Fakültesine devam etmesi, aldığı temel dinî eğitimin doğal bir sonucu olarak dindarlığını arttıran bir süreçtir. Nitekim din öğretimi veren okullarda yapılan araştırmalar bu neticeyi desteklemektedir.
Bu çerçevede ele alındığında bazı araştırmalara göre eğitim düzeyi yükseldikçe, dine olan ilgi artmakta; yaşanan dindarlığın kalitesi yükselmektedir. İlgili bulgular incelendiğinde, bunların daha çok etkin din hizmetleri veren Hıristiyan, Yahudi ya da çeşitli mezheplere bağlı eğitim kurumlarında yürütülen din merkezli öğrenim hayatının göstergeleri olduğu tespit edilebilir. Kur’an Kursları, İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri, ülkemizde bu çerçevede benzer sonuçların gündeme geldiği örnekler arasında yer almaktadır.
Bazı araştırmalara göre eğitim düzeyi yükseldikçe dine olan ilgi azalmakta ya da dinin başta ibadet olmak üzere tecrübe, etki boyutlarında önemli düşüşler yaşanmaktadır. İlköğretim, ortaöğretim ve yüksek öğretim çerçevesinde yürütülen bu araştırmalara göre ilköğretim seviyesindekiler ortaöğretim düzeyindekilerden, bunlar da yüksek öğretim seviyesindekilerden daha fazla dinden etkilenmekte; karar verirken dinî hassasiyetlere daha fazla dikkat etmekte; dinî sorumlulukları ve ödevleri daha fazla içselleştirmekte ve psiko-sosyal sorunlar karşısında daha fazla dine müracaat etmektedirler. Müslümanlar üzerinde yapılan bazı araştırmalar, burada gündeme getirilen ilişkiye uygun düşmektedir. Bu araştırmalara göre, öğrenim düzeyi yükseldikçe özellikle namaz ibadetine devamlılık düşmekte, seçim ve tercihlerde dinî ilkelere uyma davranışı azalmakta, sadaka vb. dinî yardım ve bağışlar düşmekte ve dinî organizasyonlara katılım zayıflamaktadır.
Genel olarak toplumsal çeşitlilik incelendiği zaman, bu çeşitliliğin ardındaki en önemli unsurlar arasında sosyo- ekonomik farklılıkların var olduğu sonucuna ulaşılabilir. Kuşkusuz sosyo-ekonomik durum, toplum içerisinde yaşam standartlarıyla farklı olduğunu gösteren sosyal sınıf ya da tabakaları ifade eder. Barınmadan korunma ve eğlenmeye kadar sahip oldukları imkânlar açısından sosyo-ekonomik düzeyi yüksek zenginler sınıfı, orta hallilerden, özellikle de sosyo-ekonomik düzeyi düşük fakirler ya da yoksullardan bariz çizgilerle ayrılır. Daha açık bir ifadeyle zenginlerin dünyası, daha çok imkân ve fırsatlar dünyasını temsil ederken fakir ve yoksulların dünyası, birçok imkânsızlık ve sınırlılıklar içerir. Doğal olarak bu farklılık, bütün diğer ilişkilerde düzenleyici bir rol oynadığı gibi dine ve kutsala yaklaşımda da etkin bir rol oynar.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde yapılan çalışmalar, dinî faaliyetlerin daha çok ekonomik durum itibariyle orta gelir düzeyinde olanlar tarafından yürütüldüğünü göstermektedir. Zenginler daha ziyade göze hitap eden dinî faaliyetler içerisinde yer alırken, fakirler genellikle dinin duygusal ve manevî boyutuyla ilgilenmektedirler. Buna göre gelir düzeyleri farklı olanlar, dinî hayatın değişik boyutlarında farklı tutum ve davranışlar sergileyebilmektedir. Esasen sosyal statü ile dindarlık ilişkisi, farklı görüntüler altında yansıma bulabilir. Bu bağlamda örneğin gelirlerine kıyasla yaptıkları katkılar düşük görünse de gelir seviyesi yüksek olanlar, dinî organizasyonlara daha fazla bağış yapabilmektedirler. Başka bir ifadeyle onlar, bu tür organizasyonlara doğrudan katılmak yerine, genellikle maddî katkı sağlamayı tercih edebilmektedirler. Bu durum, zenginlerin dinî hayatla