Kur’ân’ ı anlama ve yorumlamada birçok eğilim ve yöntemden söz etmek mümkündür. Maksada ulaşmada yöntemin büyük önemi vardır. Kur’ân da dâhil her kitabı okuyup anlamanın ve yorumlamanın bir yöntemi bulunmaktadır. Yöntem bireyi hata yapmaktan ve keyfi davranmaktan korur. Müfessirler ortaya koydukları tefsîrlerde temelde iki tür yönteme dayanmışlardır. Bunlar rivâyet ve dirâyet tefsîr yöntemleridir. Rivâyet tefsîr yöntemi bağımlı ve nakilci bir niteliği öne çıkarırken; dirâyet tefsîr yöntemi öznel, ictihadî ve serbest bir yaklaşımı çağrıştırmaktadır.
Müfessirler tefsîr etmek istedikleri âyet hakkında başta Hz. Peygamber (sav) olmak üzere, öncelikle kendilerinden önceki nesillerin neler söylediğini dikkate almışlardır. Bu hareket tarzında vahyin nüzul kaynağına yakın olmanın önemli olduğu kabul edilmiş, kaynağa yakınlık tefsîrdeki isabetin kuvvetli bir gerekçesi sayılmıştır.
Rivâyet sözlükte, birini su kaynağına götürmek ve su içirmek gibi anlamlara gelir. Buna göre rivâyet, bir kaynağa gitmek, başka bir ifadeyle nakle dayanmak demektir. Terim olarak ise “Kur’ân’ı Kur’ân, Hz. Peygamber (sav)’in sünneti ve selefin açıklamaları ile tefsîr etmek” diye tanımlamak mümkündür. Rivâyet tefsîrine bu yüzden me’sûr veya nakli tefsîr de denilmektedir.
Hz. Peygamber (sav)’in, Kur’ân’ın tamamını olmasa da bir kısmını tefsîr ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber (sav)’in vefatının ardından ortaya çıkan meselelere çözüm bulma yolunda Sahabîler, gerek Hz. Peygamber (sav)’den duydukları açıklamaları, gerekse vahyin ortamına vakıf olmaları neticesinde oluşan kendi görüş ve çıkarımlarını sonraki nesillere aktarmışlardır. Daha sonra gelen tâbiîn tabakası da, sahabe neslinin yaptığı gibi, Hz. Peygamber (sav) ve sahabeden gelen nakillere kendi rey ve içtihatlarını ilave ederek sonraki nesillere, yani Tebei Tâbiîn tabakasına nakletmişlerdir.
Kur’ân’ın Kur’ân’la Tefsîri : Kur’ân’da bir yerde kapalı olan bir husus, bir başka yerde açıklanmış olabilmektedir. Âlimler arasında “Kur’ân kendi kendisini tefsir eder” sözü meşhurdur. Kur’ân’ın kendisini tefsîr etmesinin çeşitli şekilleri vardır. Bazen Kur’ân’daki mutlak bir ifade istisna, sebebini zikretmek, tahsis etmek veya içeriğini bir başka yerde açıklamak suretiyle kayıtlı hale gelmektedir. Yine bazen ism-i mevsul, ism-i işaret veya zamir gibi müphem ifadeler de başka bir âyetteaçıklanabilmektedir. Bazen de Kur’ân’daki garib bir kelime bir başka yerde izah edilebilmektedir.
Kur’ân’ın Rivayetle Tefsîri:
Rivâyet tefsîri konseptinde sadece Hz. Peygamber (sav)’e veya sahabeye ait görüşler değil, aynı zamanda tâbiîn ve sonraki nesillere ait görüşler de yer almaktadır. Hatta Ehl-i kitap kültürüne ait bilgiler de bu tefsîr çeşidi içinde değerlendirilmektedir. Bahsedilen bu meselelerde rivâyet tefsîrinin zaaf noktaları, eleştiriye açık yönleri ortaya çıkmaktadır. Bu hususları üç maddede toplamak mümkündür:
Meşhur olan rivâyet tefsîrlerinden bazıları şunlardır: İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân; İbn Ebî Hâtim, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm; Ebû’l-Leys es-Semerkandi, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm; Ebû İshâk es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân; Ebû Muhammed el-Hüseyin el-Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl; Ebu’l-Fidâ İsmâîl İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm; Ebû Zeyd Abdurrahmân es-Seâlibî, el-Cevâhiru’l-Hisân fî Tefsîri’l-Kur’ân; Celâleddîn es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fî Tefsîri’l-Me’sûr.
Bu ekol, başlangıçta yoktur ve daha önceki dönemlerde olmayan çeşitli meselelerin ortaya çıkmasıyla beraber başlamış, bir anlamda ihtiyaçtan doğmuştur. Dirâyet tefsîrini rivâyet tefsîrinden ayıran en belirgin özellik, müfessirin çeşitli yollarla elde ettiği bilgi ve birikimi neticesinde oluşan kanaatine yer vermesidir. Dirâyet tefsîrinde müfessir, rivâyet müfessirine oranla çok daha aktif ve teyakkuz durumundadır. Dirâyet müfessiri nassların desteğiyle ortaya koyduğu yorumun Kur’ân lafızlarının zahiri manalarına, Kur’ân bütünlüğüne ve sahih rivâyetlere ters düşmemesine dikkat etmelidir.
Dirâyet tefsîri ise müfessirin dil, edebiyat, tarih, mantık ve müsbet bilim gibi alanlara kendi bilgi birikimini de katarak Kur’ân’ı tefsîr etmesi olarak tanımlanabilir.
Rivâyet tefsîri verileri yanında dil, edebiyat, mantık ve diğer ilimler doğrultusunda oluşan görüş ve çıkarımlara göre tefsîr yapan bir dirâyet bağlıdır: Müteşabih alana ait hususiyetlerin farkında olmak, Yorumlarında delil ve karineye dayanmak, kişisel ve subjektif yorum yapmaktan kaçınmak,Mezhep taassubundan uzak durmak, Delilsiz olarak Allah’ın muradı konusunda kesin yargıya varmamak. Dirâyet müfessirinin Kur’ân’da üç çeşit ilim olduğunu ve bunların da kesin olarak bilinemeyeceğini hatırdan uzak tutmaması gerekir. Bunlar şu üç alandır: Allah (cc)’ın zatı, sıfatları ve gaybi konular alan, Allah (cc)’ın Peygamberine bildirdiği alan, Allah (cc)’ın Peygamberini tebliğ etmeğe memur ettiği alan.
Dirâyet tefsîrcisi manayı önce Kur’ân’da, bulamadığı takdirde sünnette araması gerekir. Mana sünnette de bulunamadığında sahabe kavline müracaat edilmelidir. Müfessir âyetin doyurucu yorumunu bu kaynaklarda bulamadığı takdirde rey ve içtihat yoluna başvurmalıdır.
Meşhur dirâyet tefsîrlerinden bazıları şunlardır: Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl; Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb; Kâdî Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît; Hatîb Şirbînî, es-Sirâcu’l-Münîr; Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm; Âlûsî,
Rûhu’l-Meâni fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm; Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Menâr; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili.