Faiz kavramı Kur’ân ve Sünnette “ ribâ” kelimesi ile ifade edilir. Ribâ, sözlükte “fazlalık, artma ve çoğalma” gibi anlamlara gelir. Günümüzde Arapçada “fâide” kavramı da banka faizi anlamında kullanılmaktadır.
Fıkıh literatüründeki ribâ ile ilgili bilgilerden hareketle faizi şöyle tanımlayabiliriz: Faiz, verilen borcun geri ödenmesinde şart koşulan fazlalık veya mâlî mübadele akitlerinde ölçülebilir karşılıksız fazlalıktır.
Faiz uygulaması, genellikle belli bir vadeyle verilen borcun geri ödenmesinde fazlalık şart koşulması yoluyla oluşur.
1.Borç Faizi: Buna ribe’n-nesîe denir. Faizin bu türü, alınacak belirli bir fazlalık karşılığında borç/kredi verme yoluyla oluşur. Bunda asıl olan vade karşılığında verilenden fazlasını almaktır.
2. Alışveriş Faizi: Buna ribe’l-bey’ denir. Alışverişte iki şekilde faiz gerçekleşebilir: Alışverişte cereyan eden faizin birinci türüne fazlalık faizi (ribel’fazl) denir. Fazlalık faizi, paranın para karşılığında veya mislî malların birbiriyle takasında karşılıklardan birindeki ölçülebilir fazlalıktır. Mislî mal, aynı türe ait olup ölçü birimleriyle alınıp satılan mallardır. Malın mal ile takas edilmesi gerektiğinde, malların para karşılığında satılması ve satın alınması önerilmiştir. Çünkü malların parasal değerleri pazarda oluşur ve bu değer objektiftir.
Satım akdinden kaynaklanan ikinci faiz türüne veresiye faizi denir. Veresiye faizi, paranın para ile ya da malın mal ile mübadelesinde karşılıklardan birindeki vadedir. Burada fazlalık olsun ya da olmasın, karşılıklardan birinin vadeye kalması faiz kabul edilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de faizle ilgili âyetler dört grupta toplanabilir. Nüzul tarihleri (geliş zamanları) farklı olan bu âyetler, faizin yasaklanmasında aşamalı bir yolun takip edildiğini göstermektedir.
Kur’ân’da faiz yasağını ayrıntılı bir şekilde ele alan ikinci grup ayetlerde şöyle buyrulur: “Faiz yiyenler -kabirlerinden- şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ayılması gibi kalkarlar. Bu durum, onların, “alım satım da tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan kendisinindir ve artık onun durumu Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir ve kökünü kurutur), sadakaları ise artırır. Allah küfürde ve günahta ısrar eden kimseleri sevmez. Ey iman edenler! Allah’tan korkun, eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet böyle yapmazsanız Allah ve Resulü ile savaşa izin verdiğinizi bilin. Tövbe edip vazgeçerseniz anaparanız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (elBakara, 2/275-276) Bu âyetlerle faiz kesin olarak yasaklanmıştır.
Faiz yasağıyla ilgili olarak gelen bir diğer âyetin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin; Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/130) Müfessirler, her türlü faizin “kat kat artırma” anlamına geldiğini ifade ederler. Hz. Peygamber, bir sahâbîye “Katladın, ribâ yaptın” demiştir. Burada peşin bir alışverişte gerçekleşen faiz bile “katlama” olarak nitelendirilmiştir. Bu da faizin her şeklinin az olsun çok olsun “katlama” anlamı içerdiğini göstermektedir.
Borç faizi hakkında az sayıda hadis vardır. Bu konudaki hadislerin en önemlisi; “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz cinsi cinsine eşit ve peşin olarak satılır. Malların cinsleri değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın.”
İslâm hukukçuları arasında faizin haram olduğu konusunda görüş birliği bulunmakla beraber, hangi mallarda gerçekleştiği hususunda anlaşma sağlanamamıştır.
Günümüz fıkıhçıları altın ve gümüşün faize konu olmasının, onların para olma (semeniyyet) özelliğinden ileri geldiği konusunda görüş birliğine varmışlardır.
İslâmiyet’in ticaret ve kazancı serbest bırakırken faizi yasaklamış olmasının birey ve toplumun ortak yararını korumayı amaçladığı muhakkaktır.