ilişkilerinin kısmî ve dolaylı olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Görüldüğü üzere sosyo-ekonomik durum ile dindarlık arasındaki ilişkiler tek yönlü ve tek boyutlu değildir. Bu nedenle dindarlık ile gelir düzeyi arasındaki ilişkilerin farklı sebeplerden beslenerek şekillendiğini söylemek mümkündür. Araştırma bulgularında kültür farklılıklarının oynayabileceği roller de hesaba katıldığında, sonuçların da doğal olarak farklılaşacağı öngörülebilir. Nitekim Hıristiyan ve Müslüman örneklem üzerinde gerçekleştirilen çalışmaların sonuçları, konunun sadece gelir düzeyiyle ilişkili olmadığını ortaya koymaktadır (Yapıcı, 2006). Bu noktada Batılı çalışmalardan elde edilen bulgular, ülkemizde yapılan çalışmaların sonuçlarıyla kısmen benzerlik arz etse bile, birçok yönüyle uyuşmadığı söylenebilir. Örneğin Batı’daki çalışmaların bir kısmına göre dinden en uzak kesimi dar gelirliler teşkil ederken ülkemizde yapılan çalışmalarda, orta ve alt sosyal tabakada olanların din ile daha fazla ilgilendiği; en az ilgili olanların ise, üst tabakaya ait oldukları tespit edilmiştir. (Günay,1986). Bu çerçevede ülkemizde gerçekleştirilen araştırmalar, gelir düzeyinin artmasına paralel olarak dine olan ilginin de azaldığını ortaya koymuştur.
Batı dünyasında zenginlerin din ile kurmuş oldukları kısmî ve dolaylı ilişkiyi bir tarafa bırakacak olursak genel olarak araştırmalardan şu sonucu çıkarabiliriz: Sosyo-ekonomik durum ile dindarlık ilişkisinde en yüksek dindarlık düzeyine, orta sosyo-ekonomik düzeyde olanlar ulaşmaktadır. Bunları ikinci sırada alt sosyo-ekonomik düzeydekiler takip etmektedirler. Dinî hayatla ilişkisi en zayıf olanlar, yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip olanlardır. Bu genellemede istisnaların olabileceği hususu, elbette akılda tutulması gerekir önemli bir husustur.
Yapılan araştırmalar, bireyin yaşadığı yerleşim biriminin köy, kasaba ya da şehir olması ile dindarlığı arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Elde edilen bulgular, büyük yerleşim birimleri olan şehirlere oranla köy, kasaba veya ilçe gibi küçük yerleşim birimlerinde yaşayanların dine daha fazla yakın durduklarını ve dindarlık düzeylerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Batıda yapılan araştırmalarda genel olarak kırsal kesimlerde yaşayanların, özellikle de çiftçilerin geleneksel dinî değerlere daha bağlı olduklarını ve dindarlık düzeylerinin şehirlerde yaşayanlara göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur (Hunter, 1983; Brown, 1988). Bazı araştırmalar, köy-şehir ayırımı yerine küçük yerleşim birimi-büyük yerleşim birimi ayırımını benimsemiştir. Bu ayırıma göre yapılan araştırmalarda nüfusu 50000’e kadar olan yerleşim birimlerinde dinî hayatın, büyük şehirlere oranla daha canlı olduğu tespit edilmiştir. (Glock ve Stark, 1966; Mol, 1972).
Genel olarak incelendiğinde Batıdaki çalışmaların çoğunluğu, sosyal çevre-din ilişkisini sekülerleşme/dünyevileşme bağlamında ele almaktadır. Buna göre kırsal kesimlerde yaşamanın toplumsallaşma açısından olumlu etkisi, dindarlığa da yansımaktadır. Şehir ortamı ise, sosyal hayatta dünyevî katkılar sağladığı için dindarlığı da bu yönde etkilemektedir. Bunun anlamı şudur: Kırsal ya da nüfusun az olduğu yerlerde yaşayanlar, şehirlerde ya da nüfusu kalabalık yerlerde yaşayanlara göre geleneksel inançlara daha çok bağlanmakta; dinî aktivitelere daha çok katılmakta ve dinî inançlarında daha muhafazakâr olmaktadırlar.
