Aşağıdakilerden hangisi İbn Haldun’a göre rivayetçi tarihçinin özelliklerinden biridir?
İbn Haldun’a göre rivayetçi tarihçinin özelliklerinden biri, Tarihi olaylarda sebep sonuç ilişkisi kurmamasıdır.
Ayasofya ve Sultan Ahmet camilerinde vaazlar veren, kısa süre sonra Meclis-i Kebir-i Maarif azalığına getirilen aşağıdakilerden hangisidir?
Cemâleddin Afgânî Hemedan yakınındaki Esedabad'da doğmuştur. 10 yıllık eğitim-öğretim neticesinde, İslâmî ilimleri özümsemiş, bu esnada felsefe ve modern bilimlere ise özel ilgi duymuştur. Anadili Türkçe’nin yanında Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Rusça öğrenmiştir. 18 yaşında Hindistan’a gitmiş. Buradan birçok Müslüman memleketlere uğradıktan sonra Mekke’ye yönelerek Hacc ibadetini yerine getirmiştir. Sonra memleketi Afganistan’a dönmüş. Afganistan’dan Hindistan’a gelişi İngilizler tarafından tehlike olarak görülmüş ve Hindistan’ı terk etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Oradan Kahire’ye gitmiş ve çok iyi karşılanmıştır. Ezher hocaları ve öğrencileri ile özel dostluklar kurmuş ve evinde birçok insana ders vermiştir. Mısır’dan sonra İstanbul’a gelmiş. Ayasofya ve Sultan Ahmet camilerinde vaazlar vermiş, kısa süre sonra kendisi Meclis-i Kebir-i Maarif azalığına getirilmiştir.
Batı düşüncesine ve bilimine etki eden ilk Müslüman filozof ve bilim adamı aşağıdakilerden hangisidir?
İlk Müslüman filozof ve bilim adamı Kindî’nin bilimci ve filozof olarak Batı düşüncesine ve bilimine o kadar etkisi olmuştur ki, büyük Latin düşünce tarihçisi G.Cardano, De Subtilitate adlı eserinde onun kendi devrine kadar gelip geçen dünyanın en meşhur oniki harikasından biri olduğunu zikreder. Batı’da Latinler arasında Alkindus olarak meşhurdur. Doğru yanıt C seçeneğidir.
Gazzali’nin tenkitlerinin amacı aşağıdakilerden hangisidir?
Gazzâli’nin tenkitleri muayyen bir manadaki felsefeyi, Aristo felsefesini hedeflemiş olmakla beraber, neticede, İslâmi görüş bakımından hangi neviden bir felsefenin uygun olamayacağını göstererek yeni bir felsefe aramaya gidecek yolu açmış durumdadır.
Cemâleddin Afgânî nerede doğmuştur?
Cemâleddin Afgânî Hemedan yakınındaki Esedabad'da doğmuştur.
Aşağıdaki alimlerden hangisi Sicilya kralı Roger II ve oğlu William’a uzun zaman hocalık etmiştir?
Batılı hükümdarlar, saraylarına bizzat Müslüman alimleri davet ediyorlar ve böylece onlardan ilim ve felsefe öğreniyorlardı. Bu hükümdarların en meşhuru Sicilya kralı Roger II (1127-1154) ve oğlu William I (1154-1166) idi; diğer Müslüman âlimler yanında mesela meşhur âlim el-İdrisî (1100-1166) onların sarayında uzun zaman hocalık etmiştir.
Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulan Osmanlı Devletinin ilk medresesinde uzun yıllar müderrislik yapmış olan Kayserili Davud (Davud el-Kayseri), hangi alanda eğitim görmüştür?
Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulan Osmanlı Devletinin ilk medresesinde uzun yıllar müderrislik yapmış olan Kayserili Davud (Davud el-Kayseri), eğitimini Kayseri, Mısır, Tokat Niksar ve İran gibi yerlerde mantık, usul, dini ilimler, kelam, tasavvuf, felsefe, matematik, astronomi gibi çok farklı alanlarda tamamladı.
