Bir dine mensup bireyleri toplumsal evren içerisinde ele alması hangi bakışın temel odak noktasıdır?
Dine sosyolojik bakış, o dine mensup bireyleri, toplumsal evreninden soyutlayarak değil, tersine toplumsal evren içinde etkileşim halindeki durumuyla ele almayı gerektirir; çünkü din, sosyal ilişki temelinde gerçeklik kazanır, toplumda, insan birlikteliğiyle yaşanır. Din, gerçek anlamına ancak kendisine bağlı birlik veya topluluk ya da grupta bulabilir. Dini^ bir dünyada yaşamak, dini bir birliğe mensubiyete ihtiyaç gösterir. Bu gerçekliğe bakarak din sosyolojisi, dinin sosyal yönlerini; dini davranış ve olayları geniş çaplı toplumsal olay ve eylemlerin parçaları olarak görür ve de dinsel olay ve olguların, karşılıklı bağımlılık ağıyla birbirine bağlanan toplumsal öznelerin tesadüfi^ olmayan birlikteliğiyle gerçekleştiği esasından hareket eder. Bu bağlamda dine sosyolojik yaklaşım, sosyal ilişki, süreç, oluşum, grup ve kurumlarda dinin etkisi; dinsel grup ve kurumların oluşum, süreklilik ve yok oluşları; gruptaki bireylerin dinsel davranışları; dini grup içindeki birlik ve çatışma durumları; dinsel gruplar arasındaki çatışmalar veya uzlaşmaya dayalı ilişkiler üzerine odaklanır.
İnsanın toplumsal hayatından dinin çıkarılması, bireysel alanda var olması durumu aşağıdakilerden hangisiyle ifade edilir?
İnsanın toplumsal hayatından dinin çıkarılması, bireysel alanda var olması durumu genel olarak “sekülerleşme” olarak adlandırılır.
Etimolojik anlamıyla “Sosyoloji”nin tanımı aşağıdakilerden hangisidir?
İlk defa Auguste Comte (1839) tarafından kullanılan sosyoloji kelimesi, Latince “socio” (toplum) ve Grekçe “logie” (bilim) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve “toplumsal olanın bilimi” olarak nitelendirilir.
Laiklik kavramı ilk kez hangi yüzyılda kullanılmıştır?
Laiklik (laïcisme) teriminin kökenlerine bakıldığında ilk kez 16. yüzyılda İngiltere’de papaz olmayanların da, kiliselerin yönetiminde rol alabileceklerini savunan düşünce akımını ifade etmek üzere kullanıldığı görülür.
“Hiçbir hedefi olmayan bozulmuş bir toplumdur.”
Yukarıdaki tanım, Farabi’nin hangi toplum türünü tanımlamaktadır?
“Şaşkın toplum” (el–medinetü’d–dalle), hiçbir hedefi olmayan bozulmuş bir toplumdur.
I. Max Weber
II. Thomas Luckmann
III. Steve Bruce
IV. Karel Dobbelaere
V. Brian Wilson
Yukarıda verilen toplum bilimcilerden hangileri “İşlevsel evrim ve amaç kaybı” yaklaşımını savunmaktadır?
Durkheim’ın görüşlerinden etkilenen “İşlevsel evrim ve amaç kaybı” yaklaşımını savunan Steve Bruce, Thomas Luckmann ve Karel Dobbelaere gibi toplumbilimcilere göre sanayi toplumlarındaki işlevsel ayrışma, dinin toplumdaki merkezi rolünün ortadan kalmasına neden olmuştur. Max Weber ve Brian Wilson ise “Rasyonalizm ve inanç kaybı” argümanını savunanlardandır.
Din ve devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanan kelime aşağıdakilerden hangisidir?
En genel anlamıyla din ve devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanan laiklik, felsefi çağrışımları yanında hukuki bir ilke olarak yasama faaliyetlerinde kutsal metinlerin kaynak olarak alınmamasını ifade eder.
Orta boy kuramların amacı, genellikle ulusal sınırlarla belirlenen toplum birimleri üzerinde; demografik ve ekolojik değişimler, iç göçler, kentleşme, alt kültürler ve sapan davranışlar, sosyal tabakalaşma, sosyal hareketlilik gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktır. Bu bağlamda aşağıdakilerden hangisi orta boy kuramcılarından biridir?
