İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu 1: Güzel Ahlâk (Faziletler)

İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu
Güzel Ahlâk (Faziletler)

Ahlâk ilminin tanımlarından birisi de, “beğenilen güzel fiilleri yapıp, beğenilmeyen fiillerden kaçınmayı sağlayan, insani nefsin eylemlerinden ve huylarından bahseden bir ilim”dir. Bu tanımdaki güzel davranışlar erdemleri, kötü davranışlar reziletleri temsil etmektedir. Fazilet-rezilet kavramları gerçekte iyi-kötü kelimelerine tekabül etmektedir. Bu tanıma göre insanın ahlakı ilgilendiren vasıfları fazilet ve rezilet olarak iki kısma ayrılmaktadır. Fazilet, insanda iyi fiilleri ortaya çıkaran meleke iken, kötü fiillerin ortaya çıkması rezilet ile alakalıdır. Fazilet sahibi insan, ahlaklı insandır; fazilet sahibi olmayan insan ise, ahlaksız ve kötü ahlaklı bir insandır.

Di̇ndarlik-Ahlâk İli̇şki̇si̇

İslâm ahlâkının asıl kaynağı Kur’an ve onu yaşantısında tecessüm ettirmiş peygamberin hayatı, sünnettir. Hz. Peygamber’in ahlâkının “Kur’an ahlâkı” olduğunu söyleyen hadisler bu gerçeğe işaret etmektedir.

İslâm ahlâkının eşkâlini belirleyen ana prensip dikkate alındığı zaman fazilet, rezilet ve vicdan üçgenini iyi belirlediği dikkati çekmektedir. Nitekim iyilik ve kötülüğü kişinin vicdanında meydana getirdiği etkiye göre tayin etmiştir. Hz. Muhammed, “bir insan, iyilik yaptığında sevinç, kötülük yaptığında üzüntü duyabiliyorsa, artık o gerçekten mü’mindir” diyerek, hakîkî insan alametlerini de söylemiştir.

Endülüs’te yetişmiş olan âlimlerden İbn Hazm Ahlâk, -elahlâk ve’s- siyer fî müdâvâti’n-nüf’us- isimli eserinde akıllı olmayı, kulluk bilincinde olma ve kulluğu yerine getirme, dolayısıyla da erdemli olma olarak tanımlar. Aklın zıddı günahkârlık ve erdemsizlik, yani ahmaklıktır.

Adalet de, daha sonra göreceğimiz gibi, “orta yolu” ifade etmektedir. Adalet, muhtemel iki uçtan biri yerine, bunların tam ortasını bulmak anlamına gelmektedir. Sadece bir erdem ile alakalı olarak değil bütün erdemlerde ve erdemlerin birbiri ile ilişkisinde de orta yolu bulmak, adaletin gereğidir.

İslâm düşüncesi dindarlık ile ahlak arasındaki irtibatı keşfederken, varlık- bilgi-değer düzlemlerinde son derece tutarlı ve dayanıklı algılama biçimi ortaya koymuştur. Bir başka ifadeyle Kur’ân’ın anlam bütünlüğünde iman (inançvarlık) kavramı, ‘ilm (bilgi), ve salih amel (ahlâk-eylem) kavramları öylesine birbirine bağlıdır ki, bunlar birbirini hem besleyen hem de gerektiren boyutlardır. Öyle ki bu düşünce modunda bilgi (‘ilm), hikmet, adalet ve hakikati içinde barındıran, çok katmanlı bir kavramdır. Bu çerçevede adâletin bilgi ile ilişkisi şu şekilde ifade edilebilir: İnsanın yaratıklar âleminde doğru ve bu yüzden uygun yerini ve yaratıcısı ile olan doğru irtibatını bilmesi adalettir. Adalet, insanın kâinattaki konumu ile ilgili bilgisinden kopuk değildir.

Kur’an’da kulluk (ibadet ve ubudiyet), inanan kişinin Allah’a bağlılığını eylemleriyle göstermesi, bilgi (marifet ) anlamında kullanılır. Allah’ın insanı yaratış amacı, insanın onu bilmesidir.