Genel olarak il ve büyük şehir gibi nüfusun yoğun olduğu yerleşim birimlerinde yaşayanlar, diğer daha küçük yerleşim birimlerinde yaşayanlara oranla dine daha ilgisiz ve uzak durmaktadırlar. Kuşkusuz bu neticede, kalabalık yerleşim bölgelerinde sosyal ilişkilerin oldukça gevşek olması ve bencilliğin artması; sosyal kontrol mekanizmalarının işlevini yitirmesi veya çoğu zaman etkisiz kalması; modernleşmeye bağlı hızlı, bireyselleşmiş, paylaşım ve yardımlaşma gibi dinî değerlerden uzak bir yaşam standardının gelişmesi gibi pek çok faktör belirleyici bir rol oynar.
Dindarlığı etkileyen demografik değişkenlerden biri de medeni durumdur. Medeni durum bekâr, evli, boşanmış ve dul şeklinde bireyin başka birisiyle olan ilişki ya da ilişkisizlik durumunu ifade eder. Medeni durum, insanın yaşadığı hayatla bağlantılarını, toplumsal hayatta üstlenmesi gereken rolleri ve başkalarına yönelik temel sorumluluklarını belirleyen en önemli olgulardan biridir. Araştırmaların da gösterdiği gibi bekârlık, evlilik ya da boşanmışlık ve dulluk, bireyin hayata ve olaylara bakışını, nerede ne zaman, nasıl davranabileceğini yönlendiren iç ve dış dinamikleri içerir. Bu bağlamda medeni durum ile dindarlık arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Buna göre dindarlık evliliğe yön verirken, evlilik de dindarlığın biçimini şekillendirir.
Medeni durum ile dindarlık ilişkisini konu edinen birçok araştırma mevcuttur. Batı’da yapılan araştırmalara genel bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, bunların birbirinden farklı sonuçlar ortaya koyduğunu görebiliriz. Genel olarak evlilerin bekârlara göre daha dindar olduklarına dair bulgular yaygın olmasına karşın, birçok araştırmada evlilik ve bekârlık açısından evlilerin lehine küçük farklılıklar bulunmuştur. Yapılan bir araştırma sonucuna göre, bekâr kadınların kiliseye devamda evlilere oranla daha önde oldukları gözlemlenmiştir. Evlilerin bekârlara göre daha yaşlı olabilecekleri göz önünde tutulduğunda bu durum, çarpıcı bir sonuç olarak görünür. Zira ilerleyen yaşla birlikte dinî aktivitelerde belirgin bir artış söz konusudur. Eşini kaybetmiş dulların bekâr ve evlilere göre özellikle günlük dua ve ölüm sonrası hayata inanmada daha çok dinî davranış sergiledikleri görülmektedir. Dulların daha yüksek yaş ortalamalara sahip olmaları, bu bulgunun bir açıklaması kabul edilebilir. Ayrıca tespitlere göre dullar, maneviyata ve ölüm sonrası hayatta sevdikleriyle kavuşacaklarına inanma eğilimindedirler. Boşanmış ve ayrı yaşayanlar da evlilerden ortalama olarak daha yaşlıdırlar ve muhtemelen dullardan daha gençtirler. Ancak onlar küçük istisnaların dışında birçok dinî aktivitede, evlilerle benzer özellikler sergilemektedirler. Bazı kiliselerin boşanmayı kınaması ya da hoş karşılamaması, bu durumun açıklaması olabilir.
Türkiye’de gerçekleştirilen çeşitli araştırmalarda evlilerin dinî pratikleri yerine getirme açısından bekârlara göre genel anlamda daha önde olduğu ortaya çıkmıştır. Batı’da yapılan araştırmaların karmaşık sonuçlarının aksine ülkemizdeki araştırmalar, evlilik ile dindarlık arasında daha güçlü bir bağın söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen araştırmalarda, evli yetişkinlerin bekâr yetişkinlerden daha dindar olduğu tespit edilmiştir. (Yıldız, 1998).