Sözlükte “zekât” kelimesi, “temizlenmek, arınmak, bereket, güzel anış ve övmek” manalarına gelir. Fıkıh dilinde ise “zekât”ı geniş ve dar anlamda olmak üzere başlıca iki açıdan ele almak gerekir: Geniş anlamda zekât kavramı, “mal zekâtı” olarak kabul edilen “farz zekât” ile “beden zekâtı” olarak kabul edilen “vacip fitre”yi içine alır. Dar anlamda “zekât”, İslâm dininin beş rüknünden biri olan “mal zekâtı”, başka deyişle “malî ibadet” olan zekâttır. Bu anlamıyla zekât, “şartlarına uygun olarak, zekâta konu olan mallardan belli bir miktarını zekât alacaklısına Allah rızası için temlik etmek” demektir. Kur’ân-ı Kerim’de “zekât” kelimesi otuz iki yerde geçmektedir. Bunlardan sekizi mekkî, kalanı da medenî sûrelerde olmak üzere otuzu bilinen terim anlamında, ikisi ise değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bu isim dışında, sadaka (on iki yerde ve hep medenî sûrelerde geçer), hak, birr, infak ve ta’âmu miskîn gibi çeşitli isimler altında zikredilirken, namazla birlikte yirmi yedi yerde tekrarlanır.
Zekâtla ilgili kavramlardan birisi, aslında zekâtın da altında bulunduğu şemsiye kavram olan sadakadır. Sözlük manası itibarıyla sadaka, Allah Teâlâ’ya kulluk konusunda “sıdk ve sadakat (doğruluk ve bağlılık), merhamet” manasına gelir. Fıkıh dilinde ise “Kişinin malından sırf Allah rızası için, muhtaç kimselere temlik (teslim) edilmek üzere ayırdığı miktar” demektir. Sadaka vermeye tasadduk denir.
Zekât ahlâkî temizlik yönünden; hırsı, tamahı ve zenginlerin hak yedikleri fikrini yok eder. Fakirlik sorununu çözmede, zenginleri etkin ve sorumlu kılar. İnsan ruhunu hırsa bağlı olarak büyüyen servet hâkimiyetinden kurtarır. Kur’ân-ı Kerim Müslümanı şöyle ikaz eder: “Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar, asla iyiliğe ermiş olamazsınız. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmrân 3/92). Kur’ân-ı Kerim de ısrarla bu ahlâkî arınma noktasına işaret etmiş, zekâtın hikmetini bu hususa hasretmiş ve Hz. Peygamber (sav)’e hitaben şöyle buyurmuştur: “Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarını) temizlemiş, bununla onları bereketlendirmiş (kendilerini muhlisler mertebesine yükseltmiş) olasın” (et-Tevbe, 9/103). Faizle zekâtı karşılaştırarak da şöyle buyurmuştur: “İnsanların mallarında artış olsun diye faiz (cinsin)de verdiğiniz şey Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevaplarını kat kat arttıranlar onlardır’’ (er-Rûm 30/39).
Zekât, servetin kendisini, eşit olmayan fırsatlardan istifadeyle gittikçe daha az ellerde toplanma eğiliminin şerrinden temizler.
Zekâtın temizleme ameliyesini gerçekleştirdiği üçüncü alan, sosyal sahanın tamamıdır.
Zekât yükümlüsü olmak için, hem kişinin hem de zekât konusu malın belli nitelikleri taşıması gerekir.
Zekât yükümlüsü olmak için, sahip olunan malın şu beş niteliği taşıması gerekir:
Zekâtın farz olmasının en önemli şartlarından birisi, malın mükellefin elinde tam mülkiyetle bulunarak dilediği gibi tasarruf hakkına sahip olmasıdır. Tam mülkiyet şu unsurlar bir araya gelince gerçekleşmiş olur:
a. Malın sahibinin elinde bulunması,
b. Malda başkasına ait hak bulunmaması,
c. Kendi seçimiyle tasarruf hakkı bulunması,
d. Fayda ve menfaatin mâlike ait bulunması.