A, B, C ve D deki kuramcılar zamansal olarak bütün insanlık tarihini kapsamına alan evrensel kuramlar ortaya atıkları için büyük boy kuramcı olarak bilinirler. Talcott Parsons ise orta boy kuramcıdır.
Aşağıdakilerden hangisi dine ilişkin sosyolojik bir yaklaşımın odak noktalarından biri değildir?
Dine ilişkin sosyolojik bakış açısı, dini, o dine mensup bireyleri, toplumsal evreninden soyutlayarak değil, tersine toplumsal evren içinde etkileşim halindeki durumuyla ele almayı gerektirir; çünkü din, sosyal ilişki temelinde gerçeklik kazanır, toplumda, insan birlikteliğiyle yaşanır.
“Sekülerleşme Teorisi”ne göre aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
Dini veya din-toplum ilişkilerini evrimci ilerlemeci modernleşmeci bakış açısından ele alan sosyologların çoğu, dinin belirli bir toplumda gerilememesi ve toplumdaki etkinliğini hala sürdürmesini, sosyal ve siyasal gelişmenin veya modernleşmenin başarısızlığına işaret olarak değerlendirmektedirler. Bu bakış açısına göre bir toplum ne kadar modern ise o kadar sekülerdir; modernleşmenin düzeyi ne kadar yüksekse sekülerleşmenin düzeyi de o kadar yüksektir.
Küçük toplulukların dini-sosyal hayatlarının daha yakından incelenmesi için yapılan gözleme ne ad verilmektedir?
Dolaysız gözlem, kendi içinde ikiye ayrılır. Geniş toplulukların dini hayatları için örneklem kullanılırsa bu yolla derinlemesine bir analiz yapılamayacağından, yaygın bir gözlem yapılmış olur ki, buna “yaygın gözlem” denir. Dar, küçük toplulukların dini-sosyal hayatlarının daha yakından incelenmesi için yapılan gözleme de “yoğun gözlem” denilmektedir. Bu durumda niceliksel olarak alandan/genişlikten kaybedilmekle birlikte derinlemesine bir analiz gerçekleştirmek mümkün olur.
Aşağıdakilerden hangisi toplumsal değişimi bireysel düzlemde açıklamaya çalışan sosyal bilicilerden değildir?
Bu yaklaşım çerçevesinde sosyal değişimde güdüsel kompleksin önemli bir etken olduğunu ileri süren McClelland (1917-1998), toplumsal değişimi, sosyal yapı ile kişilik arasındaki ilişki ile ele alan David Riesman (1909-2002), toplumsal değişimin, bireyin belli durumlara karşı gösterdiği tepkilerin, belli süreçlerden geçtikten sonra meydana gelen kurumlaşma ile ortaya çıktığını savunan Zollschan, kişilik değişimini sosyal değişimin temel unsuru olarak kabul eden Everett E. Hagen, toplumsal değişimi, yenilik yaratma fikrine dayandıran Richard T. LaPiere (1899-1986) gibi sosyal bilimciler zikredilebilir.
“Din Sosyolojisi” terimini aşağıda yer alan yazarlardan hangisi ilk defa söylemiştir?
Sosyoloji nasıl genç bir bilim ise, din sosyolojisi de onun bir alt dalı olarak daha genç bir bilimdir. ‘Din Sosyolojisi’ terimini ilk defa Emile Durkheim 1899’da bir yazısında kullanmıştır. Din sosyolojisinin 20. yüzyılın başında kurulduğunu söylemek mümkündür. Ülkemizde de hemen hemen aynı yıllarda “İlm-i İctima-i Dini” veya “Dini İctimaiyat” adıyla karşılığını bulan bu bilim dalı, uzun yıllardan beri “Din Sosyolojisi” adıyla, bilim dünyasındaki yerini almıştır.