İslâm paranın paraya karşılık fazlalıkla satılmasını haksız kazanç saymıştır. Faizle ilgili tartışmalarda, faizin zararları olarak dile getirilen hususları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
Faiz, sermaye sahiplerinin yatırıma yönelmesini ve dolayısıyla kaynakların tam kapasite ile kullanılmasını önler.
Yukarıda belirtilen nedenden dolayı, yani yatırım olmadığı için işsizlik artar.
Yatırımlarda faizli kredilerin kullanımı üretim maliyetlerin yükselmesine ve sunî fiyat artışına/enflasyona yol açar.
Faizle giderek katlanan ve çoğalan sermaye her yönden toplum üzerinde hâkimiyet kurup onu yönlendirebilecek bir konuma gelir ve topluma yön vermesi gereken asıl değerlerin yerini bu güç alır.
Faizin yaygınlaştığı toplumlarda toplumsal değerler altüst olmakta ve yardımlaşma, dayanışma, sevgi ve şefkat gibi insanî özelliklerin yerini daha çok para ve itibar kazanma hırsı almaktadır.
Faizli dış borçlar, kalkınmakta olan ülkeleri giderek ağır bir borç bata- ğına sürüklemekte, bu da onların ekonomik, hatta siyasî özgürlüklerini ciddi ölçüde riske sokmaktadır. Tüketim amaçlı borçlanmalarda, haksızlık tamamen borçlu aleyhinde gelişir.
Üretim amaçlı borçlanmalarda faizli kredi ile girişilen teşebbüslerden bir kâr elde edilememesi, hatta zarar edilmesi durumunda bile anaparayla birlikte faiz ödettirilmektedir. Bu apaçık bir haksızlıktır.
Faiz, var olduğu günden itibaren daima güçlünün ve sermaye sahibinin yararına olmuş, zayıf ve muhtaç kimselerin durumlarının daha da kötüleşmesine sebep olmuştur.
Bilindiği gibi İslâm, olağan dışı durumlar için farklı hükümler öngörmüştür. Bunlar ruhsat veya zarûret gibi kavramlarla ifade edilir. Zarûretlerin haram olan şeyleri, zarûret miktarınca mübah kılacağı bir kural olarak kabul edilmiştir (Mecelle, md. 21.) Ayrıca bir işin zorlaşması durumunda genişlik tanınacağı da yerleşik bir kural olarak benimsenmiştir (Mecelle, madde 18.).
Örneğin, tedavi olması gereken bir kişinin, bunu karşılayacak sosyal güvencesi ve parası yoksa, ihtiyacı olan parayı da başka yollardan temin edemiyorsa faizli krediye başvurması zarûret gereği olarak görülmektedir .
Katılım Bankacılığı Nedir?
Katılım bankaları, sermaye toplama ve sermaye kullandırma aşamalarında faizli muamelelerden kaçınan ve bunları ortaklık vb. yollarla yürüten finans kuruluşlarıdır. Faizli bankalar ile katılım bankacılığı kurumları arasındaki önemli fark burada ortaya çıkmaktadır. Yani sermaye toplama ve işletme sürecinde bankalar faizli kredi sistemini kullanırken, katılım bankacılığı kuruluşları ortaklık sistemini uygular ve bu şekilde faizli muamelelerden sakınırlar.
İslam tarihinde, finans ve sermaye sağlayan çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Beytü’l-mâl (devlet hazinesi) kurumunun kredi kullandırması, para nakli ile ilgili işlemler yaptırması ve asker ve memurların maaş ödemelerinde kullanılan çek (es-Sak) işlemleri bunların başlıcalarıdır.
Katılım Bankacılığı İşlemleri
Katılım bankacılığının sağladığı hizmetler üç ana gurupta toplanır: Sermaye toplama, sermaye kullandırma ve bankacılık hizmetleri.
Katılım Bankacılığında Sermaye Toplama
Bankaların iki temel sermaye oluşturma yolu vardır: Birincisi öz sermaye ikincisi mevduattır.
1. Öz Sermaye: Faizsiz bankalar sermayelerinin bir kısmını kurulurken oluştururlar. Bu sermaye kurucuların sağladığı sermayedir. Buna öz sermaye denir.
