Ünite 6: XVI-XX. Yüzyıl Türk-İslâm Edebiyatı
“Ünite 6: XVI-XX. Yüzyıl Türk-İslâm Edebiyatı
Giriş
Türkler’in İslâm’ı kabul etmelerinden başlayarak Tanzimat Dönemi’ne ve oradan da çeşitli değişiklerle günümüze kadar ulaşan din ağırlıklı edebî ürünlerle, müellif ve şairleri inceleyen bir bilim dalıdır. İlk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerdir. Kısas-ı Enbiyâlar ve Tasavvuf devrin ilimleri, yerli malzeme ve İran Edebiyatı da bu edebiyatın diğer kaynaklarıdır.
Türk-İslâm Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı yaygın adıyla Divan Edebiyatı’ndan bazı farklarla ayrılan bir edebiyattır.
Eski Türk Edebiyatı Anadolu’da XIII. yüzyıldan başlayarak klasik dönemin sona erdiği Tanzimat’a kadar gelen, Türk şair ve müelliflerinin oluşturduğu bir edebiyattır. Türk-İslâm Edebiyatı ise Türklerin Müslüman olmalarından başlayarak günümüze kadar gelir. Birincisi tarihi temel alırken, ikincisi dini merkez kabul eder. Her iki alanın ortak çalışma sahası Anadolu’da XIII. yüzyıldan Tanzimat Edebiyatı Dönemi’ne kadar olan dönemdir.
XVI. Yüzyıl Osmanlı’nın en güçlü olduğu ve hemen her alanda mükemmeliyete eriştiği dönemdir. XV. Yüzyılın ortalarından itibaren edebiyatımız kurallarıyla, remiz ve mazmunlarıyla klasik bir hale gelmiş ve XVI. yüzyılda zirve şairlerin eserleri edebiyat dünyamızda kendilerini göstermişlerdir. Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemleri diğer alanlara olduğu kadar edebiyatımıza da yansımıştır. XVII. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda görülen bu duraklama XVIII. yüzyılın iki büyük şairi Şeyh Gâlib ve Nedim ile bir soluk almışsa da XIX. yüzyılın ortalarında klasik dönem sona ermiştir.
XX. yüzyılın başlarında aruz Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şairlerce mükemmeliyete ulaşmışsa da hece karşısında hayatiyetini devam ettirememiştir.
Şekil açısından olmasa da içerik açısından Divan şiiri geleneğinin tekrar başlaması, eski edebiyatımızın kaynaklarından yararlanarak yeni ve modern tarzda eser veren şairlerin edebiyatımızda görülmesi 1950’den sonraki yıllara rastlar bu dönemin dergileri Hisar, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Türk Edebiyatı, Dergâh, Yedi İklim, Hece dergileridir.
XVI. Yüzyıl
Divan edebiyatı ve şiiri için XVI. yüzyıl bir ihtişam dönemi, bir altın çağı mesabesindedir. Bu yüzyılın başta gelen şairleri,
Âzerî lehçesiyle şiir yazan bütün Türk ülkesinde tanınan, sevilen ve okunan, şiirdeki kudret ve şöhretleriyle yaşadıkları çağı aşan Fuzûlî,
Gazelde ileri giden ve İstanbul Türkçesi’ni genel bir şiir dili hâline getiren Bâki,
Geniş hayal gücüne sahip olan Zâtî,
Aşk ve rindâne hayatın usta sözcüsü Hayâlî,
Sâde diliyle Nev‘î,
İnsan ruhunu tahlilde gerçekten başarılı olan tenkitçi ve terkîb-i bendleriyle isim yapmış olan Rûhî-i Bağdâdî’dir.
Fuzûlî Divan’ı, Leylâ vü Mecnûn mesnevisi ile önem arz ederken, devrinin “sultânü’ş-şuarâ”sı olan Bâki Divan’ı ile, Câmî-i Rûm lâkabıyla anılan Lâmii Çelebi Şevâhidü’n- Nübüvve, Nefehâtü’l-Üns Tercümesi, Risâlei Tasavvuf ve Hüsn-i Dil gibi eserleriyle şöhret bulmuştur
Hz. Peygamber’in fizikî yapısı, tavrı ve ahlâkı hakkında hadislerden derlediği esasları genişleterek mesnevî tarzında kaleme aldığı Hilye’siyle Hâkânî Mehmed Bey bu yüzyılın önemli şairlerindendir. Bu yüzyıl, nesir alanında da önemli temsilcileri olan bir yüzyıldır.
