Kur’an usûlüne göre boğazlanmamış hayvanların etlerini yemeyi haram kılmış. Hz. Peygamber’in bu genel haram kılma emrinden hangi hayvanı dışarıda tutmuştur?
Bütün dinî konulardaki açıklamaları vahiy ve ilhâmla desteklendiği için Sünnetin Kur’ân’ı tahsis etmesi mümkündür. Sözgelimi, Kur’ân, usûlüne göre boğazlanmamış hayvanların etlerini yemeyi haram kılmış (Bakara 2/173; Mâide 5/3), Allah Resûlü bu genel haram kılma emrinden denizdeki ölmüş balığı hâriç tutmuştur.
Aşağıdakilerden hangisi insanoğluna yönelik ilâhî mesajda hedeflenen kemâl/olgunluk basamaklarından birisi değildir?
İnsanoğluna yönelik ilâhî mesajda hedeflenen kemâl/olgunluk basamakları, iman-ilim-amel-ihlâs şeklinde gelişme göstermektedir.
Medine valisi Ebû Bekr b. Hazm (120/738)’a gönderdiği ferman ile resmî anlamda ilk kez hadis toplama faaliyetini başlatan halife kimdir?
İlk dönemlerde İlmin Hadis ve Sünnet bilgisi anlamına geldiğinin en açık delillerinden biri, 8. Emevî halîfesi Ömer b. Abdilazîz (101/719)’in Medine valisi Ebû Bekr b. Hazm (120/738)’a gönderdiği ve resmî anlamda ilk kez hadis toplama faaliyetini başlatan fermanda kullandığı şu ifadelerdir: “Allah Resûlü’nün hadisine dair ne varsa araştır ve yaz. Ben ilmin kaybolmasından ve âlimlerin âhirete göçmelerinden korkmaktayım. Sadece Peygamber’in hadisini kabul et. Bilmeyenlere de öğretilmesi için ilmi yayın ve meclisler kurun. İlim ancak saklandığı zaman kaybolur” (Buhârî, İlim 34).
Görünüşte manaları birbirleriyle çelişen ancak dikkatle incelendiğinde araları uzlaştırılan ve zıtlık probleminin çözüm yolları gösterilen hadisleri konu alan ilme ne ad verilmektedir?
İhtilâfü’l-hadîs ilmi, görünüşte manaları birbirleriyle çelişen ancak dikkatle incelendiğinde araları uzlaştırılan ve zıtlık probleminin çözüm yolları gösterilen hadisleri konu alır. Muhtelifü’l-hadîs ve müşkilü’l-hadîs adıyla da anılan bu disiplinde, hadislerde gerçek çelişkiden değil, sadece zâhirde bir ihtilâftan ve karışık görüntüden söz edilebilir. Çünkü burada çelişki gibi görünen şey,aslında çözülebilen bir ihtilâftan ibarettir.
Rivâyetü’l-hadis ilminde ele alınan konu nedir?
Rivâyetü’l-hadis ilminde, isnad zincirleri tetkik edilerek hadislerin Hz. Peygamber’e ulaşması ele alınır.
Hadis ilminin iki temel unsurundan biri olan “rivâyetü’l-hadîs” ne demektir?
Hadislerin Hz. Peygamber’e –sallallâhü aleyhi ve sellem- âidiyeti meselesi ile onların doğru anlaşılması ve yorumlanması, hadis ilminin iki temel unsurudur. Bu iki unsurun birincisi rivâyetü’l-hadîs, ikincisi ise dirâyetü’l-hadîs ilmi adını alır.
“Hadislerin mana ve maksatlarını gereği gibi anlamak (...............) ilmin yarısıdır. Ricâl bilgisi ve hadislerin râvilerini tanımak ise ilmin diğer yarısıdır”.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
“Hadislerin mana ve maksatlarını gereği gibi anlamak (tefakkuh) ilmin yarısıdır. Ricâl bilgisi ve hadislerin râvilerini tanımak ise ilmin diğer yarısıdır”. Bu sözün ilk cümlesinde geçen tefakkuh kelimesi dirâyetü’l-hadîs, ikinci cümlesinde geçen ricâl bilgisi (ma’rifetü’rricâl) ise rivâyetü’l-hadîs ilmini ifade eder.
Kur'an ile birlikte Kur'an'ın anlaşılması açısından Sünnetin otoritesini kabul etmek ........... emridir.
Bir çok ayet ile Kur'an sünnetin bağlayıcılığını ve otoritesinin müminlerce kabulü noktasında emirlerini beyan etmişlerdir.
Hubâb b. Munzir hangi savaşta konaklanılan yerin vahiy kaynaklı mı yoksa Hz. Peygamber’in görüşü ile mi belirlendiğini sormuştur?