2. Mevduat: İstenildiğinde ya da belirlenmiş bir vade sonunda çekilmek üzere bankaya yatırılan paraya mevduat denir.
Cârî hesap: İstenilen zamanda fonun/yatırılan mevduatın geri çekilebildiği ve faiz ya da kâr payı ödenmeyen hesaplardır.
Bu tür hesaplar fıkıh açısından değerlendirildiğinde, genellikle karz/borç- ödünç akdine benzetilmektedir.
Katılım Hesabı: Kâr ve zarara katılma şartıyla oluşturulan hesaplara katılım hesapları denir. Bankacılık Kanununun 3. maddesinde bu tür hesaplar tanımlanmıştır. Buna göre katılım hesabı açtıranların, ne kadar kâr payı alacağı önceden belirlenmez. Ayrıca katılım bankasının parayı işletme sonucu zarar etmesi durumunda müşterinin zarara katılması, yani yatırılan paranın kısmen ya da tamamen kaybedilmesi de mümkündür.
İslam’da oranı önceden belirlenen, kâr ya da zarardan etkilenmeyen ve her halükârda sermaye sahibi (borç veren) tarafından alınacağı öngörülen belli miktardaki fazlalık faiz olarak kabul edilir.
Katılım hesaplarında kâr ve zarara katılma şartı, bu tür hesapları faizli uygulamadan ayıran en önemli farklılıktır. Katılım bankacılığı kurumlarına katılım hesabı yoluyla para yatıranlar, belirlenen süre sonunda kâra veya zarara ortak olduklarını bilmekte, katılım bankası da bu sermayeyi borç olarak değil ortaklık sermayesi olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla kurum ile hesap sahibi arasındaki ilişki ortaklık ilişkisidir. Bu tür ortaklıklara Fıkıhta mudârebe adı verilir.
Mudârebe, çalışma/emek bir taraftan ve sermaye de diğer taraftan olmak üzere, kâr-zarar paylaşımı esası ile kurulan ortaklıktır. Bu tür ortaklık, emeksermaye ortaklığı olarak da isimlendirilir.
Katılım bankalarıyla, kâr zarar ortaklığı şeklinde yapılan muamele, mudârebe şartları çerçevesinde gerçekleştiğinden meşru kabul edilmektedir.
Faizsiz bankacılıkta sermayeyi işletme yöntemleri şunlardır: Murâbaha, ortaklıklar ve kiralama.
1.Murâbaha: Murâbaha, peşin satın alınan malı belli bir kâr ilave ederek vadeli satmak demektir. Bu tür satım akdinde, malın alış fiyatı ve üzerine konulan kâr miktarının bilgisi müşteriye verilir ve anlaşma sağlanır. Bu nedenle murâbaha akdi fıkıhta güvene dayalı satış (buyû’u’l-emânât) türlerinden sayılır.
Katılım bankaları murabaha yaparken, talep edilen murabaha akdinin katılım bankacılığı bağlamında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair hususları araştırır ve uygun olup olmadığını incelerler.
2. Ortaklık Yöntemi: Faizsiz finans kurumlarının topladıkları sermayeyi değerlendirme yollarından biri de kâr zarar ortaklığıdır. Bu kurumlar topladıkları sermayeye kendi öz sermayelerini de katarak ya bizzat ya da işletmecilere sermaye sağlayarak ortaklık kurarak gelir elde ederler. Dolayısıyla ortaklık iki türlü olur: Sermaye ortaklığı (müşâreke) ve emek sermaye ortaklığı (Mudârebe).
Sermaye Ortaklığı (Müşâreke): İki ya da daha fazla kişinin belirli sermayeler koyarak birlikte iş yapmak ve oluşacak kâr ya da zararı paylaşmak üzere kurdukları ortaklıklara sermaye ortaklığı (müşâreke) denir.
Katılım bankacılığı kuruluşlarının ortaklıkları, klasik fıkıh doktrininde incelenen ve bütün İslam hukukçularınca meşru kabul edilen inan ortaklığına benzer. İnan ortaklığı, iki veya daha fazla kişinin ticaret yapmak ve kârı anlaştıkları oranlarda paylaşmak üzere bir mal üzerinde kurdukları ortaklıktır. Günümüzde bu tür ortaklıklara anonim şirket denilmektedir.
