Hz. Osman öldürüldükten sonra Medine’de bir iktidar boşluğu meydana geldi. Hz. Ali’ye halifelik teklifi yapıldığında önce Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından ortaya çıkan kargaşa ortamında hilâfete gelmesinin makul olmayacağını düşünerek öneriyi reddetti.
Tekrar ısrar edilmesi üzerine Hz. Ali hilâfet görevini kabul etti. Önce evinde, ardından da Mescid-i Nebevî’de yapılan biatle halife oldu (Zilhicce 35/Haziran 656). Büyük çoğunluğun desteğini almakla birlikte etkili olan bazı kişiler, biat etmek yerine tarafsız kalmayı tercih ettiler.
Hz. Ali’nin, hilâfete geldikten sonra ilk icraatlarından biri Hz. Osman’ın valililerini görevden azlederek yerlerine yeni valiler ataması olmuştur. Hz. Osman valilerini akrabalarından seçmeyi tercih etmişti. Hz. Ali ise Hz. Osman döneminde mağdur edildiklerini düşünen muhalifleri tayin etti. Bu arada yakınlarından da atamalar yaptı.
Hz. Ali’nin önemli bir icraatı Hz. Osman dönemindeki mali uygulamaların bir kısmına son vermesiydi. Bunlardan biri Hz. Ömer tarafından başlatılan ve Hz. Osman döneminde de devam eden, atıyyelerin (yıllık maaş) kişilerin İslâm’a hizmetlerine göre verilmesi şeklindeki uygulamadır.
Hz. Ali, ilk icraatlarında topluma hâkim olmak istediği gibi muhalefetin taleplerini de dikkate almaya çalışmıştır.
Halife olduktan sonra Hz. Ali’ye yönelik önemli taleplerden biri, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmasıydı. Ancak Hz. Ali halife olduktan sonra bu hususta arzu edilen adımları atamadı.
Hz. Ali’nin ilk icraatlarından olan Hz. Osman’ın valilerinin değiştirilmesi, Osman’ın yönetiminden rahatsızlık duyanların tepkilerini dindirme amacı da taşıyan önemli bir karardı. Hz. Ali, valilerin değiştirilmesi gerektiğine inanıyor ve onları değiştirmenin yönetici olarak
hakkı olduğunu düşünüyordu. Ancak bu kararı, kontrol edilemez olayların başlamasına sebep oldu.
Kısa sürede Hz. Ali’nin halife seçilmesine ve ilk icraatlarına karşı muhalif sesler yükselmeye başladı. Muhalif gruplardan biri Hz. Âişe, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın önderliğini yaptıkları gruptu.
Hz. Ali’ye biat edildikten sonra ortaya çıkan diğer önemli bir muhalif Muâviye b. Ebû Süfyân’dır. Muâviye’nin Hz. Osman’ın kanını talep etme iddiasının önemli bir dayanağı Arap geleneğidir. Muâviye’nin talebi, Sıffîn savaşından sonra hakemler tarafından kabul edilmiştir.
Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’in liderliğini yaptığı muhalefet grubu, Mekke’de bir araya geldi. Hareketin temel iddiası Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğü ve Hz. Ali’nin katilleri cezalandırması gerektiği şeklindeydi. Mekke’de toplanan muhalifler, ne yapacakları hususunda müzakereler yaptılar. Mekke muhalefetine, Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmak gibi masum gerekçelerle destek verenler olduğu gibi mal elde etmek, kabilesinin çıkarlarını gözetmek ve şahsî kin sebebiyle katılanlar da vardı. Hareketin lideri olan Hz. Âişe’nin halife olma ihtimali yoktu.
Muhalifler Basra’ya doğru yola çıktıklarında namazlarda kimin imamlık yapacağı hususunda ayrılığa düştüler. Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr’i görevlendirerek sorunu çözdü.
Muhalifler Basra’ya girince Osman b. Huneyf’i etkisiz hale getirip beytülmaldeki malları talan ettiler. Mekke’deki muhalifler Basra’ya gitmek üzere harekete geçtikleri sırada Hz. Ali, Muâviye’nin biat etmemesinden kaynaklanan problemi çözmekle uğraşıyordu.
İki ordu Basra yakınlarındaki Hureybe mevkiinde karşı karşıya geldi. Taraflar arasında elçiler gidip gelmişse de barış sağlanması mümkün olmadı. Savaş, Hz. Âişe’nin içinde bulunduğu hevdecin etrafında yoğunlaştı. Hz. Âişe’nin savaşı devesinin üzerindeki hevdecten komuta ettiği ve çarpışmalar onun devesinin etrafında yoğunlaştığı için bu savaşa Cemel (Deve) Vak‘ası denmiştir. Hz. Ali, savaşın burada yoğunlaştığını görünce devenin öldürülmesini emretti. Devenin öldürülmesiyle savaş Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlandı (Cemâziyelâhir 36/Aralık 656).
Hz. Ali, muhalifleri yendikten sonra onlara iyi davrandı. Savaşta hayatını kaybedenleri defnettirdi; ayrıca ordusuna yağma yapmamalarını ve kimseye dokunmamalarını emretti.
Hz. Âişe, önce Mekke’ye, oradan da Medine’ye gitti ve bu olaydan sonra siyasetten uzak bir hayat yaşadı. Onun Cemel Vak‘ası’ndan duyduğu pişmanlığı sık sık ifade ettiği anlatılır.
İslâm tarihinde etkisi uzun süre devam eden iç çatışmalardan biri, Hz. Ali döneminde meydan gelen Sıffîn savaşı ve devamındaki gelişmelerdir. Savaşın açık bir galibi yoksa da Hz. Ali’ye bayrak açmış olan Muâviye’nin zamanla durumu lehine çevirdiği bir gerçektir.
Hz. Ali, Cemel savaşından sonra Kûfe’ye giderek burasını devletin merkezi yaptı. Hz. Ali, Muâviye’nin itaat etmediğini, hatta kendisine karşı cepheyi genişletmeye çalıştığını görünce onunla savaşmaktan başka yol olmadığını anladı. İki ordu Irak-Suriye sınırındaki Sıffîn’de karşı karşıya geldi.
Hz. Ali, hemen saldırıya geçmek niyetinde değildi. Sorunun barışçıl yollarla çözümü için günlerce taraflar arasında elçiler gidip geldi; ancak anlaşmaya ulaşmak mümkün olmadı. Safer 37’de (Temmuz 657) taraflar, ordularını savaş konumuna getirdiler.
Suriye ordusundaki askerler, ellerindeki Mushaf’ı ya da Mushaf yapraklarını havaya kaldırarak “Ey Iraklılar! Artık savaşı bırakalım, aramızda Allah’ın kitabı hakem olsun” diye bağırmaya başladılar. Tarafların kayıpları hakkında kaynaklarda farklı bilgiler bulunmakla birlikte elçilerin görüşmeleri de dâhil edilirse yaklaşık üç ay süren Sıffîn savaşında, iki taraftan binlerce kişinin öldüğü nakledilir.
Hz. Ali istemediği halde askerleri içinde önemli çoğunluğu oluşturan, savaşın durdurulmasına taraftar olanların taleplerine uymak zorunda kaldı.
Ebû Mûsâ çağrılarak bir anlaşma metni (tahkimname) imzalandı (13 Safer 37/ 31 Temmuz 657). Belgede hakemlerin Kur’ân’a göre hareket edecekleri, onda uygun hüküm bulamazlarsa sünnete başvuracakları, heva ve heveslerine göre hareket etmeyecekleri, bu çerçevede verilen karara Hz. Ali ve Muâviye’nin rıza gösterecekleri, hakemlerin ve yakınlarının can ve mallarının emniyet içinde olacağı, hakemlerin nerede, ne zaman buluşacakları ve görüşmeleri takip edebilecek kimseler hakkında hükümler vardı.
Hakemler, üzerinde anlaştıkları hususların yazılması için bir kâtip görevlendirdiler. Görüşmede Amr b. Âs sözü Hz. Osman’ın öldürülmesi meselesine getirerek, Ebû Mûsâ’ya Osman’ın mazlum olarak öldürülüp öldürülmediğini sordu. Ebû Mûsâ mazlum olarak öldürüldüğünü söyledi. Bu husus kayıt altına alındı. Muâviye’nin Hz. Osman’ın velisi olup olmadığı konusunu ele alan hakemler, Muâviye’nin akrabası sıfatıyla Hz. Osman’ın velisi olduğunu, bu sebeple katillerinin cezalandırılmasını talep edebileceğini kabul ettiler.
Tahkim, Cahiliye döneminden beri bilinen, aralarında anlaşmazlık bulunan kişilerin ya da kabilelerin arasını bulmak amacıyla başvurulan bir yöntemdi. Ancak Sıffîn savaşının akabinde gerçekleştirilen tahkimde, hakem seçilen insanların temsil ettikleri liderler hakkındaki görüşleri aynı olmadığı için Hz. Ali, haksızlığa uğramıştır. Zira Muâviye’nin hakemi olan Amr b. Âs onun taraftarı olarak Sıffîn savaşına katılmışken, Hz. Ali’nin hakemi olan Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, insanları iki tarafa da destek vermemeye davet eden, inzivaya çekilmiş tarafsız biriydi.
Hâricîler, Sıffîn savaşından sonra tahkimin kabul edilmesi üzerine ortaya çıkan bir fırka olarak kabul edilse de, fırkanın temel görüşlerinin Hz. Osman dönemindeki siyasî çatışmalardan ve Hz. Osman’ın öldürülmesinden bağımsız olmadığı anlaşılır.
İslâm tarihinin çok erken bir döneminde tarih sahnesine çıkan Hâricîlerin, kendilerine özgü düşünce ve tavırları, Müslümanların büyük bir bölümünün sevgisini kazanan Ashâbın ileri gelenlerine karşı takındıkları tutum endileriyle aynı düşünceleri paylaşmayan Müslümanlar hakkındaki katı görüşleri ve tutumları ile bilinirler.
Hâricîlik hareketinin doğuşundaki en önemli etken, bedevîlikten şehir hayatına geçen Arap toplumunun geçirdiği değişim ve toplumun zamanla siyasal konulara daha fazla ilgi duymasıdır.
Müslümanlar, kısa zamanda çeşitli milletlerin yaşadığı birçok ülkeyi fethedince orada yaşayan insanlarla kültür alışverişinde bulundular. İslam’a yeni girenlerin eski dinlerinden, gelenek ve göreneklerinden birçok şeyi yeni hayatlarında da devam ettirmiş olmaları kaçınılmazdı. Bu da mezheplerin doğuşuna sebep olacak tartışmalara katkıda bulunmuş olmalıdır.
Hâricîlerin ortaya çıkışında, özellikle Hz. Osman döneminde toplumun siyasetle daha fazla ilgilenmesi, valilerin ve halifenin icraatlarını sorgulamaya başlamasının da önemli etkisi olduğunu unutmamak gerekir.
Özellikle fetihlerden sonra Arapların daha önce hayal edemedikleri kadar önemli maddî olanaklara sahip olmaları ve devletin ekonomik politikalarına yönelik istekleri, muhalefetin gelişmesine, dolayısıyla Hâricîlik hareketinin doğmasına katkı sağlayan hususlardan biri olarak değerlendirilebilir.
Eş‘as b. Kays, tahkime desteği artırmak ve halkı bilgilendirmek amacıyla kabileleri gezerek tahkimname belgesini okumaya başladı. Temîm kabilesine gittiğinde bu kabileden Urve b. Udeyye, “Allah’ın işinde insanları hakem tayin ediyorsunuz. Hüküm ancak Allah’a aittir (lâ hükme illâ lillâh).” diyerek kılıcıyla Eş‘as’a saldırıp bineğini yaraladı. Bu olay, Yemenlilerle Temîmlileri karşı karşıya getirdi; ancak bazı liderler araya girerek sorunu çözdüler.
Temîm kabilesinden yaklaşık 12.000 kişilik bir grup, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak Harura denen yerde toplandılar. Hz. Ali, onlarla görüşmek üzere Abdullah b. Abbas’ı gönderdi. Daha sonra kendisi de görüşerek onları birlikte Kûfe’ye gitmeye ikna etti.
İlk Hâricîleri oluşturan bu gruba göre Hz. Ali, tahkimi kabul etmekle hata etmişti. Tahkimi kabul ettiği için onu tevbeye davet ettiler. Hz. Ali, tahkimi kabul etmenin dinî açıdan bir hata değil, siyasî zaaf olduğunu söyledi.
Hâricîler, hakemler buluşuncaya kadar Kûfe’de beklemeye devam ettiler. Son ana kadar Hz. Ali’nin, hakemi Ebû Mûsâ’yı göndermekten vazgeçmesini beklediler. Hariciler Nehrevân denilen yerde diğer şehirlerden gelecek arkadaşlarıyla buluşup başka bir yere gitmeye karar verdiler. Hz. Ali kararı tanımadığını, zira verilen kararın Allah’ın kitabına ve Resûlü’nün uygulamalarına uygun olmadığını ilan etti. Hakemlerin kararı açıklandıktan sonra Suriye üzerine harekete geçmek üzere hazırlıklara başlanmıştı.
Hz. Ali’nin yakın adamları, Hâricî problemini çözmeden Suriye’ye sefer düzenlemenin doğru olmayacağını söylediler. Hz. Ali, önce ordusunu Nehrevân’a sevk etti. Hz. Ali’nin ordusu arasında meydana gelen savaşta Hâricîlerin önemli bir kısmı öldürüldü
Yaklaşık 400 kişi de yaralı olarak ele geçirildi (9 Safer 38/ 17 Temmuz 658).
Hâricîler, Nehrevân savaşından sonra da Hz. Ali’ye karşı takındıkları tutumu değiştirmediler. Aksine bazı arkadaşlarının Nehrevân’da öldürülmesi, onların görüşlerini daha da katılaştırdı. Nitekim Nehrevân’dan hemen sonra Nuhayle’de başka bir çatışma meydana geldi.
Hz. Ali’nin öldürülmesine kadar küçük çaplı birkaç isyana kalkıştılar; ancak bunların hepsi hemen bastırıldı.
Bir grup Hâricî Mekke’de toplanarak İslâm dünyasının içine düştüğü bunalımdan kurtulmasının nasıl mümkün olabileceğini konuştular. Fitnenin sebebi olarak gördükleri Hz. Ali, Muâviye ve Amr b. Âs’ı öldürmenin sorunu çözeceğini düşündüler. Bu amaçla üçüne de aynı gün, 17 Ramazan 40 tarihinde (24 Ocak 661) suikast düzenlemeye karar verdiler.
Hz. Ali’yi öldürme görevini üstlenen Abdurrahman b. Mülcem, Kûfe’ye sabah namazını kıldırmak üzere camiye giden
Hz. Ali’ye saldırdı. Yaralanan Hz. Ali, birkaç gün sonra vefat etti (19 veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661). Hz. Ali, yaşadığı dönemin en önemli âlimlerinden biriydi.
İslâm tarihinin ilk yıllarında görülen fedakârlık, dinî değerler için mücadele azmi ve samimiyet artık insanların davranışlarının temel belirleyicileri olmaktan uzaklaşmış; Ashâb’ın toplum üzerindeki etkisi de zamanla azalmıştır.
Hz. Ali’nin iktidar döneminde dışarıya yönelik cihâdın geri plana itilmesi, iç çatışmalardan fırsat bulunamamasından kaynaklanmıştır.
Hz. Ali döneminde İslâm toplumu üç farklı gruba ayrılmıştı. Toplumun önemli bir kısmı Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Özellikle Ashâbın ileri gelenlerinden birçok kimse onu destekledi. Bununla birlikte mücadele sürecinde Muâviye, Suriye’den sonra Mısır’a da hâkim oldu.
İkinci grup, Hz. Ali’nin muhalifleriydi. Bunların bir kısmı Hz. Osman’ın vefatından sonra Ümeyyeoğullarının iktidarı kaybetmesini istemeyen aile mensupları ile onlarla işbirliği yapan kabilelerdi.
Üçüncü grup tarafsızlardı. Bunlar Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü kabul ediyorlardı.
İç savaş ortamının ekonomik düzene önemli zararlar vermesi de kaçınılmazdır. Bir taraftan savaşın getirdiği külfet, diğer taraftan güvenlik ortamının bozulmasının ticarete verdiği zarar, ekonomik durumu sarsıcı etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Hasan, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın büyük oğlu olarak h. 3. yılın Ramazan ayında (Mart 625) Medine’de dünyaya geldi. İsmini Hz. Peygamber vermiştir. Babası iktidara gelinceye kadar siyasetten uzak, sakin bir hayat yaşadı.
Hz. Ali, vefat etmesi durumunda oğlunu yerine seçmeleri hususundaki görüşünü sordular. Hz. Ali, bunu kendilerine emretmeyeceğini, ancak karşı da çıkmayacağını söyledi. Hz.
Hasan’a Hz. Ali’nin vefatından sonra Kûfe’de biat edildi. Hasan, iktidara geldikten sonra babasının valilerini yerinde bırakarak onları değiştirmedi.
Hz. Ali’nin vefat etmesiyle boşalan hilâfet makamına Hasan’ın seçilmesi, Muâviye tarafından bir avantaj olarak değerlendirildi. Hilâfet makamına Hasan’ın seçilmesi ardından, asker toplayan Muâviye, Medâin yakınlarına gitti. Muâviye’nin harekete geçtiğini öğrenen Hz. Hasan, adamlarına toplanma emri verdi; ancak halktan beklediği desteği alamadı.
Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas’ı ordunun başına kumandan olarak atadı. Ubeydullah, askerlerinden habersiz, gece Muâviye’nin ordusuna katıldı. Komutanın karşı tarafa geçmesinin, askerin maneviyatı üzerinde olumsuz etki bırakmış olduğu kesindir. Muâviye ile mücadele etmesinin zorluğunu gören Hz. Hasan barış önerisinde bulundu. Muâviye’nin temsilcileri Medâin’de Hz. Hasan’la görüşerek önerilerini kabul ettiler. Buna karşılık o da hilâfet haklarından vazgeçti.
Hz. Hasan, hilâfeti bıraktıktan sonra Muâviye Kûfe’ye giderek halkın huzurunda Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer ehl-i beyt mensupları ile taraftarlarından biat aldı (25 Rebîülevvel 41/29 Temmuz 661). Böylece yaklaşık altı ay süren Hz. Hasan’ın hilâfeti sona ermiş oldu. Bu anlaşmayla birlikte İslâm ümmetinin birliği tekrar sağlandığı için anlaşmanın yapıldığı yıla Birlik Yılı (Âmü’l-cemâ‘a) denilmiştir.
Hz. Hasan Muâviye’ye biat ettikten sonra akrabalarını yanına alarak Medine’ye gitti. Kûfe’den ayrılmasıyla birlikte siyasetten uzaklaştı. Bundan sonra vefat edinceye (28 Safer 49/7 Nisan 669) kadar Medine’de yaşadı. Sakin, yumuşak huylu, barış taraftarı, siyaseti ve mücadeleyi sevmeyen bir kişiliğe sahip olan Hz. Hasan, yapıcı tutumuyla İslâm dünyasındaki siyasî çekişmelerin sona ermesini sağlamıştır.
Hz. Hasan’ın kendisine biat edildikten sonra iki aya yakın bir süre geçtiği halde savaş hazırlığı yapmaması, barış taraftarı olduğunu gösteren bir başka delildir. Hz. Ali’nin Kûfe’de, planlanmış bir suikast sonucu öldürülmesi, Medâin’de Hz. Hasan’ın çadırına saldırılarak malının talan edilmesi ve yaralanması, onun barış yapma düşüncesini pekiştirmiştir.
Hz. Hasan’ı Muâviye ile barış yapma düşüncesine sevk eden olaylardan biri Muâviye’nin, Hz. Hasan’ın komutanı Ubeydullah b. Abbas’la kurduğu temas sonucu Ubeydullah’ın Muâviye tarafına geçmesi olmuştur. Hz. Hasan, siyasî birikimi açısından Muâviye’den zayıftı. Muâviye, Mekke’nin siyasetle uğraşan bir ailesinde büyümüş; Hz. Ömer zamanından beri Suriye’de valilik yapmış; Hz. Ali gibi Müslümanların ekseriyetinin biatini almış bir halifeyle mücadele etmeyi göze almış birisiydi.
Muâviye b. Ebû Süfyân’ın halife olmasıyla Hulefâ-yi Râşidîn dönemi sona ermiş, doksan yıl sürecek olan Emevîler devri başlamıştır. Bu yeni dönemde Muâviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle hilâfet saltanata dönüşmüştür.