Ünite 3: Osmanlı Mimarisi
“Ünite 3: Osmanlı Mimarisi
Giriş
Osmanlılar, XIII. yüzyıl sonunda çeşitli uygarlıkların ortaya çıktığı ve geliştiği topraklarda yeni bir medeniyetin temelini atmışlardır. Antik Çağ’dan sonra Roma ve Bizans, Anadolu Selçukluları ve muhtelif Türk beylikleri bu coğrafyada uzun süre hüküm sürmüşlerdir. Osmanlılar Anadolu’ya geldikleri sırada, bu kültürlerin birikimleri, teknik bilgileri ve vücuda getirdikleri mimari sanat eserleri henüz ayakta idi. Yeni doğan bir medeniyetin bu eserlerden etkilenmemesi mümkün değildi.
Osmanlılar Asya’dan taşıdıkları ve kullandıkları yapı gelenek ve tecrübelerini, alışkanlıklarını, teknik bilgilerini, çeşitli süsleme unsurlarını Anadolu coğrafyasında yeniden bir araya getirip yoğurmuşlar ve çok farklı bir üslûp ortaya koymuşlardır.
Bu anlayışla Osmanlılar, merkezinde cami, mescid, medreseler, çarşı, han ve hamamlar bulunan külliyeler, çeşme ve sebillerle zenginleşen yeni şehirler inşa ve imar etmişlerdir. Aynı zamanda yeni fethettikleri şehirleri de çok kısa zamanda dinî ve sosyal ihtiyacı karşılayacak yapılarla zenginleştirerek kendi kültürlerini üstün kılmışlardır.
Günümüze kadar gelen örneklere dayanarak Osmanlı mimarisinin klasik döneme ait:
Araziyi kullanmak: Araziyi kıbleye göre en uygun şekilde kullanmak,
Sadelik: Yerine göre yeterince süsleme yapmak, aşırıya kaçmamak,
Malzeme kullanımı: Malzemeyi yerli yerince ekonomik olarak kullanmayı tercih etmek,
Işık ve renk: Camilerde yere kadar inen pencerelerle ışığı yeterince ve iyi bir şekilde kullanmak, kasvetli bir atmosfer yaratmamak,
Proporsiyon-tenasüp: Kütle, mekân, kubbe, avlu ve minarenin birbirine oranı ve uyumu, yuvarlak ve dik ve yatay çizgilerin armonisi, orijinal (pençli, teğet) sivri ve Bursa kemer biçimlerini ve belli pencere ve kapı nisbetlerini kullanmak.
Mukarnas ve silmeler: Bir düzlemden veya bir objeden diğerine geçişte silme, mukarnas gibi geçiş elemanı kullanmak,
Simetriyi yerinde kullanmak, gibi bazı özellikleri sayılabilir.
Mimarlık Teşkilatı
Osmanlı yapı sanatında, mimarlık teşkilatının ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Anadolu’da her esnafın loncalar şeklinde teşkilatlanması ve gruplaşmasına paralel olarak ehl-i hiref denilen sanat- zanaat grupları içinde inşaatçı sınıfın da bir teşkilatı vardı. Bu kurum, Osmanlı yapısı içinde mimar esnafı adını almaktadır. Bunların da kendi aralarında gemi mimarı, kale mimarı, köprü mimarı, su yolcu, meremmetçi şeklinde ihtisasların yanında, bunlara yardımcı kadro olan duvarcı, taşçı, marangoz, nakkaş, lağımcı, demirci, kurşuncu, kaldırımcı, bıçkıcı, burgucu, kireççi, sıvacı, horasancı, dülger, çivici vs. gibi esnaftan teşekkül ettiği görülmektedir.
Bu esnaf da kendi arasında vasat, üstad, şâkird, kalfa diye derecelere ayrılmakta idi ve çok sıkı kanun ve kayıtlara uymak zorunda idiler. Şehirlerde bir mimarbaşına ve hepsi de İstanbul’daki sermimârân-ı Hâssa ’ya, yani hassa mimarbaşı na bağlı idiler.
İstanbul dışında da Edirne, Bursa, Kahire gibi birçok büyük şehirde başlarında mimarbaşı bulunan şehir mimarları görev yapıyorlardı. Bu mimarların inşaat işlerinde tecrübeli, ölçme ve hesap işlerinde de bilgili olmaları gerekirdi. XV. yüzyıldan itibaren devlet merkezinde sarayda bir Hassa Mimarlar Ocağı ‘nın mevcudiyeti bilinmektedir. Başlarında sermimaran-ı Hâssa veya mimarbaşı ağa denilen en üst düzeydeki memurun altında suyolu nâzırı, halife, üstad gibi mimarlar bulunmakta idi.
Mimarbaşının matematik ve geometri (hesap ve hendese) bilmesi, inşaat işlerinde de bilgili ve tecrübeli olması lâzımdı. Saraya bağlı olan bu ocakta mimarlar, teorik ve pratik olarak mimarbaşı ve halifelerinin (kalfalarının) eliyle yetiştirilmekte idiler.