Zekât yükümlülüğü açısından tam mülkiyet şartını taşımadığından ancak teslim alınınca zekât düşen alacaklar,sağlam, orta kuvvette ve zayıf biçiminde üç kısımda ele alınır:
“Zekâtın farz olması için tespit edilen malın en az miktarı” demektir. Nisabı, asgarî zenginlik miktarı, asgarî geçim indirimi veya özellikle zekâtın istisna sınırı olarak da ifade etmek de mümkündür. Nisap, kişiyi zengin kılar ve ona bazı sorumluluklar yükler. Nisaptan az malı olanlar, zengin sayılmaz ve onların bu malları nisabı bulana kadar aslî ihtiyaç olmakta devam eder.
a. Nisab-ı Ğınâ (yükümlülük doğuran zenginlik): Bu zenginlik kendi arasında iki kısma ayrılır:
b. Nisab-ı İstiğnâ (önleyici zenginlik): Bu çeşit zenginlik yükümlülük getirmemesinin yanında, bir yandan zekât ve fitre almayı, öte yandan da dilenmeyi önleyici özellikte olmak üzere iki kısımdır:
Malın zekâta tâbi tutulabilmesi için gerekli şartlardan biri de artan, gelir ve kazanç sağlayan bir mal olmasıdır. Zekâtın ifade ettiği anlam, büyümek ve artmaktır. Mal artıcı, gelir ve kazanç sağlayıcı özellik taşımaması halinde zekâta tâbi olmaz. Çünkü zekât, servet üretimi için gerekli sermaye malları üzerine konur, büyüme kabiliyeti olmayan servet üzerine konmaz. el-Bakara 2/219 ayetindeki “afv” (fazlalık) tabiri de buna işaret etmektedir.
Nemâ iki kısma ayrılır:
Zekât konusu malın, temel ihtiyaçlardan fazla olması gerekir. Fıkıh literatüründe “havâic-i asliyye” diye isimlendirilen temel ihtiyaç maddeleri, kişinin elinde bulunmadıkça
hayatını devam ettirebilmesi imkânsız veya çok güç hale gelen ve zorunlu olarak sahip olunması gereken maddelerdir.
Bir mükellefe zekâtın farz olması için, nisap miktarı mala sahip olduktan sonra, malın üzerinden bir kamerî takvim yılının geçmiş olması gerekir. Bu duruma, havelân-ı havl ya da zekât yılı adı verilir.
Hayvan Sürüleri; Hz. Peygamber (sav)’in açıklamaları (Buhârî, “Zekât”, 37-38) dikkate alındığında develerin zekât nisbetleri şöyledir:
Koyundaki nisbetler ise şöyledir:
Sığır nisbetlerine gelince:
Ticaret mallarının hem sermayesi, hem de sağladığı kazanç birlikte zekâta tâbidir. İşletme binası ve sabit kıymetlerle kullanılan âletler ve gereçler, zekâta tâbi olmaz. Ticaret mallarının nisap miktarı, altın nisabına göre düzenlenir. Ticaret malının zekâta tabi olması için, üzerinden bir kamerî yıl geçmesi şarttır. Ticaret, kazanmak kadar kaybetmeyi de içine aldığından, sene başında ve sonunda malın nisap miktarında olması gerekir. Hangi yolla elde edilirse edilsin ticaret malları bütün olarak zekâta tâbidir. Ticaret mallarının bütün çeşitlerinde zekât oranı %2,5’tur.
a. Altın ve Gümüş ile Alaşımları.
b. Altın ve Gümüş Dışındaki Ziynet Eşyaları (mücevherat).
c. Nakit ve Malî Kâğıtlar.
a. Fakirler ve Miskinler: Fakir, miskinden daha iyi durumdadır.
b. Boyunduruktan Kurtarılması Gerekenler (rikâb).
c. Borçlular (ğârimîn).
d. Yolda Kalanlar (ibnü’s-sebîl).
a. Zekât Memuru.
b. Kalpleri Kazanılmak İstenenler (müellefe-i kulûb)
c. Allah Yolunda (Fî Sebîlillâh)
Zekât verirken öncelikle dikkat edilecek konu, zekâtın sahih olma şartlarını bilerek ödeme yapmaktır.
Bunları, şöylece sıralayabiliriz:
a. Zekât Niyeti.
b. Ödenenin Değer Taşıması.
Zekât ile vergi arasında; niyet ve amaç yönleri, yapı ve işlev, ödeme gerektiren mallar ve oranlar, ödeme/harcama yerleri açılarından önemli farklar vardır. Bu bakımdan, vergi devlete, zekât Tevbe 9/60. ayette belirtilen yerlere ödenecektir. Her türlü vergi, zekât yerine geçmez, sadece borç gibi aslî ihtiyaçlar arasında görülerek nisabı azaltıcı etkide bulunabilir. Dolayısıyla, ücretli çalışanlardan ve başkalarından kaynakta kesilen gelir vergileri (stopaj, tevkifat), zekât olarak değerlendirilemez ve zekât yerine geçmez.