Âhiret Arapça bir kelimedir. Sözlükte son anlamına gelen “âhir” kelimesinin “yurt, ikamet edilen yer” gibi anlamlara gelen “dâr” sözcüğüne sıfat olmasından dolayı ahiret şekline dönüşmüştür. Buna göre âhiret “son yurt” veya “son ikamet yeri” demektir. İslâm inançlarına ait bir terim olarak ise âhiret evrenin kozmolojik düzeninin yıkılması anlamına gelen kıyametin kopmasının ardından Allah tarafından ölenlerin tekrar diriltmesiyle başlayacak olan ebedî âlem” diye tanımlanır.
Kur’an-ı Kerîm’de âhiret âlemine inanmak Allah’a îmânın ardından zikredilir ve bütün peygamberlerin insanları inanmaya çağırdığı evrensel bir inanç esasıdır .
Kur’ân da ahiret ; gerçekleşmesi hak olan, insanların kabirlerinden çıkarıldıktan sonra diriltilip bir araya toplanacağı ve inançlarıyla davranışlarından hesaba çekilip karşılıklarının verileceği, iyi davrananlarla kötü davranışta bulunanların ayırt edileceği, dünyayı boşa ve yanlış işlerle geçirip gerekli hazırlığı yapmamaktan dolayı pişmanlık duyacağı ebedî bir âlemdir.
Ahiret âleminin gerçekleşeceğini kavramak için, gayb konuları hakkında bilgi edinmek ve evrenin geleceğini keşfetmekle mümkündür. Kur’an da Gayb ‘ı yalnızca Allah’ın bildiğine ve evrenle ilgili her şeyin bütün olayları açıklayan gizli kaynak, yani Levh-i Mahfuz’da bulunduğuna dikkat çekilir.
Gayb bilgisi noktasına değinilerek âhiret âlemine ilişkin inkârcı iddiaların hiçbir kesin bilgiye dayanmadığı ve kesin kanıtlardan yoksun bulunduğu ifade edilen ayetlere örnek olarak aşağıdaki ayetler verilebilir:
“Âhiret âlemi konusunda inkârcıların hiçbir bilgisi yoktur, onlar sadece zanda bulunur. Onlara apaçık deliller içeren âyetlerimiz okunduğu zaman ‘doğru söylüyorsanız (ölmüş) atalarımızı getirin (diriltin)’ demekten başka bir delilleri yoktur.
“Ölümden sonra diriliş bize ve daha önce atalarımıza vaat olundu, bu ilk insanların uydurduğu masallardan başka bir şey değildir” (en-Neml 27/65;el-Ahkâf 46/17);
“Geçersiz (ve iddialarını kanıtlama gücü bulunmayan kötü) delil âhirete inanmayanlarındır (tezini kanıtlayan ve karşı tezi iptal eden) en üstün delil Allah’ındır” (en-Nahl 16/60).
Allah evreni yokken yaratmıştır, kozmolojik düzenini bozarak evreni yok ettikten sonra tekrar yaratabilir. Kur’an’da verilen bilgilere göre Allah evreni, kudretiyle ilk defa yaratmış ve genişletmektedir, kıyamet kopacağı zaman ise evreni dürerek onu ilk yaratmaya başladığı hale getirecek ve tekrar yaratacaktır.
Günümüz teorik fizik biliminde evrenin tek bir noktadan başlayarak genişlemekte olduğu ve bu sürecin zamanla geriye doğru işleyeceğini ileri süren “büyük patlama” (bing bang) teorisinin bilim adamları arasında itibar görmesi ve bu tezin tartışılması âhiret âlemi açısından büyük bir önem taşır.
Âhiret âleminin gerekliliği düşüncesi Kur’an’da farklı konulardan hareketle tartışmaya açılır. Bunlar da şu alt başlıklarda incelenebilir:
Ahiret âlemi yoksa veya hayat bu dünya hayatından ibaretse hayata ve varlığa, insanı her bakımdan tatmin eden anlamlı, makul, tutarlı bir açıklama getirmek imkânsız hale gelir. Yoklukla son bulacak geçici bir dünya hayatı ve varlığının, insan aklını tatmin edip rahatlatan bir anlamı yoktur. Buna karşılık mutlulukla dopdolu bir ebedî hayat için yaratılmış olmak ise daha anlamlı ve akla daha yatkındır.