1967 yılında yayımladığı “The Sacred Canopy” isimli kitabında geleneksel sekülerleşme kuramını ve varsayımlarını savunurken 1999 yılında yayımlanan “The Desecularization of the World: A Global Overview” başlıklı makalesinde tam tersi görüşü savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
Şıklarda belirtilen düşünürlerin her biri sekülerleşme sürecine eleştiri getirmektedir. Peter L. Berger ise 1967 yılında yayımladığı The Sacred Canopy isimli kitabında geleneksel sekülerleşme kuramını ve varsayımlarını savunduğu fikirlerinden vazgeçmiş; 1999 yılında yayımlanan The Desecularization of the World: A Global Overview başlıklı makalesindesekülerleşmiş bir dünyada yaşadığımız varsayımı yanlıştır çünkü dünya bazı istisnalar dışında en az eskisi kadar, hatta bazı yerlerde eskisinden daha fazla dindardır. Berger’e göre sekülerleşme ve sekülerleşme süreçlerinin etkilerini içeren literatürün tümü esas itibariyle yanlışlıklar içermektedir. Modernleşme zorunlu olarak dinin gerilemesine neden olmamıştır. Hatta hayli modern toplumlarda bile din varlığını sürdürmüştür.
Larry Shiner’ın Sekülerleşmenin Altı Biçiminden hangisi dine dayalı bir anlayıştan kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve dinin etkilerini özel hayat alanına sınırlaması şeklinde kendini göstermesiyle ilgilidir?
Larry Shiner’ın sekülarizasyonun üçüncü biçimi toplumun dinle olan bağlantısının kesilmesidir. Artık dine dayalı bir anlayıştan kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve dinin etkilerini özel hayat alanına sınırlaması şeklinde kendini göstereceğiyle ilişkilidir.
“Bir din, kutsal şeyler, yani ayrı tutulan ve yasak kabul edilen şeylerle ilgili inanç ve pratiklerden ibaret birleşik bir sistemdir. Bu inanç ve pratikler, onları kabul eden kimseleri kilise denen manevi bir topluluk halinde bir yere toplar. Tarifimizde yer alan ikinci unsur, birincisinden daha az önemli değildir. C¸ünkü din fikrinin, kilise fikrinden ayrılamayacağını göstermekle dinin gayet ortak bir şey olduğunu hissettirir.”
Verilen din tanımı kime aittir?
Dini^ fenomenlere oldukça ilgi gösteren ve dini davranışı, toplumsal haya- tın yapısal elementlerinden biri olarak yorumlayan Durkheim'in din tanımı, kutsala işaret etmesi nedeniyle kısmen substantiyel özelliğe de sahiptir, ancak daha çok işlevsellik içermektedir; çünkü daha çok dinin sosyolojik düzlemde işlevsel yönüne vurguda bulunmaktadır; hatta bu tanımda kutsalın da işlevsellikle izah edildiği söylenebilir. Durkheim'de kutsal daha ziyade dikey, aşkın bir kategoriye oranla yatay, dünyevi^ bir kategori olarak nitelenmiştir. Bu kategori, özellikle kutsal cemaat olarak profan topluma karşı, dinin ken- dini sınırlaması biçiminde ortaya çıkar. Tanımdan anlaşıldığı kadarıyla Durk- heim, profan ile kutsal arasındaki ayrımdan hareket etmekte ve dini sosyal işlevleri açısından ele almaktadır. Verilen tanım da Durkheim’a aittir.
İbranice de kanun, hüküm, yargı anlamlarına gelen din karşılığı olarak kullanılan terim?
İbranice’de din karşılığı olarak kullanılan ‘dath’, kanun, hüküm ve yargı gibi anlamlara gelir.
Aşağıdakilerden hangisi Karel Dobbelaere’ın modernitenin yol açtığı sekülerleşmenin kurumsal düzlemiyle ilgilidir?
Karel Dobbelaere, modernitenin yol açtığı sekülerleşmenin toplumsal, kurumsal ve bireysel düzlemlerde anlaşılması gerektiğini savunmaktadır. Bunu sekülerleşöenin üç düzeyi olarak tanımlamaktadır. Sekülerleşmenin toplumsal boyutu dinin toplumsal etkilerini yitirmesi, kurumsal boyutu kilisenin otoritesinin zayıflaması ve faaliyet alanlarının kısıtlanması, bireysel boyut ise insanların dindarlık düzeylerinin zayıflaması, ibadet ve dua pratiklerinin azalması ve zamanla ortadan kalması biçiminde formüle edilebilir.