Öte yandan kimi sahâbîlerin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bazı uygulamlarına karşı kendi görüşlerini söylemeden önce ihtiyatlı davrandıkları, uygulamanın vahiy kökenli olabilir endişesini taşıdıkları görülmektedir. Meselâ Hubâb b. Munzir, Bedir Gazvesi sırasında Resûlullah’ın orduyu konuşlandırdığı yer ile fikrini söylemeden önce "Bu bizim konakladığımız yer herhangi bir şekilde değişiklik yapamayacağımız Allah’ın seni yönelttiği bir yer mi yoksa senin görüşün mü?" diye sormuştur. Hubâb, söz konusu tercihin Allah Resûlü’nün kendi görüşü olduğunu anlayınca farklı bir yer teklif etmiştir (İbn Hişâm, Sîre II, 238).
Dirâyetü’l-hadîs ilmini “Arap dili kuralları ve İslâm dinin genel prensipleri doğrultusunda, Hz. Peygamber’in hallerine uygun olarak, hadis metinlerinden anlaşılan mana, murad ve maksattan bahseden ilim” olarak tarif eden bilgin kişi kimdir?
Her iki ilim, ilimler târihçisi Taşköprülüzâde (v. 968/1561) tarafından şöyle tarif edilir: “Rivâyetü’l-hadîs ilmi, zabt ve adalet yönünden râvîlerin hallerini, ittisâl ve inkıtâ bakımından da senedin durumunu tetkik ederek, hadislerin Hz. Peygamber’e ulaşmasını konu edinen bir ilimdir. Dirâyetü’l-hadîs ilmi ise, Arap dili kuralları ve İslâm dinin genel prensipleri doğrultusunda, Hz. Peygamber’in hallerine uygun olarak, hadis metinlerinden anlaşılan mana, murad ve maksattan bahseden ilimdir”.
Kendilerine Ehl-i Kur’an diyenlerin aşağıdaki eleştirilere maruz kalması beklenmez?
Özellikle son iki yüzyılda yaygın biçimde çeşitli İslâm toplumlarında farklı şekillerde ortaya çıkan sünneti/hadisi dikkate almadan dini anlamaya çalışma gayretleri, Nebevî uygulamanın dikkate alınmayışı konusuyla ilgili olarak yukarıda işaret edilen hususlarda meydana gelen aksaklıklar dolayısıyladır. Bir yandan şarkiyatçıların dine yönelik eleştirileri, bir yandan benzer fikirleri İslâm toplumlarında dile getirenlerin iddiaları, diğer taraftan Hz. Peygamber’in dinin anlaşılmasındaki vazgeçilmez rolünü göz ardı eden, kendilerine Ehl-i Kur’ân diyenlerin anlayışı ve herhangi bir usûle dayanmadan sadece Kur’ân’ı referans alma gibi yaklaşımlar, dinî düşünce ve uygulama konusundaki kargaşanın en önemli sebepleridir.
Sahâbenin Hz. Peygamber’in huzurunda yaptığı ve reddedilmeyen/onaylanan davranışlarına ne ad verilmektedir?
Kaynağını Kur’ân’-ı Kerîm’in oluşturduğu Nebevî sünnetin kesintisiz nakli sayesinde, sünnet sahâbenin ve tâbi‘ûnun uygulamalarının da temelini teşkil etmiş, bu sayede Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine dayanan ve tevâtüren nakledilen amel ortaya çıkabilmiştir. Hadis kaynakları, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin yanı sıra, takrîrlerini yani sahâbenin Hz. Peygamber’in huzurunda yaptığı ve reddedilmeyen/onaylanan davranışlarını; sahâbe ve tâbi‘un sözlerini de içerir.
Vali olarak tayin olduğu yere giderken bir sorunla karşılaştığında sırasıyla Kur’an, sünnet ve içtihad ile hükmedeceğini söyleyen Muaz b. Cebel nereye vali olarak tayin olmuştur?
Muaz b. Cebel’in valilik göreviyle Yemen’e giderken Allah Resûlü’ne söylediği “Bir sorunla karşılaşırsam Kur’ân-ı Kerîm ile hükmederim. Orada bulamazsam sünnetinle hükmederim. Onda da bulamazsam ictihâdımla karar veririm” diyerek hüküm verirken sadece Kur’ân ile yetinilemeyeceğini, orada açık bir şekilde bulunmayan hükümlerde Hz. Peygamber’in uygulamalarını dikkate alacağını söylemektedir.
Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.)’ın naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber mescitte oturan iki gruptan ilim öğrenen ve öğretenlerin yanına oturmuştur. Bu rivayete göre diğer gruptaki sahabiler ne ile meşguldürler?