İnsanların, dünyada akıl yürüterek ve vahiyler verdiği peygamberleri aracılığıyla varlığı hakkında bilgi sahibi olduğu Allah ile karşılaşması, evrenin yaratılışının en başta gelen anlamı ve amacı olarak düşünülebilir. Böyle bir anlam ve amaç ise akla yatkın ve tatmin edici olduğu içindir ki çoğunluğu itibariyle insanlar yaratılışın başlangıcından günümüze kadar Allah’a inanarak ve O’na ibadet ederek huzur bulmuştur.
Ahiret âleminin varlığı aklen gereklidir. Zira insanların dünya hayatında göremedikleri yaratıcılarıyla karşılaşacakları bir alemin varlığı gereklidir.
Bir kısım insan iyilik yaparken bir kısmı kötülük etmekte; bir kısmı zulmederken bir kısmı da zulme uğramakta; bazı insanlar âdil bazıları da zalim olmakta; bazıları Allah’a inanıp buyruklarına uymakta, bazıları da inkâr edip buyruklarına isyan etmektedir. Akıl, Müslümanla kâfirin, müttakî ile günahkârın, yeryüzünde yanlışı düzeltenle bozguncunun, âdil ve zalimin ayırt edildiği ve yaptıkları işlere karşılıklarının verildiği bir âlemin var olmasını gerekli görür. Her insan yaptığı zerre kadar iyi ve kötü davranışlarının karşılığını görmelidir. Bu yüzden insanlar âhiret âleminin gerekli olduğunu bu açıdan da düşünerek bulabilirler.
İhtilaf edilen inanç ve davranışlar konusunda hak ile bâtılın ortaya çıkacağı; hakperestlerin doğru, putperestlerin ise yanlış yolda olduklarını kesinlikle bilecekleri ve bütün gerçeklerin herkesçe zorunlu olarak bilinip tasdik edileceği bir âlem bulunmalıdır.
Hukuk ve siyaset bilimlerinin ileri düzeyde bilgi üretmelerine rağmen günümüz dünyasında suç işleme oranlarının yüksek seviyelerde seyretmektedir. Bütün yapıp ettiklerinin hesabını âhiret âleminde yaratıcısının huzurunda vereceğini düşünen ve buna içtenlikle inanan insanlar kendilerini buna hazırlamak amacıyla güçleri oranında erdemli davranışlar yapmak gerektiğini anlamakla kalmaz, eyleme geçerek bizzat bunları gerçekleştirmeye yönelir ve büyük oranda da bunda başarılı olur. Âhiret âlemine inanan insanların oluşturduğu toplumlarda isteğe bağlı iyilik oranlarının yüksek, suç işleme oranlarının ise düşük seviyelerde seyretmesi bunu kanıtlayıcı mahiyettedir.
Hadislerde âhiret âlemine inanmak altı iman esası arasında yer alır. Âhiret yerine ölümden sonra diriliş anlamına gelen “el-Ba’sü’l-âhir”e veya son gün demek olan “el-yevmu’l-âhir”e yahut cennet ve cehennemin hak olduğuna şâhitlik etmek anlamına gelen tabirler kullanılır.
Hz. Peygamber, tutum ve davranışlarını kontrol ederek âhiret âlemine hazırlık yapan insanları akıllı; bayağı arzularının peşinden koşarak âhireti düşünmeyenleri ise kendine hükmetmekten âciz, zavallı kimseler olarak nitelemiştir. Ahireti kazanmak isteyen kimsenin dünya lüksünden kaçınması gerektiği, bu kimselerin kalplerinin zenginleşeceği ve dolayısıyla başkalarına muhtaç olmayacakları belirtilmiştir.
Ölüm ve kabir âlemi, kıyamet alâmetleri, kıyametin kopması, evrenin yeniden inşâ edilmesi ve ölülerin kabirlerinden çıkarılıp diriltilmeleri, ardından mevkıf veya arasât adı verilen bir yere sevk edilip bir araya toplanmaları, dünyada benimsedikleri inançlarla yapıp ettiklerinden hesaba çekilip amellerinin ölçülmesi, sırattan geçirilmeleri ve cennet veya cehenneme gönderilmeleri.
Ölüm ve Kabir Hayatı: Allah’ın izni olmadıkça hiçbir insan ölmez, çünkü herkesin ölüm anı Allah tarafından belirlenip yazılmıştır.
Ölüm insanın dünyadan “berzah” denilen yeni bir âleme , bir başka deyişle farklı bir varlık bilincine geçtiği ve duyularla algılanamayan bir hadisedir.