Tezkire alanında: Sehî Bey, Lâtîfî, Âşık Çelebi, Kınalızâde Hasan Çelebi Beyânî ve Ahdî
Tarih alanında: Lütfi paşa, Hoca Sadeddîn, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Kemâlpaşazâde
Denizcilik alanında: Seydi Ali Reis ve Pîrî Reis
Münşeât alanında: Feridun Bey Osmanlılarda nesrin birdenbire gelişmesinde yardımcı olmuşlardır.
Bu yüzyılda, Edirneli Nazmî ve Tatavlalı Mahremî aruzla yazdıkları bazı şiirlerde arapça ve Farsça kelime ve terkip kullanmayarak Türkî-i basit adını verdikleri yeni bir tarz oluşturmuş ve sâde Türkçe ile şiir yazmışlardır.
Arûzla öztürkçe şiir yazmanın güçlüğü ve bu veznin Türkçe’ ye uygulanabilmesinin mümkün olmayışı, diğer yandan, şairlik yönlerinin zayıf olması nedeniyle, Türkî-i basit hareketini bir heves olmaktan öteye götürememişlerdir.
İbrahim Gülşenî (ö. 1534),
Ahmed Sârbân (ö. 1546),
Muhyiddin Üftâde (ö. 1580),
Şah Hatâyî (ö. 1524),
Vâhib Ümmî (ö. 1595),
Pir Sultan Abdal (ö.1590),
Hâşimî Emir Osman (ö. 1595),
Şemseddin Sivâsî (ö. 1597),
Kul Himmet
Muhiddin Abdal,
Bu dönemin mutasavvıf şairlerindendir.
XVII. Yüzyıl
XVII. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun bozgun, yenilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve ekonomik gücünü giderek kaybetmeye başladığı duraklama dönemidir.
XVII. yüzyıl, ilim ve fikir adamları ile sanatkârlar açısından oldukça zengin bir görünüm arz eder. Bu dönemde, mimarî, musikî ve edebiyat alanlarında önemli temsilciler yetişmiştir. Dönemin en önemli gelişmesi musikî alanında olmuştur. Mûsikî, en parlak yıllarından birini Sultan IV. Murad’ın saltanatı sırasında yaşamıştır. Başta Mevlevîlik olmak üzere bütün tekkelerde dinî mûsikîmizin her formunda eserler verilmiştir. Bayatî makamındaki Mevlevî âyini bu dönemde bestelenmiştir.
Edirneli Derviş Mustafa Dede,
Zâkirî Hasan Efendi,
Bezcizâde Mehmed Muhiddin,
Kovacızâde Mehmed Efendi
Yukarıda ismi yazılanların bu yüzyıldaki dinî mûsikînin gelişmesinde büyük katkısı olmuştur. Hafız Post’un öğrencisi olan Itrî ise devrin üstat şahsiyetlerindendir. Bu dönem şiirde de en gelişmiş dönemdir. Dönemin padişahlarından,
III. Murad “Murad, Muradî”,
III. Mehmet “Adnî, Muhammed”,
Ahmet “Bahtî”,
II. Osman “Fârisî”,
IV. Murat “Murâdî”
IV. Mehmet “Vefaî”
mahlaslarıyla şiir yazan birer şairdirler.
Divan edebiyatında, 1603 yılında klasik devir sona ermiş, onun yerine “Sebk-i Hindî” diye isimlendirilen yeni bir akım başlamıştır. Türk edebiyatı, bu dönemde gazel ve kasîde alanında altın çağını yaşar.
Kasîde ustası Nef‘î (ö. 1635),
hikemiyât şairi Nâbî (ö. 1712),
samîmî edâlı Şeyhülislâm Yahya (ö. 1644)
Sebk-i Hindî akımının ilk temsilcileri olan Nâilî (ö. 1666) ve,
Neşâtî (ö. 1674)
bu yüzyılın usta şairleridir. Bunlardan başka;
Bahâî (ö. 1654),
Fehîm-i Kadîm (ö. 1648),
Sâbit (ö. 1712)
ve Nâdirî (ö.1626) de ilk akla gelen diğer şairlerdir.
Dönemin önemli hamse yazarları;
Gani-zâde Nadirî (ö. 1626),
Nev‘î-zâde Atâyî (ö. 1635),
Nergisî (ö. 1635),
Müftî Aziz (?) ve
Hulvî Mahmud’tur.
