Ayetullah Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında mollaların etkisi daha ağır basarak dini kurallara dayalı bir devlet kuran ülke hangisidir?
1979 İran Devrimi mollaları, pazar esnafı ve tüccarları, laik İran milliyetçilerini, bazı Marksistleri ve çoğu eğitimli olan kadınları bir araya getirmiştir. Ayetullah Humeyni liderliğinde gerçekleştirilen devrim sonrasında mollaların etkisi daha ağır bastığı için İran’da dini kurallara dayalı olduğu iddia edilen bir devlet kurulmuştur.
“Pozitif Felsefe Dersleri” ve “Pozitif Politik Sistem” adlı kitaplarında, sosyolojiyi yeni ‘pozitivizm dini’ nin temeli olarak tasavvur eden düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
Auguste Comte kendi yeni bilimini, sosyolojiyi, eşit derecede hem din hem de bilim olarak görmüştür. “Pozitif Felsefe Dersleri” ve ayrıca “Pozitif Politik Sistem” adlı kitaplarında Comte, ilk önce sosyal fizik diye adlandırdığı sosyolojiyi, sadece bilimlerin kraliçesi olarak değil, aynı zamanda giderek tüm var olan dinleri görüş mesafesinin dışına iten yeni ‘pozitivizm dini’nin de temeli olarak tasavvur etmiştir.
Aşağıdaki laiklik ilkelerinden hangisi mutlak tarafsızlığı içermektedir?
Laikliğin bütün inanç gruplarına eşit mesafede bulunması, onun bütün din ve mezhepler karşısında tarafsız tavır almasını içermektedir.
Aşağıdakilerden hangisi dinin toplumsal işlevlerinden biri değildir?
Din, muhafazakar yönünü devreye sokarak mevcut sosyal düzen ve düzenlemeleri koruyabilmekte ve istikrar unsuru olabilmektedir.
“Toplumsal değişim, toplumun tabiatının bir gereğidir” sözü kime aittir?
Değişim, toplumlar için de bir zorunluluktur. Değişmeyen veya içinde değişimin olmadığı bir toplum düşünmek mümkün değildir. Toplumsal değişim, toplumun tabiatının bir gereğidir. İbn Haldun’un (1332-1406) da işaret ettiği gibi toplumsal değişim kaçınılmaz ve evrensel bir fenomendir. Toplumlar, hiç bir zaman durağan (statik) olmamışlardır. Değişim, toplumsal hayatın bir geleneğidir.
Aşağıdakilerden hangisi “Substantif (substantiyel, özsel)” din tanımı yapan düşünürler arasında yer alır?
E. Durkheim, M. Yinger, K. Marks, T. Parsons, G. Lenski, T. Luckmann ve C. Geertz gibi sosyologlar dine işlevselci bir tanım getirmeye çalışmışlardır.
I. Rönesans ve Reform hareketleri
II. Bilimsel ve teknik buluşlar
III. Aydınlanma hareketleri
IV. Sanayi devrimleri
Yukarıdaki hangi olaylardan sonra kilisenin ve halkın din ve dünya görüşü sorgulanmaya başlanmıştır?
Rönesans ve Reform hareketleri, bilimsel ve teknik buluşlar, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki Aydınlanma hareketi, Fransız ve Sanayi devrimleri gibi olay ve olgular, toplumların siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel hayatlarında büyük değişmeler meydana getirdiği gibi kilisenin ve halkın din ve dünya görüşü de sorgulanmaya başlanmıştır. Çünkü Kilise doğa bilim araştırmaları ve yeni buluşlar karşısında, bilim adamlarına karşı (örneğin, Galile,1564–1642, hatırlanabilir) olumsuz tutum takınmıştır. Kilisenin bu yanlış tutumu din karşıtlığını arttırmıştır.
“Demografya, göç ve şehirleşme ile kendini gösteren değişimin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da dindarlaşma, cemaatleşme, dini örgütlenme, dini gruplaşma, yönünde etkili olmuştur.” Bu durumda toplumsal değişim ve din arasındaki ilişki aşağıdakilerden hangisidir?
