Hz. Muhammed Yüce Allah tarafından “âlemlere rahmet” ve “son peygamber” olarak gönderilmiş, Kur’ân-ı Kerim’de onun insanlığa “en güzel örnek” olduğu ifade edilmiştir. Öte yandan onun bir “beşer” olduğu da vurgulanmıştır. Dolayısıyla o, hem dünya hayatının şartlarına tabi bir beşer hem de ilahî vahye muhatap olan bir peygamberdir. Hz. Muhammed sadece bir peygamber olarak ilahî mesajı aktarmakla kalmamış, aynı zamanda bir fert, bir aile reisi, bir eğitimci, bir devlet başkanı, bir hâkim ve bir kumandan olarak bu mesajı hayatına yansıtmış ve örnek bir kişilik sergilemiştir. Hz. Peygamber’in altmış üç yıllık hayatına bir bütün olarak bakıldığında 40 yılının peygamberlik öncesine ait olduğu görülür ki, bu da ömrünün yaklaşık üçte ikisine karşılık gelmektedir. Resûlullah’ın (s. a. v.) doğumu, çocukluğu, gençliği, ticari faaliyetleri, Hz. Hatice ile evliliği, çocuklarının dünyaya gelip büyümeleri ve Kâbe hakemliği bu dönemde gerçekleşmiştir.
Peygamber efendimizin soyu yirmi birinci kuşaktan atası olan Adnân vasıtasıyla Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’e dayanmaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamberin soyunun da mensup olduğu Kuzey Araplar’ına İsmaililer veya Âdnaniler gibi isimler de verilmektedir. Peygamber efendimiz Arapların Hz.İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in soyundan gelen Âdnaniler kolundan, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesine mensup Abdullah b. Abdülmuttalib’in oğludur.
Hz. Muhammed’in babası, Kureyş’in Benî Hâşim kolundan Abdullah b.
Abdülmuttalib, annesi ise Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızı Âmine’dir.
Abdullah, Âmine ile evlendikten bir süre sonra ticaret için Suriye’ye giden kafileye katılarak Gazze’ye gitti. Dönüş yolunda o zamanki adı Yesrib olan Medine’ye ulaştıklarında hastalandı. Burada babasının dayıları olan Adî b. Neccâr oğullarını ziyaret etti. Akrabalarının yanında bir ay kadar hasta yattıktan sonra vefat etti ve Medine’de defnedildi.
Peygamberimiz Arap yarımadasının batısındaki Hicaz bölgesinde yer alan Mekke şehrinde dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. İslâm kaynaklarında Hz. Muhammed’in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen zaman içinde bazı olağanüstü olayların meydana geldiği ifade edilmektedir. Buna göre Âmine’nin hamileliğe bağlı herhangi bir hastalık,sıkıntı ve zorluk yaşamadığı, doğum sancısı çekmediği belirtilmektedir. Yine Peygamberimiz sünnetli olarak doğmuştur.
Doğumun ardından Peygamberimizi birkaç gün annesi, bir süre de Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi. Süveybe Hz. Peygamber’in amcası Hamza’yı da emzirdiğinden Hz. Peygamber bu amcasıyla aynı zamanda süt kardeşi olmuştur. Süt annesine verilmesinde temel sebep çocukların şehir yerine daha sağlıklı olan çöl havasında büyümelerini sağlamak, ayrıca konuşma çağında fasih Arapça öğrenmelerine imkân vermekti. Peygamberimiz de bu geleneğe uyularak Hevâzin kabilesinin Sa’d b. Bekir koluna mensup Halîme bint Ebû Züeyb’e verilmiştir. Arap dilini en güzel bir şekilde konuşmakla tanınan Benî Sa’d b. Bekir, Araplar arasında cömertlik ve şerefiyle de bilinmekteydi. Hz. Muhammed dört veya beş yaşına kadar sütannesinin yanında kaldı.
Âmine Mekke’ye dönerken Medine’ye yaklaşık 190 km. mesafede bulunan Ebvâ’da hastalandı ve genç yaşta vefat etti. Annesinin ölümüyle öksüz kalan Efendimiz, Ümmü Eymen tarafından Mekke’ye getirilip dedesi Abdülmuttalib’e teslim edildi.
Abdülmuttalib, çok sevdiği ve genç yaşta kaybettiği oğlu Abdullah’ın değerli hâtırası olan Hz. Muhammed’e büyük özen gösteriyordu. Çocuklarına göstermediği sevgiyi ona gösteriyor, onsuz sofraya oturmuyor; Hamza dahil kendi çocuklarına dahi gelenek gereği müsaade edilmediği halde onu zaman zaman Kâbe duvarının gölgesindeki minderine oturtuyordu. Yaşı seksenin üzerinde olan Abdülmuttalib, torunu Muhammed sekiz yaşına geldiğinde bakım ve himayesini amcası Ebû Tâlib’e verdikten kısa bir süre sonra vefat etti.