Bu dönemde yazılan mensur edebî eserlerin başında “Şuarâ Tezkireleri” yer almaktadır. Tamamı yedi adet olan bu tezkireler şunlardır:
Sadıkî’nin Mecmau’l-Havâs,
Riyâzî (ö. 1644)’nin Riyâzu’ş-Şuarâ,
Kaf-zâde Fâizî (ö.1622)’nin Zübdetü’l-Eş‘âr,
Rızâ (ö. 1671)’nın Tezkire-i Şuarâ,
Yümnî (ö. 1662)’nin Tezkiretü’ş-Şuarâ,
Âsım (ö. 1675)’ın Zeyl-i Zübdetü’l-Eş‘âr
Güftî (ö. 1677)’nin Teşrifâtü’ş-Şuarâ’sıdır
Nesir alanında sâde ve süslü eserler verilmiştir. Bu yüzyılın nesir ürünleri olarak;
Evliya Çelebi (ö. 1682)’nin Seyâhat-nâme’si,
Veysî (ö. 1628)’nin Siyer-i Veysî’si vardır.
1631’de telif edip IV. Murad’a sunduğu 22 adet layihadan oluşan Risale Koçi Bey’e aittir Tezkireci olarak da;
Sadıkî, Yümnî (ö. 1662),
Riyâzî (ö. 1644),
Kaf-zâde Fâizî (ö. 1622),
Rızâ (ö. 1671),
Âsım (ö. 1675)
Güftî
gibi isimleri sayabiliriz. XVII. yüzyıl tekke mensupları ile medreselilerin birbirlerini suçlayarak hararetli münakaşalara giriştikleri bir dönemdir. Dönemin tasavvuf etkisindeki başlıca divan şairleri;
Şeyhülislâm Yahya,
Nâilî,
divan ve hilye-i enbiya sahibi Edirne,
Muradiye mevlevihanesi şeyhi Neşati Ahmet Dede’dir.
Bu asırda yaşayan önemli mutasavvıf şairler;
Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624),
Aziz Mahmud Hüdâyî (ö. 1628),
Ankaravî İsmail Efendi (ö. 1631),
Abdülmecid Sivâsî (ö. 1639),
Abdülahad Nûrî (ö. 1650),
Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651),
Oğlan Şeyh İbrahim (ö. 1655),
Elmalılı Ümmî Sinan (ö. 1657),
Sarı Abdullah Efendi (ö. 1660),
Fenâyî (ö. 1665),
Sun‘ullah Gaybî (ö. 1676),
Niyazi Mısrî (ö. 1693)’dir.
XVIII. Yüzyıl
Divan edebiyatı, XVIII. yüzyılda her alanda usta şairlerini vermiştir. Bu yüzden XVII. yüzyıl bir hazırlanma ve geçiş devri, XVIII. yüzyıl ise verim devridir.
Nazım ve nesir alanında önemli eserler verilmiştir. III. Ahmet ve III. Selim’in de sanatçı kişilikleri sayesinde edebi hayat canlı kalmıştır. Nedim’in öncülüğünde başlayan ‘Mahallileşme Akımı’ bu dönemin en belirgin özelliğidir.
Şiirin merkezi Bağdat’tan İstanbul’a taşınmıştır. Divan Edebiyatı’nın iki önemli ismi Nedim ve Şeyh Galip hece vezniyle türküler kaleme alarak Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı arasındaki bağları güçlendirmişlerdir.
Daha önce XVI. yüzyılda Edirneli Nazmi ve Tatavlalı Mahremi’nin de ortaya attıkları ama başarılı olamadıkları bu düşünce XVIII. yüzyıla damgasını vurmuştur.
Edebiyatımız, İran edebiyatının tesirinden kurtularak kendi benliğine kavuşmuş ve mahallîleşmiştir. Şeyh Gâlib (ö. 1799) Sebk-i Hindî akımının ve bu dönemin en güçlü temsilcisi ve şairidir.
Bu yüzyılda anılması gereken diğer şairler ise;
Nazîm Yahya (ö. 1727),
Sünbül-zâde Seyyid Vehbî (ö. 1736),
Nahîfî Süleyman (ö. 1738),
Koca Râğıb Paşa (ö. 1763),
Haşmet (ö. 1768),
Fıtnat Hanım (ö. 1780),
Esrâr Dede (ö.1796),
Enderunlu Fâzıl (ö. 1810), S
Sürûrî (ö. 1814), gibi şairlerdir
XVIII. yüzyıl tasavvuf şiirinde Lale Devri’nin etkisiyle genel olarak bir duraklama söz konusu olmuştur. Dönemin önemli mutasavvıf şairlerinden ikisi Bursalı İsmail Hakkı (ö. 1724) ile Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1772)’dır.
XIX. Yüzyıl
Bu dönemde Türk divan edebiyatının ekseni İran değil, Batı dünyası veya Fransız edebiyatı idi. Türk edebiyatı, İran edebiyatından nasîbini aldığı kadar, bu edebiyattan, Fransız edebiyatından da alacaktı.