İmam Gazali Mîzân el-‘Amel isimli ahlak eserinde, ilm ve amelin âhirete hazırlık ve mutlu olmanın yegâne yolunun iman ve salih amel olduğunu söylemektedir.

İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu

İnsanın en ayırt edici özellikleri, sevme, düşünme, irade, eylem ve tecrübe gibi boyutlardır. Bu boyutlar dinin tanımlanmasında da oldukça belirleyicidir. Ahlâkın işlevi ve önemi de tam olarak bu sınırda belirir.

Faziletler ve reziletlerin neler olduğu hususunda genel bir ittifak vardır; ancak bunların temellendirilmesinde ve anlatımında takip edilen yollar birbirinden farklıdır. Bunlar arasında filozofların yöntemi en sistematik olanıdır. Bu sebeple önce felsefi ahlak eserlerinde ortaya konulan, daha sonra Gazali ve İbn Hazm gibi alimler tarafından da kullanılan, filozofların ortaya koyduğu şablonu kullanan sistematik esas alınarak faziletler ve reziletler konusu ele alınacaktır. Bu şablon Nasırüddin etTusi, Devvani ve Kınalızade Ali Efendi tarafından daha da geliştirilmiştir.

İslâm Ahlâkında Faziletler

İslâm ahlâkçıları, ahlâkı, kısaca faziletler ve reziletler ilmi olarak değerlendirmektedirler.

Fazilet kavramı insanın kabiliyetleri ile alakalı olarak kullanılmaktadır. İnsanın muhtelif kabiliyetleri vardır ve bu kabiliyetler doğuşta “kuvve” olarak, yani potansiyel olarak mevcutturlar. Bu kabiliyetlerin etkin olması ile hayat gerçekleşir.

Müslüman filozoflar insanı tabii/fiziki dünyanın bir devamı, aynı zamanda bütün mevcudatın (makrokosmos) bir özeti olarak kavrarlar. İnsan “zübde-i alemdir”; veya “küçük alemdir” (alem-i sagir=mikrokosmos). Böyle olduğu için de kendisi dışındaki bütün mevcudatı imkân olarak ve içinde taşır.

İnsanda, üç nefis birlikte bulunmaktadır: nebati, hayvani ve meleki nefis. Bunların her birisi insanda bir kuvve tarafından temsil edilir: nebati nefis şehevi kuvvede, hayvâni nefis gadabi kuvvede, meleki nefis ise nutuk kuvvesinde. Birinci kabiliyet, insanın gıda, cinsel arzu ve diğer arzu ve isteklerine esas teşkil eder, ki adına “şehevi kuvve” denilir. Bu kuvve insanın biyolojik varlığını sürdürmesini sağlayan kabiliyetini ifade etmek için kullanılmaktadır. İkinci kabiliyet ise insanın varlığını ve sahip olduğu şeyleri savunmaya ve korumaya (muhafaza) yöneliktir; adına gazap kuvvesi denilmektedir. Üçüncü kabiliyet ise insanın hem diğer varlıklarla hem hemcinsleri ile, yani diğer insanlarla, hem de insanların üstündeki alemle düzenli bir irtibat kurma imkanını ifade eder.

İslâm ahlâkında faziletler konusu işlenirken, öncelikle faziletlerin insan nefsinin hangi boyutundan beslendiğinin belirtilmesi gerekmektedir. İslâm ahlâkı konusundaki görüşleriyle dikkati çeken Osmanlı dönemi ahlâkçılarından Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk’ı Alâî isimli eseri bu konuda önemli bir kaynaktır. Çünkü o hemen hemen kendinden önceki ahlâk düşünürlerinin görüşlerini çoğu bakımdan sürdürmüştür; ayrıldığı, farklı düştüğü noktalar olduysa onları da işlemek suretiyle hem bir sentez hem de bir özet yapabilmiştir denilebilir.

İnsanî nefsin iki gücü vardır.