Felsefeyi dinle savunanlar grubunu kimler temsil etmektedir?
Felsefeyi dinle savunanlar grubunu filozoflar temsil etmektedir.
Katip Çelebi için nakli ilimlerin kavranmasının temelinde akli ilimler vardır. Öncelikle akli ilimlerin öğrenilmesi ve bu bilgiler ışığında nakli ilimlerin kavranması gereklidir. Oysa kendi döneminde yapılmakta olan şey tam tersidir. Akli ilimlerin medreselerdeki konumu iyice küçülmüş ya da yok mertebesine ulaşmıştır. Felsefi ilimlerin yerine fıkhi disiplinler konulmak istenmektedir.
Aşağıdakilerden hangisi eserleri Arapça'ya çevirilerek, doğrudan İslam düşüncesine kaynaklık eden filozoflardan birisi değildir?
İslam düşüncesine, eserlerinin Arapça çevirileriyle doğrudan kaynaklık eden filozoflar şunlardır: Eflatun (Platon), Aristo (Aristoteles), Plotinus, Proclus, Galen, Alexandre d’Afrodise.
Aşağıdaki filozoflardan hangisi Latinler ve Batılı Yahudiler arasında Alpharabius, Avennasar, Abunazar, Albunasar ve Albumasar gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır?
Batı Hıristiyan ve Yahudi düşüncesine en çok etkisi olan Müslüman filozoflardan birisi de Fârâbî’dir. Denebilir ki, Fârâbî, daha hayatının son yıllarında bile, İbn Meserre (ö. 319/931) ve İbn Gabriel (Avicebron, ö. 450/1058) gibi Yahudi filozofların aracılığıyla Batı’da tanınmaya başlamıştır. Latinler ve Batılı Yahudiler arasında Alpharabius, Avennasar, Abunazar, Albunasar ve Albumasar gibi çeşitli isimlerle meşhurdur.
Mizanu’l-Hak ve Keşfu’z-Zunûn isimli eserin yazarı ve medreselerde akli ilimlerin nakli ilimlerin kavranmasında temel olduğu görüşünü savunan Osmanlı düşünürü aşağıdakilerden hangisidir?
Katip Çelebi’nin Mizanu’l-Hak ve Keşfu’z-Zunûn adlı eserlerine bakıldığında teşhisin daha bir epistemolojik düzeyde konulmaya başlandığını görmekteyiz. Katip Çelebi için nakli ilimlerin kavranmasının temelinde akli ilimler vardır. Öncelikle akli ilimlerin öğrenilmesi ve bu bilgiler ışığında nakli ilimlerin kavranması gereklidir. Oysa kendi döneminde yapılmakta olan şey tam tersidir. Akli ilimlerin medreselerdeki konumu iyice küçülmüş ya da yok mertebesine ulaşmıştır. Felsefi ilimlerin yerine fıkhi disiplinlerkonulmak istenmektedir.
İbn Haldun’un ihtiyaçlar şemasına göre insanın yaşamı için zorunlu olmayan fakat insanın varlığını kolaylaştıran ihtiyaçlar aşağıdakilerden hangisidir?
Hâcî ihtiyaçlar, insanın yaşamı için zorunlu olmayan fakat insanın varlığını kolaylaştıran ve insanın gelecek ihtiyaçları bakımından önemli olan ihtiyaçlardır. Doğru cevap E'dir.
“Felsefe, Allah’ı ve O’nun sanatını bilmektir” diyen Müslüman düşünür kimdir?
Felsefe, “Sanat eseri olarak varlıklar üzerine düşünme ve Yapıcı (es-Sânî)yı tanımadır.” İbn Rüşde’e göre felsefe o halde, Allah’ı ve O’nun sanatını bilmektir.
Gazzali hangi eserinin mukaddemesinde “Filozofların anlayışlarını kavramadan önce, görüşlerinin yanlışlıklarına vakıf olmak imkânsızdır. Dahası bu, karanlığa körü körüne taş atmak gibidir” şeklinde bir gayesinin olduğunu ifade etmiştir?