Efendimiz dört yaşına kadar süt annesi Halîme’nin, altı yaşına kadar annesi Âmine’nin, annesinin vefatı üzerine sekiz yaşına kadar da dedesinin yanında kalmış, bundan sonra onu amcası Ebû Tâlib himayesine almıştır. Ebû Tâlib Peygamberimizin babası Abdullah’ın anne-baba bir kardeşi idi. Peygamberimiz on yaşlarında iken kalabalık bir aileye sahip bulunan amcası Ebû Tâlib’e yardımcı olmak amacıyla bir süre çobanlık yapmıştır. Ebû Tâlib maddî durumu iyi olmamasına rağmen şefkatlı bir amca olarak Hz. Muhammed’i himaye etti. Şüphesiz onun bu himayesinde hanımı Fâtıma bint Esed’in verdiği desteğin önemi büyüktür.
Peygamberimizin çocukluğundan itibaren Cahiliyye devrinin yaygın kötülüklerinden hiç birine bulaşmadı. Putlara tapmadı, putlar için kesilen kurban etinden yemedi. İçki ve kumar gibi kötü alışkanlıklardan uzak durdu. Onun bu hususta ilahî koruma altında olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda bu konuda kendisinden nakledilen bazı rivayetler bulunmaktadır: Çocukluğunda arkadaşlarıyla oyun oynarken taşları bir yerden bir yere taşımak için elbiselerini kullanmaktaydılar. Ancak bu sırada üstleri açıldığından Hz. Muhammed “Giy şu elbiseni bakayım!” diye gaipten bir ses duymuş, bu uyarı üzerine elbiselerini giyerek taşları omuzunda taşımaya devam etmişti. Çobanlık yaptığı günlerde bir defasında koyunlarını arkadaşına bırakarak Mekke’deki bir düğüne katılmak için ayrıldı. Ancak Mekke’ye yaklaştığında ansızın bastıran uyku yüzünden uyuyakaldı ve Câhiliye adetlerine göre yapılan bu düğüne katılmaktan korunmuş oldu. Bir defasında amcası ve halalarının aşırı ısrarı üzerine Buvâne adı verilen yerde bulunan bir putu ziyaret ve ibadet için onlarla birlikte gitmek zorunda kaldı. Oraya vardıklarında bir süre gözden kayboldu. Aradan bir müddet geçtikten sonra beti benzi sararmış vaziyette titreyerek geldi. Halaları merak içinde ne olduğunu sorunca olayı anlattı: “Ben bu putun yanına yaklaştığımda beyazlar içinde uzun boylu bir adam yanıma gelip “Ey Muhammed! Sakın puta el sürme; oradan uzaklaş” diye beni ikaz etti.” Hz. Muhammed kendisine peygamberlik verilinceye kadar bir daha Kureyşlilerin bu bayramına katılmadığı gibi amcası ve halaları da bu konuda ona baskı yapmadılar.
Câhiliye döneminde Arap kabileleri arasında çeşitli sebeplerle sık sık savaşların çıktığı bilinmektedir. Öyle ki, her türlü düşmanlık ve mücadeleden el çekilmesi gereken, kötülük yapmanın ve kan dökmenin yasak olduğu haram aylarda (zilkade, zilhicce, muharrem, receb) bile savaşların yapıldığı olurdu. Haram aylarda cereyan ettiği için bu savaşlara Ficâr savaşı adı verilirdi. Hz. Peygamber de gençliğinde böyle bir savaşa katılmak durumunda kalmıştı. Onun katıldığı savaş “Eyyâmü’l-ficâri’l-evvel” denilen birinci gurup ficâr savaşlarının dördüncüsü ve aynı zamanda en şiddetlisi olmuştur. Bu savaş Kureyş-Kinâne ve Kays-Aylân kabileleri arasında cereyan etmiştir. Savaşın temel sebebi Benî Kinâne’den Berrâd b. Kays’ın Hevâzin eşrafından Urve b. Utbe’yi öldürmesidir. Bu savaşta Kureyşliler kabile asabiyeti sebebiyle Benî Kinâne’nin yanında yer aldı. Harb b. Ümeyye, Kureyş ve Kinâneliler’in başkumandanlığına getirildi. Kureyş’in kollarından Hâşimoğulları’nın reisi ve Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib haram aylarda bulundukları gerekçesiyle Haşimoğulları’nın bu savaşa katılmasına razı olmadı. Hâşimoğulları Zübeyr Bin. Abdülmuttalib komutasında savaşa katıldı. Savaş, Kureyş ve müttefiki Kinâne’nin zaferiyle sonuçlandı. Peygamberimizin bu savaşa amcalarıyla birlikte katılmış fakat fiilen savaşmamıştır.