1) İdrak gücü: Bu güç sayesinde nefis, aklın idrak gücünü gerçekleştirir. Bunun iki görünümü vardır.

Nazari Güç: Bunun aşırılığa veya eksikliğe gitmemesi, yani orta düzeyde/itidal üzerine olması sayesinde hikmet meydana gelir.

Amelî Güç: itidal üzerine fiiller, yani “orta yol” çıkarırsa adalet meydana gelir.

2) Hareket Ettirici Güç: Bu güç sayesinde beden itki veya motivasyon gücü kazanır.

Hareket Ettirici Arzu Gücü (Şehvet): Aşırılığa gitmediği sürece “orta hal/düzeyde” olduğu müddetçe iffet meydana gelir.

Hareket Ettirici Saldırgan Güç (Gazap): Aşırılığa gitmediği sürece “orta hal/düzeyde” fiiller, cesaret meydana gelir.

Hikmet

Genel olarak eşya hakkında bilgi edinme gücüne özgü bir erdemdir. Varlık ve ahlâk arasındaki ilişkiye temas ederken değindiğimiz gibi, kişinin bilgi ve hikmet gücü de erdemli olmada son derece önemlidir. İslâm düşünürleri, ahlâklı olmak için bilebilme yeteneğini kabul eder. Ahmaklık, kişinin ahlâkî gelişimini engeller. Çünkü iyi olabilmek için iyinin ne olduğunun bilinmesi gerekir. Öte yandan kişinin iyi olması, bilgeliğini de artıracaktır.

Hikmet Erdeminin Altında Yer Alan Erdemler:

Zekâ
Çabuk anlama
Zihin açıklığı
Kolay öğrenme
İyi düşünme
Ezberleme
Hatırlama
Cesaret

Üstünlük sağlama güdüsünden kaynaklanan bir erdemdir. Çoğu zaman bu güdüye öfke gücü denmektedir. Bu güçten kaynaklanan erdeme ise cesaret denilmektedir. Öfke gücünün fazla olması halinde kişi saldırgan; eksik olması durumunda ise korkak olacaktır. Gazap/öfke gücünün yeterli derecede orta durumda olması ise cesareti doğuracaktır. Bu erdem olmadığı zaman adaletin gerçekleşmesi mümkün değildir. Mesela Kindî’ye göre, cesaret, yapılması gerekeni yapmak ve ortadan kalkması gerekeni de önlemek için her türlü riski göze alabilmektir. Diğer erdemlerde olduğu gibi cesaret faziletine dahil olan erdemleri de görmemiz gerekir.

Cesaret Erdeminin Kapsamına Giren Erdemler:

Olgun nefs
Olayları cesur karşılama
Yüksek gayret
Sebat
Yumuşak huyluluk
Ölçülü olmak
Yüreklilik
Dayanıklılık, katlanmak
Tevazu
Onur duygusu
Yufka yüreklilik (Rikkat)
İffet

Bedenin korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan şeyleri sağlama, gereksiz olanlara da ilgisiz kalma erdemidir. Bu erdem, şehvet güdüsüne bağlıdır. Fazlalığında günahkârlık, azlığında ise şehvet eksikliği olmaktadır. İffet faziletine dahil olan erdemler ise şunlardır:

İffet faziletinin kapsamına giren erdemler:

Hayâ
Merhamet
Yumuşaklık
Nefsin güzel ahlâkla donanmaya rağbet etmesi
Uyumlu ve geçimli olmak
Arzuları dizginlemek
Sabır
Kötülük sebeplerine karşı dirençli olmak
Musibet ve belaya karşı sabır
Kanaat
Vakar
Fedakârlık
Cömertlik
Kerem
Adalet

Adalet, bütün aşırılıkların ortası ve genel olarak rezîlet demek olan aşırılıklardan kurtulmayı sağlayan bir erdem olduğu için bütün erdemlerin en tam olanı ve adeta ortak olanıdır.