Peygamberimizin sîret ve sünnetine dair anekdotları araştırdığımızda, bu misyonu kendisinin de ayrıca tasdik ettiğini görürüz. Kütüb-i Sitte’deki bir rivâyette yakın ashâbından Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.)’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Allah Resûlü bir gün odalarının birisinden çıkıp mescide girdi. Bu esnada iki ayrı halka (halinde oturmuş cemaat) ile karşılaştı. Bunlardan biri Kur’ân okuyor ve Allah’a duâ ediyorlardı. Diğer halka da ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Bunun üzerine: ‘Hepsi de hayır üzeredirler. Bunlar Kur’ân okuyorlar ve Allah’a duâ ediyorlar. Allah dilerse onlara (istediklerini) verir; dilerse vermez. Şunlar ise (ilim) öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de ancak öğretici (muallim) olarak gönderildim’ buyurdu ve hemen yanlarına oturdu” ( İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 229).
“Şüphesiz Allah Resûlünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe ulaşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır" (Ahzab, 33/21) ayeti Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine uyulması gerektiğine dair âyetlerden hangi gruba girmektedir?
Şüphesiz Allah Resûlünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe ulaşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır" (Ahzab, 33/21) âyetiyle ifade edilmiştir. Bu âyet-i kerîmede, Müslümanların pratik olarak dini yaşabilmek için bir modele ihtiyaç duydukları belirtilmekte, sadece Kur’ân’dan hareketle yaşanan dinin eksik kalacağı bildirilmektedir. Âyet-i kerîmede de belirtildiği gibi Müslümanlar için bu mükemmel örnek Hz. Peygamber’dir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’i (s.a.v.) göz ardı ederek de dinin doğru bir şekilde yaşanabileceğini iddia etmek Kur’ân’a göre kabul edilir bir yaklaşım değildir. Nitekim Mekke müşriklerinin aracısız olarak kendilerine kitap verilmesi isteği Allah tarafından kabul edilmemiş, vahiy, onu hayatına uygulayabilecek bir peygamber aracılığıyla topluma iletilmeye devam etmiştir.
Peygamberin mübeyyin sıfatı ne ile ilgilidir?
Allah Resûlü Kur’ân’ın sadece tebliğ edicisi/ulaştırıcısı değil aynı zamanda beyân edicisi (mübeyyin), açıklayıcısıdır. Kur’ân âyetlerinin bir kısmı ihtiva ettikleri mânâyı açıkça ifade etse de bir kısmı kapalı (mücmel) olup açıklanmaya muhtaçtır. Bu tür mücmel âyetler çoğu zaman hüküm ifade eden konularda olmakla birlikte, yaratılış, kader, ecel, ölüm ve sonrası, gelecekte yaşanacak olaylar, cennet, cehennem gibi gaybî konuları da içermektedir. Hadislerde görülen âyetleri açıklamaya yönelik beyânın amelî, takrirî, lügavî vb. çok çeşitli biçimleri vardır.
Hz. Peygamber’in hadislerinde sâlih amel kapsamına giren ve müslüman kimliğini oluşturan güzel davranışların tümünü bir arada değerlendirmek için okunabilecek olan kitaplardan birisi olan “Kur'ân ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti” adlı eser kimindir?
Hz. Peygamber’in hadislerinde sâlih amel kapsamına giren ve müslüman kimliğini oluşturan güzel davranışların tümünü bir arada değerlendirmek için M. Zekeriyya Kandehlevî’nin “Fazâil-i A’mâl” (Risale, 2000) ve M. Ali Haşimî’nin “Kur'ân ve Sünnet'e Göre Müslüman Şahsiyeti” (Risale, 2007) adlı eserlerini dikkatle gözden geçiriniz.
Üsâme b. Zeyd b. Hârise radiyallâhü anhümâ, Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini haber vermektedir: “Kıyâmet günü bir adam getirilir ve Cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve: ‘Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?’ derler.
O kişi bu suale ne cevap verecektir?
Bir rivâyette Üsâme b. Zeyd b. Hârise radiyallâhü anhümâ, Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini haber vermektedir: “Kıyâmet günü bir adam getirilir ve Cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkep gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve: ‘Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?’ derler. O kişi de: ‘Evet, iyiliği (ma’rûfu) emrederdim, fakat kendim yapmazdım, kötülükten (münkerden) nehyederdim, fakat kendim yapardım’ diye cevap verir.
Kur'an'ın İlahi iradeye uygun biçimde anlaşılması aşağıdakilerden hangisine bağlıdır?
Hz. Peygamberin sünnetinin/hadislerinin ve yaşayış tarzının iyi bilinmeden Kur'an'ın İlahi iradeye muvafık şekilde bilinmesi mümkün değildir.