Hassa Mimarlar Ocağı, XIX. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiş ve II. Mahmud’un devrinde şehreminlik ve mimarbaşılık hizmetleri birleştirilerek Ebniye-i Hâssa Müdürlüğü kurulmuştur. Daha sonra da bu kuruluş Ticaret ve Nâfia Nezâreti’ ne bağlanmıştır.
Osmanlı inşaatlarında da esas olarak taş, tuğla, ahşap, metal gibi ana malzemeler kullanılmıştır.
Osmanlı mimarisinde, belirli alanlarda görülen süslemede çoğu zaman aynı malzemeler kullanılmakla beraber alçı, çini, renkli taş, cam gibi yardımcı elemanlar da kullanılmıştır. Ayrıca kalem işi denilen süslemelere de yer verilmiştir.
Yapı Türleri
Osmanlı şehirlerinde ve kasabalarında cami merkez olmak üzere birbirine bağlı yapılar topluluğuna külliye (manzûme) denir. Bunların ana yollar üzerinde olanlarına menzil külliyeleri adı verilir. Arapça küll kelimesi bütün, toplu mânalarına gelmektedir. Bu tabir mimarlık tarihimizde merkezinde bir cami olan ve ona bağlı olarak da onu tamamlayıcı medrese, dârülhadisdârülkurra, sıbyan mektebi, kütüphane gibi öğretim ve eğitim merkezleri, dârüşşifa-tıp medresesi, hamam, imâret, tabhane (misafirhane) gibi sosyal tesisleri, çeşmeşadırvan, sebil gibi su tesisleri, bazı hallerde mahkeme ve hatta çarşı ve bedestenler ve kervansaraylar külliyelerin kapsamına girmektedir.
İstanbul’un 1453’te fethiyle çok büyük programlı külliyeler yapılmaya başlanmıştır ki, bunlardan ilki İstanbul’daki Fâtih Külliyesi ’dir.
İslâm ve Osmanlı toplumunda hemen her şehir ve kasabanın, hatta köylerin odak noktası cami veya mesciddir . Cami veya mescidler etrafında aynı zamanda mahalleler teşekkül ettiği ve onlara ismini verdiği gibi, sosyal dayanışma ve eğitimin merkezleridir.
İbadethanelerin bir diğer türü de namazgâhlardır . Üstü açık, daha çok bir çeşme başında, yolcuların gelip geçerken namaz kılmaları için ayrılan yüksekçe bir yer şeklindedir.
Bütün İslâm âleminde ve Osmanlı literatüründe yol demek olan tarikatların çeşitli mekânlarda dinî faaliyetlerini devam ettirdikleri görülür. Esasta aynı fakat detayda bazı farklı bir yorum ve yaşama biçimi olan tarikatlarda ibadetler normal ibedetlerin dışında, mûsiki eşliğinde yapılan âyinler cami ve mescidden farklı bir mekânda yapılmaktadır. Bu mekânlara İslâm coğrafyasında tekke (doğrusu tekye), dergâh, hânikâh, zâviye gibi isimler verilmiştir. Bu yapıların bünyesinde mescid, semâhanetevhidhane, derviş hücreleri, mutfak, misafirhane, selâmlık, harem vs. gibi bölümler bulunur.
Osmanlı eğitim ve öğretiminde medreseler ağırlığı teşkil etmektedir. Bir yüksek öğrenim olan bu müesseseler kendi arasında yalnızca Kur’an ve hadis ilmi okutulan dârülkurra ve dârülhadis medreseleri, tıp okutulan dârüttıb medreseleri şeklinde ihtisaslaşmış olarak karşımıza çıkar. Medreseyi plan olarak ele aldığımızda daha çok kârgir bir yapıdır. Bir avlu etrafında dizilmiş revak ve öğrenci odaları, dershanesi, şadırvan, hela ve diğer ihtiyaç birimleri olan bir öğrenci yurdudur. Osmanlı medreseleri, plan olarak kapalı avlulu Selçuklu medreselerinin açık avlulu medreseler şekline dönüşmesi ile oluşmuştur.
Osmanlı eğitim müesseseleri içine alabileceğimiz kütüphaneler , önceleri cami içinde dolaplar şeklinde iken XVII. yüzyıldan sonra ayrı binalar halinde yapılmaya başlanmıştır. En eski kütüphanelerden birine örnek olarak XVI. yüzyıl başına tarihlenen Gebze Çoban Mustafa Paşa Menzil Külliyesi’nde bulunan kütüphane gösterilebilir.
Osmanlı toplumundaki sağlık hizmetlerini karşılamak için dârüşşifa veya bîmarhane denilen hastahaneler kurulmuştur. Daha çok bir tıp medresesinde teorik ve pratik (nazarî ve amelî) dersler verilerek tabipler yetiştirilmiş ve hastalara hizmet edilmiştir.