Emek-Sermaye Ortaklığı (Mudârabe): Katılım hesabı yoluyla katılım bankasına para yatıranların bu işlemlerinin fıkıhtaki mudârebe yoluyla gerçekleştiğine dair bilgi vermiştik. Katılım bankası da topladığı sermayeyi değerlendirirken aynı yöntemi kullanabilir. Yani banka, sermayeyi çalıştıracak ortaklar bularak onlara sermaye sağlar. Bu tür ortaklıklarda katılım bankası, ortaklığın işletmesine ve yönetimine katılmaz.
3. Kiralama: Katılım bankacılığında sermayeyi işletme yöntemlerinin üçüncüsü kiralamadır. Bir şeyin aynının (kendisinin) değil de menfaatinin (yararlanma hakkının) belirli bir bedel karşılığında satılmasına kiralama denir. Bankacılıkta iki türlü kiralama vardır: Kasa kiralama ve finansal kiralama.
Kasa Kiralama: Bankanın belirli bir ücret karşılığında kasa dairesindeki kasalarından birinin kullanım hakkını müşteriye devretmesine kasa kiralama denir.
Finansal Kiralama: Finansal kiralama, finans kuruluşunun kiracısına kullandırmak üzere satın aldığı malın mülkiyetinin, taksitleri kira bedeli olarak ödendikten sonra müşteriye geçmesini ihtiva eden sözleşmedir.
Günümüzde parasal işlemlerde genel anlamda kolaylık sağlamak üzere geliştirilen yöntemlerden biri de banka kartı/plastik kart ya da diğer adıyla kredi kartlarıdır.
1.Debit kart: Hâmiline sadece hesabında para bulunduğunda harcama imkanı veren kartlardır.
2. Charge card :Yukarıdaki kart türüne benzemekle beraber charge card adı verilen kartlar hâmiline, hesabında nakit para olmasa da bankanın tanıdığı limit ölçüsünde mal/hizmet alım imkanı sunar.
3. Kredi Kartı: Hâmiline, hesabında para olsun ya da olmasın belli bir limite kadar harcama imkânı veren kartlardır.
Banka Müşteri İlişkisi
Kartı çıkaran banka ile kullanan müşteri arasındaki ilişki bir takım sözleşmeler içerir.
1.Kredi kartı anlaşmasında banka, kart hamiline kefil olmakta ve verdiği kart ile yapılan mal ve hizmet alımlarının karşılığını ödeyeceğini taahhüt etmektedir. Bu işlemde kartı sağlayan banka ile müşteri arasında İslam hukukundaki kefâlet akdi tahakkuk etmektedir.
Banka-İşyeri İlişkisi
Bankalar ile kredi kartıyla satış yapan işyerleri arasında da hukuki işlemler doğar. Bankalar, işyerlerine POS cihazı bağlar, onlar adına hesap açar, kredi kartıyla yaptıkları satışları takip eder ve alacaklarını tahsil edip kendilerine ödemeyi üstlenirler. Bütün bunlara karşılık işyerlerinden komisyon alırlar.
Banka ile işyeri arasında iki açıdan ilişki vardır. Birincisi, banka, yerine getirmiş olduğu hizmetler karşılığında ücret almaktadır. İkincisi, işyeri, bankanın müşteriye kefâletini kabul etmektedir. Çünkü banka, kart hâmilinin borcunu ödemeyi taahhüt etmiştir. Bunun yanında kefaleti üstlenen banka, işyeri ile ödemeyi yaparken belirli bir miktar indirim yapacağı hususunda anlaşır. Hanefi mezhebi fıkıhçıları yanında günümüzde bazı fıkıhçılar bu tür bir anlaşmayı caiz görmüşlerdir.
Kart hâmili (müşteri) ile alacağını kart yoluyla tahsil eden taraf (işyeri) arasındaki ilişki, alacağın tahsil edilmesi bakımından bir havâle işlemidir. Çünkü borçlu olan müşteri, kart kullanmakla ödeme yükümlülüğünü bankanın yerine getireceğini ifade etmiş olmakta, karşı taraf da bunu kabul etmektedir. Buna havâle denir.”