Gazzâlî, öncelikle filozofları eleştirmek işine, felsefeyi öğrenmekle başladı. İki yıl süren bir okuma ve bir yıl süren mütalaa sonunda önce Makâsidü’l-Felâsife adlı eserini kaleme aldı. Bu eserinin mukaddimesinde, gayesini şöyle ifade etmektedir: “(Filozofların) anlayışlarını kavramadan önce, görüşlerinin yanlışlıklarına vakıf olmak imkânsızdır. Dahası bu, karanlığa körü körüne taş atmak gibidir.
12 Mart 1921’de İstiklâl Marşı TBMM’de millî marş olarak kabul edilmiştir. Doğru yanıt "B" şıkkıdır.
Yunanlı şüpheci filozoflardan etkilenen Müslüman düşünürler Reybiyye akımını oluştururlar. Doğru ve hakikat hakkında insanın sabit bir bilgisi olamayacağını savunurlar; zira duyular insanı yanıltır derler. Doğru cevap A'dır.
Kendisine,“ Efendim, Tıbhane Mektebi’nde Allah’ı inkar ediyorlar imiş, bu olan şeyleri, bütün tabiat yapar, her şey tabiatla olur diyorlar imiş” dendiğinde, “Ey, öyle ise onlar Allah’ın adını tabiat koymuşlar; çare yok, bir Allah’a muhtacız” şeklinde karşılık vermiş olan düşünür kimdir?
Son Osmanlı düşünürlerinden Kethüdazâde Mehmed Arif Efendi ile ilgili bir anekdot bu durumu örneklendirmektedir. Kendisine,“ Efendim, Tıbhane Mektebi’nde Allah’ı inkar ediyorlar imiş, bu olan şeyleri, bütün tabiat yapar, her şey tabiatla olur diyorlar imiş” dendiğinde, “Ey, öyle ise onlar Allah’ın adını tabiat koymuşlar; çare yok, bir Allah’a muhtacız” şeklinde karşılık vermiş.
Aşağıdaki ifadelerden hangisi inanma ve düşünme eylemlerinin kendilerine özgü karakterlerinden biri değildir?
İnanma ve düşünme eylemlerinin kendilerine özgü karakterlerini ana hatlarıyla tanımlamak gerekirse; inanma eylemi daha çok dinî metinlerin anlaşılmasına bağlı iken düşünme eylemi daha çok sebep-sonuç ilişkilerini dikkate alarak olayları açıklamayı amaçlar. Böylece inanma eylemi daha çok dini metinlerin otoritesine dayalı bir itaat şeklinde ortaya çıkarken, düşünme eylemi soru sorarak gerçekliği tüm açıklığıyla kavramak ister. İnanma eylemi, Allah’ın müminlerden talep ettiği hususlar bağlamında olması gerekene yönelirken, düşünme eylemi olan-bitenin nedenlerine ve muhtemel sonuçlarına dikkat kesilir. inanma eylemi öncelikle dini değerleri ve sembolleri dikkate alırken, düşünme eylemi doğrudan düşünülebilir olana yani muhtevaya yönelir. Bu bağlamda inanma eylemi daha ziyade sembolleri ve değerleri ortaklaşa paylaşan insanlarla birlikte düşünmeye (sosyal geleneksel algı) ağırlık verirken, düşünme eylemi bireysel algının farklılaşmasını anlam zenginliği olarak kabullenir. İnanma eylemi en üst değerden en alt değere ve sonrasında değersize doğru bir dikey ( hiyerarşik) algı biçimini tercih ederken, düşünme eylemi düşünülebilir olanı doğrudan tecrübe etme anlamında yatay algı biçimine yaklaşır. İnanma eyleminde metin kavramı belirleyici iken (inanan kendi yaklaşımından ziyade Kutsal metinlerde söylenenleri doğrudan anladığını varsayarken, düşünme eylemi metinlerin ancak yorumlar aracılığıyla anlam kazandıklarını (anlamlarını açığa çıkarabildiklerini) kabul eder.