Bazen toplumda, toplumun yapısında öyle bir değişim gerçekleşir ki bu değişim, dinin lehine işlevsel olabilir. Dinin toplumsal değişimden olumlu etkilenmesine örnek olarak; demografya, göç ve şehirleşme ile kendini gösteren değişimin, Türkiye’de ve Ortadoğu’da dindarlaşma, cemaatleşme, dini örgütlenme, dini gruplaşma, yönünde etkili oluşu verilebilir.
Sosyal olayları, organizmacı teorilerde olduğu gibi, canlıların organlarıyla karşılaştırmalar yaparak açıklamaya çalışan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
Gazali, sosyal olayları, organizmacı teorilerde olduğu gibi, canlıların organlarıyla karşılaştırmalar yaparak açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre toplum, bir canlıya benzemekte ve tıpkı canlıda olduğu gibi çeşitli organlar, toplumdaki çeşitli fonksiyon ve mesleklere karşılık gelmektedir. Örneğin, yargıç toplumun arzusu, polis öfkesi, devlet başkanı ise kalbi ve sağduyusudur. İnsanın yaratılışı gereği yalnız yaşayamayacağını ve yaşayabilmek için toplumsal bir hayat sürmenin zorunlu olduğunu belirten Gazali’ye göre dinin, bir yandan tamamen ferdi ilgilendiren sübjektif bir yönü olduğu gibi, diğer yandan bir de toplumu ilgilendiren objektif bir yönü bulunmaktadır.
Eflatun, “Kanunlar” adlı eserinde aşağıdaki görüşlerden hangisini savunur?
Eflatun, uygun bir devlet ve anayasa planını çizdikten sonra, koyduğu kanunların sadece maddi yaptırımlarla tutunamayacağını, asıl manevi yaptırımlar gerektiğini, bunu da ancak dinin verebileceğini söylemektedir. Toplumda rastlanan her türlü bozukluğun dinsizlikten, inançsızlıktan ileri geldiğini, dolayısıyla iyi bir toplum düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizlikle savaşmak ve bunun için de birçok devletin yaptığı gibi, dinsizlik aleyhinde kanunlar çıkarmak gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre, dinsizliği önlemek için kanun çıkarmak da yeterli değildir. Çünkü dinsizliğin asıl sebebi maddi değil, manevidir. Ayrıca, dinsizliğe götüren materyalist felsefeye karşı, spiritualist bir felsefe kurmak gerektiğini ekler.
Hangisi Türkiye’deki laiklik anlayışı ve uygulamasını diğerlerine göre daha çok etkilemiştir?
Laiklik (laïcisme) teriminin kökenlerine bakıldığında ilk kez 16. yüzyılda İngiltere’de papaz olmayanların da, kiliselerin yönetiminde rol alabileceklerini savunan düşünce akımını ifade etmek üzere kullanıldığı görülür. Fransa’da 1870 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanan laiklik kavramı, Yunancadaki laikos kelimesinden türetilmiş olup halktan olan yani ruhban sınıfına mensup olmayan anlamına gelir. İngilizce de ise laiklik kavramıma karşılık olarak Latince saeculum kelimesinden gelen sekülerizm (secularism) ve dünyevi anlamına gelen seküler (secular) kavramları mevcuttur. Kavram, Batı dillerindeki “lâique” (laik) kelimesi şekline dönüşmüş ve buradan da ruhbanlığa, kilise teşkilatına ve dini alana ait olmayan anlamında Türkçeye “laik” olarak geçmiştir. Laiklik kavramı Türkçeye Fransızcadan geçtiği için Fransız siyasi düşüncesi, Türkiye’deki laiklik anlayışı ve uygulamasını etkilemiştir.
Aşağıdakilerden hangisi dinin fonksiyonel(işlevsel) tanımlarından biridir?