İslâm inancında insanın ölümü, meleklerin insanın ruhunu bedeninden çekip alması anlamına gelir. Ölüm işlerini yürütmekle görevli melek Azrail ve onun yardımcılarıdır. Ruh ise anne rahminde yaratılışı anında insanın bedenine melek tarafından üflenen ve onu diğer canlılardan ayıran algılama gücüdür Kur’an’da buna iki ayette temas edilir. Birinde şöyle denilir: “Allah insanı çamur halindeki topraktan yaratmaya başladı, sonra soyunu değersiz bir sıvıdan üretti, sonra onu düzeltip tamamladı ve ona ruhundan üfledi.
Ruh metafizik ve dinî bir kavram olduğundan bilimsel bilginin konusu değildir. Dolayısıyla bilimsel bilgiye dayanılarak doğrulanamayacağı gibi yanlışlanması imkânı da yoktur. Melekler müminlerin ruhlarını incitmeden kolaylıkla alır ve onlara müjde verir, kâfirlerin ruhlarını ise şiddetle ve döverek çekip alır, onlara o gün herhengi bir müjde de yoktur (el-Enfâl 8/50-51; el-Furkân 25/22; es-Secde 32/112; Muhammed 47/27-28; en-Nâzi’ât 79/1-2).
Kabir “ölünün gömüldüğü eşilmiş toprak parçası” anlamına gelir. Kabirlerden oluşan mekâna kabristan adı verilir. . Kur’an’da belirtildiğine göre Allah insanları melekleri vasıtasıyla öldürür, sonra diriler aracılığıyla onları kabre koydurur. Hz. Âdem’in oğullarından Kâbil’in, öldürdüğü kardeşi Habil’i kabre koyması için bir karga göndererek toprağı eşmesini sağlamak suretiyle ona yol göstermiş, böylece ölen insanların kabre konulması gerektiğini de onlara öğretmiştir.
Kabir, kıyametin kopmasının ardından evrenin yeniden inşa edilmesiyle dirilme gerçekleşene kadar ölenlerin ruhî hayatlarını geçirdiği bir mekân olarak kabul edilmiştir. Kabirde geçen berzah hayatı uykuya benzetilmiş ve ruhî bir algılama tarzında gerçekleştiğine de işaret edilmiştir. Hz. Peygamber de bir hadiste kabri âhiret duraklarının ilki olarak nitelemiştir.
Akâid kitapları kabir âleminde ölülerin sorguya çekildikten sonra azap veya nimet içinde bulunacaklarına dair bilgiler içerir. Bu konudaki bilgiler üç başlıkta inceleyebiliriz.
Sahih hadislerde belirtildiğine göre kabre konulan insan Münker ve Nekîr adlı melekler tarafından dine, Allah’a ve Hz.Peygamber’e dair inançları hakkında sorguya çekilir.
İlâhî buyruklara uyan müttakî ve sâlih müminler kabirlerinde nimet içinde bulunacaktır. Hadislerde de sorguya çekilmenin ardından iyi müminlerin kabirlerinin aydınlık ve geniş bir cennet bahçesi haline getirileceği ve cennetteki konumlarının da kendilerine sabah ve akşam gösterileceği bildirilmiştir.
Kâfirlerin yanı sıra ilâhî buyruklara uymayan günahkâr müminler kabirlerinde azap içinde bulunacaktır. Buna açıkça işaret eden ayetler ve bunları tefsir eden hadisler vardır. Ayetlerde belirtildiğine göre Hz.Mûsâ’ya inanmayan Firavun ve taraftarları suda boğulmalarının ardından hemen ateşe atıldılar, halen sabah ve akşam ateşe arz edilip kıyamet günü ise en şiddetli azaba atılacaklardır. Ayrıca kâfirler ve münafıklar cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabı tadacaklardır.
Hadislerde bildirildiğine göre ise Hz. Peygamber dualarında kabir azabından Allah’a sığınmış, cenaze namazını kıldırırken ölüler hakkında bu duayı tekrarlamış ve aynı duayı yapmayı ashabına tavsiye etmiştir. Ayrıca kabirde azap görenlerin seslerini duyduğunu haber vermiş, kabir sıkması ve cehennemdeki yerin gösterilmesi tarzında azap türleri bulunduğunu açıklamıştır.
Dinî bir terim olarak kıyamet evrende oluşan kozmolojik düzenin bozulmasının ardından yeniden oluşması diye tanımlanır. Kur’an’da birden fazla kavramla ifade edilen kıyamet hakkında en çok kullanılan isim “kıyametin kopma zamanı” anlamındaki “Sâat” tabiridir. Sarsıcı anlamına gelen “Râcife”, korkunç gürültü demek olan “Karia”, “Sahha” ve ayrıca “Tâmme” gibi değişik adlarla da anılır. Kur’anda ve hadislerde kıyametin kopmasından önce alâmetlerinin gerçekleşeceği açıklanmış , ancak bunların nelerden ibaret olduğuna dair ayrıntılı bilgiler verilmemiş, sadece kıyâmetin kopmaya başlamasından önce gökten aşağıya doğru inip insanları bürüyecek olan azap verici bir dumandan ve bunu gidermesi için Allah’a dua edileceğinden bahsedilmiştir. Ayrıca geçiş yerinin açılacağından söz edilmiş, ancak bunun ne anlama geldiği hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir.