Arapça’dan Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414)’nin el- Kâmûsu’lmuhît’ini, Farsça’dan Burhân-ı Kâtı‘ isimli lügatleri dilimize çeviren Mütercim Âsım (ö. 1819)’ı görüyoruz Mahallîleşme cereyanının hızla ilerlemiş ve gelişmiştir.
Enderunlu Vâsıf (ö.1824), örnek alıp taklit ettiği eskiyi, giyim-kuşama, kadın konuşmalarına ve mahallî tabirlere varıncaya kadar yerlileştirerek döneminin özelliklerini tespit ediyordu. Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829) da, divanında, güçlü bir divan şiiri temsilcisi olmakla beraber, Mihnet-Keşân isimli mesnevîsinde İstanbullu ile taşralının görüş, düşünüş, anlayış, hatta anlatış özelliklerini belirtmiş, bize, henüz sosyal hayatımızda ele alınıp incelenmemiş fakat incelenmeye hazır bir belge vermiştir.
Bu yüzyıl, Batı tesirindeki Türk edebiyatı karşısında Divan edebiyatının gerilemeye yüz tuttuğu dönemdir. Artık, önceki yüzyıllar gibi usta şair ve yazarlar yetişmemekte, son demlerini yaşamaktadır.
Daha sonra yetişecek ve Tanzimat dönemini temsil edecek olan Şinasi (ö.1871), Ziya Paşa (ö. 1880), Nâmık Kemâl (ö. 1888) gibi şairler ise, Divan edebiyatını çok iyi bilen ve o kültürle yetişen kişiler olmakla beraber, yüzyıllarca devam eden Divan edebiyatının yıkılışına zemin hazırlayan ve yardımcı olan kişilerdir.
XX. Yüzyıl
XIX. yüzyılın ortalarında edebiyatımız klasik tür ve nevilerin dışında eserler vermeye başlamıştır.
Tanzimat, Servet-i Fünûn, Edebiyat-ı Cedide gibi adlarla devam eden edebiyatımız, XX. yüzyılda Milli Edebiyat akımıyla devam etti. XX. yüzyılın ortalarına kadar,
Mehmed Akif Ersoy,
Yahya Kemal Beyatlı,
Asaf Halet Çelebi (ö. 1958)
Gibi bir kaç şairi istisna edersek, Türk-İslâm edebiyatı sahasında eser veren şair sayısı oldukça sınırlıdır.
Cumhuriyet sonrasında yeni estetik anlayışın tesiriyle eskiye ait ne varsa kötülenmeye başlanmış, özellikle klasik edebiyatla ilgili olumsuz bir hava oluşturulmuştur.
Geleneksel edebiyatın yeniden ve fakat öncekinden farklı bir tarzda gündeme gelişi Necip Fazıl (ö. 1983) ile başlar. Necip Fazıl, Nur Harmanı isimli eseriyle geleneksel edebiyatımızdaki manzum kırk hadis türünü yeniden gündeme getirmiştir.
Necip Fazıl’ın Esselâm –Mukaddes Hayattan Levhalaradlı eseri Hz. Muhammed’in 63 yaşında vefat etmesi dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatının devrelerini konu alan 63 ayrı şiirden oluşan manzum siyer diyebileceğimiz modern bir mesnevîdir.
Necip Fazıl’ın çıkarmış olduğu Büyük Doğu mecmuası (1943), özellikle ikinci dönemi olan 1945’ten sonra geleneğin dirilişi anlamında önemli bir görev üstlenmiştir.
Necip Fazıl’ın başlatmış olduğu bu hareketin ikinci ismi ise hiç şüphesiz Sezai Karakoç’tur. Şiirinde kullanmış olduğu sembollerle geleneği güne ve geleceğe taşıyan Sezai Karakoç, Leyla ile Mecnun gibi modern anlamda mesnevi tarzında yazmış olduğu eserler ve denemeleri, hikâye ve monografileriyle edebiyat geleneğimizin yeniden inşası yolunda örnekler meydana getirmiştir. Kurmuş olduğu Diriliş dergisi (1960) gençlerin yetiştiği bir okul olmuş, Diriliş Yayınları ile de Türk-İslâm edebiyatının günümüzdeki örneklerini vermiştir.
Türk-İslâm edebiyatının XX. yüzyıldaki üçüncü adımı ise Maraş’ta başlayan ve Nuri Pakdil’in Ankara’da çıkardığı Edebiyat dergisi (1969) etrafında devam eden edebî harekettir.