Dinin dar tanımları denilebilecek substantif (özsel) tanımlar, dinin ne olduğunu, dinin geniş tanımları denilebilecek fonksiyonel (işlevsel) tanımlar ise, dinin ne yaptığını tespit ve tasvir etmeye çalışırlar. Substantif (substantiyel, özsel) tanımlarda din, içerik olarak sahip olduğu kutsal, aşkın, ilahî, sır, tanrı, hakikat, tabiat-üstü veya fizik ötesi anlam ve değer muhtevalarına bağlı olarak tanımlanır. B, C, D, E buna yönelik tanımlardır. Ancak Fonksiyonel (işlevsel) tanımlarda din, birey ve toplum hayatında hangi işlevi yerine getirdiğine bağlı olarak tanımlanmaktadır. Din kavramını işlevsel olarak ele alan ve tanımlayan Durkheim’a göre (1923: 94) “Bir din, kutsal şeyler, yani ayrı tutulan ve yasak kabul edilen şeylerle ilgili inanç ve pratiklerden ibaret birleşik bir sistemdir. Durkheim’ın tanımı işlevsellik içermektedir; çünkü daha çok dinin sosyolojik düzlemde işlevsel yönüne vurguda bulunmaktadır.
Sekülarizasyonun tek boyutlu olmadığını, farklı alanları kapsadığını söyleyerek bir sekülerleşme tipolojisi çizen ve altı tip sekülerleşme biçimi veya sekülerleşme alanı belirleyen düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
Altı tip sekülerleşme biçimi veya sekülerleşme alanı olduğunu iddia eden L. E. Shiner’a göre birinci sekülarizasyon modernitenin etkisiyle dini sembol, doktrin ve kurumların önemini ve prestijini kaybetmesidir. Sekülarizasyonun ikinci tipi “bu dünya ile uyum içinde olmaktır ve bu dünyaya uyum sağlamaktır. Sekülarizasyonun üçüncü biçimi toplumun dinle olan bağlantısının kesilmesi, artık dine dayalı bir anlayıştan kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve dinin etkilerini özel hayat alanına sınırlaması şeklinde kendini gösterecektir. Sekülarizasyonun dördüncü biçimi dini bilgi, inanç ve kurumların işlevlerinin bu dünya temelli bir görüntüye bürüneceği öngörüsünü içermektedir. Sekülarizasyonun beşinci biçimi bu dünyanın kutsal karakterini aşamalı biçimde kaybedeceği, bunun yerine rasyonel olarak açıklanan bir alanın objesi olacağı düşüncesine dayanmaktadır. Sekülarizasyonun altıncı ve son biçiminde ise Toplumdaki bütün kararlar, dini gerekçelere göre değil rasyonel temellere bağlı ve yararları göz önüne alınarak alındığında sekülarizasyon artık tamamlanmış olacaktır.
“Din sosyolojisinin dinin mahiyeti ile değil, toplumsal davranışın belli bir şeklinin etkileri ve şartlarını incelemelidir” görüşü kime aittir?
20. yüzyılın başlarında, aynı zamanda sistematik ve bağımsız din sosyolojisinin de kurucusu kabul edilen Max Weber, kendisinden öncekilerin aksine din sosyolojisinin görevinin, dinin özünü, kaynağını, doğasını veya dini değerlerin doğruluk ve yanlışlığını araştırmak olmayıp, din-toplum ilişkileri bağlamında, din ile diğer sosyal kurumlar arasındaki karşılıklı etkileşimi, dini inançlardan kaynağını alan sosyal davranışların incelenmesi olduğunu söyleyerek yeni bir sosyoloji anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Ona göre, din sosyolojisi, öncekilerin yaptığı gibi, dinin mahiyeti ile değil, toplumsal davranışın belli bir şeklinin etkileri ve şartlarını incelemelidir.
Din sosyolojisi aşağıdakilerden hangisini içermez?
Dinin sosyolojisi, dini sosyolojik zaviyeden ele almayı; anlamayı, tasvir etmeyi, yorumlamayı; dinin toplumsal gerçekliğini; sosyal bir fenomen olarak dini, din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, olduğu veya gerçekleştiği gibi, sosyolojik perspektiften, ampirik verilere dayanarak, ama onu büsbütün sosyal ve sosyolojik olana indirgemeden anlama ve yorumlama çabalarını ihtiva etmektedir. Ancak farklı toplumların kültürlerini inceleme antropolojinin çalışma alanıdır.
Seçeneklerden hangisi Ziya Gökalp’in II.Meşrutiyet Dönemi’nde farklı eğilimlere işaret eden üç tarz-ı siyasetinden biridir?
Ziya Gökalp, başlangıçta Türkleşmek, İsla^mlaşmak, Muasır- laşmak gibi farklı eğilimlere işaret eden üç tarz-ı siyasetin birbiriyle uyuşa- bileceğini düşünüyordu. Zira modern Türkiye’nin manevi yapısını kuran etkenler arasında bu öğelerden her birinin kendine özgü bir yeri vardı. Ona göre Türkler, Batı medeniyetinden yalnız maddi başarılarıyla bilimsel yönte- mi almalıdır. İsla^miyet’ten ise dini inançları almalı, siyasi, hukuki ve toplum- sal gelenekleri bir yana bırakmalıdırlar. Kültürün bütün öğeleri, özellikle duygusal ve ahlaki bütün değerler Türk mirasından devşirilmelidir. Ancak, değişen dış konjonktürel olaylar sonucunda Gökalp, Türkleşmek, İsla^mlaşmak, Muasırlaşmak üçlemesinden vazgeçerek, Türkleşmek ve Mua- sırlaşmakta karar kılacaktır. Osmanlı Devleti’nin sorunları karşısında sentezci bir tutum içinde olan Gökalp, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte tamamen Batılılaşmayı ve milliyetçiliği öne çıkaracaktır.
I. Coğrafya II. DemografyaIII. RekabetYukarıdakilerden hangisi yada hangileri toplumsal değişimde rol oynayan etkenlerdendir?
Toplumsal değişimin gerçekleşmesinde etkili olan birden fazla etkenden söz edilebilir. Bu faktörlerden bazen biri, bazen ikisi, bazen de birkaçıtoplumsal değişimde rol oynayabilir; ayrıca söz konusu etkenlerin toplumsal değişimdeki etki düzeyleri, toplumdan topluma da değişiklik arz eder. Toplumsal değişimde rol oynayan etkenlerin belli başlılarını şöyle sayabiliriz: Coğrafya, mekan, zaman, demografya (nüfus yapısı), iktidar ilişkileri ve muhalefet, rekabet, çatışma, işbirliği, bütünleşme ve barış, aile, ekonomi, eğitim, siyaset, hukuk, göç ve şehirleşme, kültür, din, ideoloji, icat, keşif, sanayi ve teknoloji, karizmatik şahsiyetler ve sosyal hareketler.
Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’nin din - devlet ilişkisi bakımından kabul ettiği modeldir?
Din ve devletin kesin olarak ayrıldığı bu modeli benimseyen ülkeler, anayasalarında açıkça laiklik ilkesini belirtir, herhangi bir din veya mezhebi benimsemez, belli bir din ya da mezhebi koruma altına almaz. Fransa, Türkiye ve Portekiz, bazı yorum ve uygulama farkları olmakla beraber bu gruba girer.
Aşağıdakilerden hangisi toplumsal değişimi grupsal süreçlere ve psikolojik unsurlara bağlayan, değişimin kaynağını kişi ve gruplarda arayan kuramdır?
Küçük Boy Kuramlar, toplumsal değişimi grupsal süreçlere ve psikolojik unsurlara bağlayan sosyal psikolojik ve psikolojik kuramlardır. Bunlar, değişimin kaynağını kişi ve gruplarda ararlar.