İçki tüketiminin yaygınlaşması, insanların yarı çıplak dolaşması, zinanın aleni hale gelmesi, adam öldürme olaylarının ve terörün artması, faizin helal telakki edilmesi, ibadetlerin terk edilmesi gibi dinî hayatın yozlaşacağını haber veren gelişmelere kıyametin küçük alametleri denir.
Bazı rivayetlere göre kıyametin kopmasından önce Tanrılık iddiası taşıyan Deccâl adlı ilginç bir insan ortaya çıkacak ve insanları hak yoldan saptıracaktır .Ehl-i Sünnet ve Şia’ya bağlı bilginlerin çoğunluğu bir kıyamet alâmeti olarak saptırıcı bir Deccal’ın yanı sıra onun karşısında mücadele eden kurtarıcı bir Mehdî’nin çıkacağı ve onu destekleyici mahiyette Hz. İsa’nın gökten ineceği inancını benimsemiştir. Ancak bu rivayetlerin içerdiği bilgilere, İslâm dinînin ana kaynağını teşkil eden Kur’an’da hiçbir şekilde temas edilmemiştir. Selefiye dışındaki Sünnîler’in de kabul ettiği bilgi anlayışına göre bunlara inanmak zorunlu, yani dini terminoloji ile söylemek gerekirse farz değildir.
Kur’an’da belirtildiğine göre kıyamet Sûr’a ilk defa üfürülmekle kopacak ve evrenin kozmik düzeni bozulacaktır. Sûr “ses çıkaran ve eğri boynuza benzeyen boru, borazan” anlamına gelir. Sûr ile eşanlamlı olan “nâkur” tabiri de “ses çıkarmak” manasında kullanılarak kıyametin korkunç bir gürültüyle kopacağı açıklanır.
Sûra ikinci defa üflenince Allah evreni yeniden inşâ edecek, yer başka bir yer olacak ve dümdüz yapılacak, gökler de başka gökler haline getirilecek, yer küre yükünü dışarı atacak, kabirler deşilecek, ruhlar bedenleriyle birleştirilip ölüler bir anda diriltilecek.
Âyet ve hadislerde ölümden sonra diriliş inancını hayretle karşılayıp inkâr eden ve bu konuda bilgilenmek isteyen herkese sunulan delilleri şöyle sıralanabilir:
Allah ilkin topraktan yarattığı insanı, öldürüp toprağa gömdürdükten sonra onu tekrar yaratmaya kadirdir. Toprağın insan cesedinden eksilttiği unsurları ve geride bıraktıklarının yanı sıra yaratılanlara dair her türlü bilgi Levh-i Mahfuz’da mevcuttur.
Evren gibi son derece karmaşık bir işleyiş düzenine sahip olan varlık âlemini yaratan güç, insan gibi daha küçük bir varlığı daha kolay yaratabilir. Çünkü evreni yaratmak insanları yaratmaktan daha büyük bir iştir ve zordur.
Ölü toprakta hayatı yaratmakla topraktaki ölü insanların diriltilmesi birbirinin benzeri olaylardır. İnsan aklı iki benzer olaydan birini yapabilenin diğerini de yapabileceğine hükmeder.
Hz.İbrahîm bizzat öldürüp parçalara ayırdığı bir kuşun dirilişini gözlemlemiş ve adı belirtilmeyen bir insan öldürüldükten yüz yıl sonra diriltilmiş ve ölmüş eşeğinin diriltilişi de kendinse izlettirilmiştir.
Ölüp toprağa karıştıktan sonra diriltileceklerini kabul etmeyen ve “çürümüş kemikleri kim diriltecek” diyen inkârcılara “ilk defa yaratan diriltecek” şeklinde karşılık verilmiş, böylece kemiklerin cisim olarak diriltilmesi açıkça belirtilmiştir.
Hadislerde ölülerin, gökten inecek bir tür “hayat suyunun toprakta çürümeyen “acbu’z-zeneb” adlı bedenlere ait maddî unsurlarla birleşmesi sayesinde diriltileceği ve insanların bir bitkinin topraktan çıkığı gibi süratle kabirlerinden çıkacağını açıklanmıştır.
Arapça “haşr” kelimesi sözlükte bir topluluğu zor kullanarak bulunduğu yerden çıkarıp bir mekânda toplamak anlamına gelir. İslâm inancında haşir ise âhirette diriltilen insanların hesaba çekilmek üzere “arasât” veya “mevkıf” yahut “mahşer” denilen meydanda toplanmalarını ifade eder. Haşir dirilişten sonraki merhaleyi teşkil eder.
Hadislerde de haşirle ilgili tasvirler yapılmıştır. Buna göre insanlar üzerinde yol gösterici hiçbir işaretin bulunmadığı bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecek, haşir sırasında insanlar yalın ayak, çıplak ve güneşin sıcaklığından ötürü sıkıntılı bir süreç yaşayacaktır.
Arapça bir kelime olan “hisâb”ın dilimize uyarlanmış şekli hesaptır. Kur’an’da âhirete verilen isimlerden biri hesap günü anlamına gelen “yevmu’l-hisâb”, bir diğeri de ayırma günü manasındaki “yevmu’l-fasl”dır.
Kur’an’da verilen bilgiler göre önce peygamberler hesaba çekilip ilâhî vahiyleri insanlara tebliğ edip etmedikleri, ardından da insanların bu vahiylere inanıp inanmadıkları sorulduktan sonra herkese, inancının yanı sıra bütün yapıp ettiklerini sayıp ortaya koyan ve dünyada yazıcı melekler tarafından oluşturulan kitap –ki buna amel defteri de denilir- verilip dünya hayatının değerlendirmesi yapılacaktır.
Cenneti hak edenlere (ashâbu’l-yemîn veya ashâbu’l-meymene) kitapları sağ taraftan, cehennemi hak edenlere (ashâbu’ş-şimâl veya ashâbu’l-meş’eme) denilir.
İnanç ve davranışların değerlendirilmesi için kurulacak adalet terazisine dînî terminolojide “vezin” adı verilir.
Hadislerde de insanların inanç ve davranışlardan hesaba çekilmesi ölçme ve değerlendirmenin “mizan” adı verilen bir âletle yapılacağı belirtilir. Müminlerin mizanını olumlu yönde etkileyen davranışlar, tevhîd inancını benimsemek, Allah’ı anıp yüceltmek ve hamdetmek, gerekli durumlarda hayvanını Allah yolunda harcamak, temiz ve güzel ahlak sahibi olmaktır .
Ahirette cehennem üzerinde kurulmuş “sırat” adı verilen bir köprüden geçileceğine inanılır. Âyette geçen “vürûd” tabiri cehenneme girmeyi değil yakınından geçme anlamı da taşıyabilir. Hadislerde cehennem üzerinde bir köprünün bulunduğu ve herkesin oradan geçmek mecburiyetinde olduğu açıkça belirtilir.
Cennet sözlük anlamı itibariyle sık bir şekilde bitki ve ağaçlarla dolu olan bahçe demektir ,alimlerin çoğunluğuna göre cennet yaratılmıştır ve şu anda mevcuttur.
Kur’an’da Cennetin “Adn”, “Firdevs”, “Na‘îm” ve “Me’vâ” gibi değişik bölümleri bulunmaktadır.
Cehennem ise sözlük anlamı itibariyle “derin kuyu” demektir, yapılan tasvirlere göre hepsi de yakıcı ateş anlamıyla irtibatlı olan cehennem, “cahîm”, “hâviye”, “hutâme”, “lezâ”, “saîr” ve “sakar” adlı daha şiddetli bölümleri ve aşağı tabakaları vardır.
Kur’an ve sahih hadislerde yapılan tasvirlerden anlaşıldığına göre cehennemde biyolojik ve psikolojik olmak üzere iki türlü azap uygulanacaktır.
Cehenneme girecek olan kimseler arasında çeşitli âyetlerde şu gruplar sayılır: Allah’ı, Hz.Muhammed dâhil olmak üzere peygamberleri ve âhiret hayatını inkâr edenler, İslâm diniyle alay edenler, ilâhî buyruklara isyan ederek günah işleyen ve ardından tövbe etmeyenler, sürekli namazlarını terk edenler, büyüklük taslayarak Allah’a ibadet etmekten yüz çevirenler, Allah ve peygamberleriyle mücadeleye girişip yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, haksız yere adam öldürenler, iffetli kadınlara iftira edenler, yalnızca dünyayı kazanmak için çalışanlar, yetim mallarını haksız yere yiyenler.
İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre cehennem de cennet gibi yaratılmış olup şu an mevcuttur ve cennete nispetle evrenin en alt kısmındadır.”