Mekke’de kabileler arasında yaşanan ve bazen kan dökülmesinin yasak olduğu haram aylarda dahi meydana gelen çekişme ve çatışmalar, şehrin güvenli bir belde olmasına gölge düşürmüştü. Çıkan çatışmaları ve haksızlıkları önlemek için erdemli insanların yemini anlamında Hilfü’l-fudûl meclisi toplanmış ve Peygamber Efendimiz bu mecliste bulunmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.)de Mekke’deki birçok Kureyşli gibi ticaret ile meşgul olmuştur. Kumaş ve tahıl ticaretiyle uğraşan amcası Ebû Tâlib’e yardım etmek suretiyle ticaret hayatına başlamış ve amcasının yaşlandığı yıllarda kendisi ticarete devam etmiştir. Bu dönemde onun çeşitli yerlere ticaret amacıyla seyahat ettiği bilinmektedir. Câhiliye döneminin yaygın kötülüklerinin hiçbirine bulaşmaksızın temiz bir hayat yaşayan Hz. Muhammed çevresinde iffeti, mertliği, merhameti ve hak severliğinin yanı sıra ticaret doğruluğu ve güvenilirliği sebebiyle “Muhammedü’l-Emîn” veya sadece “el-Emîn” unvanıyla bilinmekteydi.
Mekke’nin tanınmış zenginlerinden olan Hatice, kervanlarının başında bulunamıyor, onları ücretle tuttuğu şahısların idaresinde gönderiyordu. Hatice, bu sıralarda bir tavsiye üzerine çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak tanınan Hz. Muhammed’le (s.a.v.) ortaklık antlaşması yaptı ve başkalarına verdiği ücretten daha fazlasını kendisine vereceğini belirtip kölesi Meysere ile birlikte ticaret kervanını Suriye’ye götürmesini istedi. O sırada yirmi beş yaşında olan Peygamberimiz, Hz. Hatice’nin kölesi Meysere ile birlikte kervanı Suriye’ye götürdü ve bu ticarî seyahatinden oldukça kârlı bir şekilde döndü. Öyle ki, Hz. Hatice’nin bu kervandan kazancı normal kazancının iki katı olmuştu. Bu sonuçtan büyük memnuniyet duyan Hz. Hatice, Peygamberimizin hissesini de iki kat ödedi ve onun dürüst ve doğru sözlü olduğunu da bizzat görmüş oldu. Hz. Hatice’nin peygamberimiz hakkındaki duyguları gün geçtikçe güzelleşti ve Hz. Hatice bir süre sonra Hz. Muhammed hakkında hissettiklerini Nefîse bint Ümeyye (Münye) ile paylaştı ve ondan, uygun bir şekilde kimseye belli etmeden Hz. Muhammed’le görüşüp bu husustaki fikrini yoklamasını istedi. Daha sonar bu girişim evlilikle sonuçlandı. Peygamber Efendimiz’in Hz. Hatice ile evliliğinden iki erkek ve dört kız çocukları dünyaya geldi. Erkek çocukları Kâsım ve Abdullah, kız çocukları da Zeynep, Rukıyye, Ümmü Külsûm ve Fâtıma’dır.
Milâdî 605 yılında, Hz. Muhammed otuz beş yaşlarında iken Kureyşliler Kâbe’yi
tamire karar verdiler. Bütün Kureyş kabileleri, aralarında kura çekerek tamir için işbölümü yaptı Kâbe yeniden inşâ edildi. Ancak Hacerülesved’in yerine yerleştirilmesi hususunda anlaşmazlık çıktı. Çünkü bu şerefli görevi hiçbir kabile, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı 3 başkasına bırakmak istemiyordu. Tartışma birkaç gün devam etti; hatta bu yüzden savaşmayı bile göze alanlar oldu. Nihayet Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebû Ümeyye b. Mugîre, “Benî Şeybe kapısından Kâbe’ye ilk giren kimsenin vereceği karara uyulmasını” teklif etti; Kureyşliler bu teklifi benimseyip beklemeye başladılar. Kapıdan Hz. Muhammed’in girdiği görülünce orada bulunanlar “İşte el-Emîn, işte Muhammed geldi!” diyerek memnuniyetlerini ifade ettiler. Hz. Muhammed, bir örtü getirterek Hacerülesved’i onun üzerine koydu, bütün kabile reislerinin iştirakiyle örtüyü kaldırdı, konulacağı hizaya gelince de taşı kendi elleriyle alıp yerine yerleştirdi. Böylece Kureyşliler arasında çıkmak üzere olan bir çatışmanın da önüne geçilmiş oldu.