İmaret kelimesi aş pişirilip dağıtılan yer,tabhane ise misafirhanedir. Hemen bütün büyük külliyelerde imaretlere rastlanmakta ve vakfiyelerinde bu hususta çok detaylı bilgi bulunmaktadır. Tabhanelere caminin dışından girilebilmekte, namaz vakitlerinde misafirler cami harimine açılan bir kapıdan içeriye dahil olabilmektedirler. Tabhaneler klasik dönemde artık ayrı bina olarak yapılmaya başlanmıştır.
Osmanlı mimarisinde görülen su yapıları içme ve temizlik işleri olarak ikiye ayrılsa da aynı su her iki grup için de kullanılmış, ancak temizlik ve içme işine göre farklılaşan yapılarla hizmet vermiştir. Hamam-Kaplıca-Ilıca, Su Bendleri-Kemerler, Çeşme, Şadırvan ve Sebiller bunlara örnektir. Bilhassa büyük şehirlerin, özellikle İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için kullanılan su bendleri ve kemerleri cami yapılarından sonra en büyük mühendislik ve mimarlık yapılarıdır denebilir. Osmanlı mimarisinde çeşmeler , halka hizmet ederek sevap kazanmak prensibinin ve sadaka-i câriye denilen inancın bir neticesi olarak, hemen her mahalleye dağılmıştır.
Osmanlı şehirlerinde şehrin alışveriş merkezini teşkil eden bu yapılardan bedestenler, çarşılar ve arastalar birbirini tamamlayan yapılardır. Bedestenler, kıymetli malların saklandığı ve satıldığı kârgir muhkem yapılardır. Yapının içinde ve dışında dükkânlar bulunabilir. Sabahları açılıp akşamları kapanan ve bekçilerle muhafaza edilen bedestenler her şehirde yalnızca bir tane bulunur.
Han lar daha çok şehirlerdeki ticaret ve konaklama merkezlerini, kervansaraylar ise şehir ve kasabalar arasında yollar üzerinde olan konaklama yapılarını ifade eder.
Osmanlı köprüler i kendinden önceki emsalleri gibi günümüze gelenler kârgir olanlardır. Ahşap köprüler zamanla yok olmuşlardır. Köprüler, geçtikleri nehir ve vadilere, enlerine ve boylarına ve kemer açıklıkları ve kemer sayılarına göre değerlendirilmektedir.
Osmanlı mimarlık yapıları içinde saraylar mütevazi bir yer tutar. Büyük konaklar da tarih içinde bazan saray adını almıştır. Evliya Çelebi İstanbul’da elli üç hanedan ve vezir sarayının isimlerini saymaktadır. Osmanlı padişahlık sarayları karakter bakımından bir ordugâha benzer şekilde dağınık ve fakat kendi içinde fonksiyonel bir düzenle köşkler ve kasırlar şeklinde vücut bulmuştur. Avrupa sarayları ile mukayese edildiğinde çok sade ve mütevazidirler. İlk Osmanlı sarayı Bursa’da kale içinde, ikinci saray da Dimetoka’da idi. Ancak her ikisinden de eser kalmamıştır.
Osmanlı Devleti’nin askerî faaliyetlerini ve ihtiyaçlarını temin için yeterli kaynaklarının ve sanayisinin mevcut olduğu görülmektedir. Tarihin çok eski çağlarından beri müdafaa, üs ve ileri sıçrama noktası olan kaleler Osmanlı mimari yapıları içinde pek çok örneği yer almaktadır. Hemen her şehrin etrafında onu koruyan bir sur bulunmaktadır. Kale ve Hisarlar, Dökümhane, Tersane ve Barut haneler de askeri yapılar içerisinde yer alır.
Ele geçirilen kalelerin tamir ve ilâveleri veya yeniden inşası için kale mimarları mevcuttu. Orijinal olarak kısmen günümüze kalabilen Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı, Çanakkale Hisarları, Bozcaada Kalesi gibi hisarların yanında Çeşme’de II. Bayezid’in yaptırdığı kaleyi görüyoruz. Mesut bir tesadüfle de kale mimarının adı bir kitâbe ile Mehmed b. Muallim olarak bugüne kadar gelebilmiştir.
Yine devletin askerî ihtiyaçları için kullandığı İstanbul’da Tophane’deki top dökümhanesini, gemi yapımları için Gelibolu ve Kasımpaşa tersanelerini, bazı şehirlerdeki baruthanelere örnek olarak da Kâğıthane’deki II. Bayezid’in yaptırdığı baruthane örneği söylenebilir.
Osmanlı Mimarisinde Mimari Dönemler Osmanlı mimarisi üslûp ve karakter bakımından kesin olmamakla beraber dört döneme ayrılabilir:
Bursa ve Edirne Dönemi (1299-1447)
Klasik Dönem (1447-1700)
Sinan öncesi Klasik Dönem (1447-1538)
Mimar Sinan Dönemi (1538-1588)
Sinan sonrası Klasik Dönem (1588-1700)
Yabancı Etkiler Dönemi (1700-1890)
Barok Dönemi (1700-1810)
Ampir-Art Nouvea (1810-1890)
Millî Mimari Dönemi -Neo-klasik- (1890-1930)”