İslâm filozoflarından İbn Rüşd’e göre, adalet erdemi, bilgelik, yiğitlik ve ölçülülükten (iffet) ve cömertlikten oluşan diğer dört erdemin toplumda gerçekleşmesinin teminatıdır. Ona göre, ahlâk ile hukuk arasında zorunlu bir bağlantı vardır.

Adalet Erdemine Dâhil Olan Erdemler:

Sadâkat
Ülfet (uzlaşma, kaynaşma)
Vefâ
Şefkat
Yakınlarıyla ilgilenmek,
Mükâfat
Müşterek işlerde insaf ve itidal üzerine davranmak
Herkese karşı dürüst davranmak
Yakın ve dostlarının sevgisini kazanmak
Teslim(her şeyi ilâhi iradeye dayanmak)
Tevekkül
İbadet

Nasıl Erdemli Olunur?

İbn Hazm şöyle demektedir: “Erdemler ile erdemsizlikler (el-fedâil ve’r- rezâil, faziletler ve reziletler), ibadetler ile günahlar (et-ta’ât ve’l-me’âsî) arasında nefsin nefret etmesi ile ünsiyet kurmasından/alışmasından başka bir ilişki yoktur. Mutlu (sa’îd) kişi, nefsini erdemlere ve ibadetlere alıştıran, onları sevdiren; erdemsizliklerden ve günahlardan uzaklaştıran, nefret ettiren kişidir. Mutsuz (şakî) kişi ise nefsini erdemsizliklere ve günahlara alıştıran, onları sevdiren; erdemlerden ve ibadetlerden uzaklaştıran ve onlardan nefret ettiren kişidir.”

Kınalızâde Ali Efendi de benzer bir şekilde insanın faziletleri kazanma ve erdemli bir hayat sürmesini, kendisinde bulunan tabii imkanları geliştirmesine bağlamaktadır. Kınalızade meseleyi ele alırken, psikoloji ile ahlak arasında bir irtibat kurmakta; insanın biyolojik ve psikolojik gelişimi ile ahlaki gelişimi arasındaki irtibatı keşfederek, bunun üzerinden ahlak eğitimine de bir yol bulmaktadır. Bu irtibatı biz kısaca, biyolojik ve psikolojik gelişimin ahlaki gelişime esas teşkil ettiğini ve bunların birlikte düşünülmesi gerektiği şeklinde ifade edebiliriz.

Çocukların yetişirken bunu kendi ebeveyinlerinden (anne ve babalarından) görerek ve onların hayatına iştirak ederek, yukarıda ifade edildiği gibi, müşahede yoluyla öğrenmeleri önem arz etmektedir. Önemli olan çocukların zaman zaman iyi fiiller gerçekleştirmeleri değil, iyi fiilleri gerçekleştirmeyi bir tür ikinci tabiat haline getirmeleridir. Eğer bir insanda iyi fiiller, artık düşünmeye gerek kalmadan gerçekleşiyorsa, o insanda iyiliğin ve faziletlerin bir meleke haline geldiği söylenir. Daha başka bir ifade ile iyi ve ahlaklı bir insan kötülüğü düşünüp, isteyemez; hep iyiliği ister ve verdiği kararlar da hep iyiliğin gerçekleşmesi yönündedir. Faziletler, erdemler onda meleke haline gelmiştir.

Ancak iyi davranmaya alışmak ile iyiliğin insanda meleke haline gelmesi arasında önemli bir fark vardır. Alışkanlıkta irade yoktur; insan bir anlamda ne yaptığını ve niçin yaptığını bilmeyebilir. Melekede ise durum daha farklıdır: insan neyi niçin yaptığını bilir ve bu yaptığını bilerek ve isteyerek yapar. Sadece faziletlerin kendisinde meleke olduğu insan bunları terk etmeyi isteyemez; terk etmeyi istemez. Burada kısaca alışkanlık ile meleke arasındaki temel farkın, melekenin iradeye bağlı olduğu; buna karşılık alışkanlığın iradeyi devre dışı bırakmasıdır.

Erdemler ve mutluluk

Erdemlerin amacı saadeti yakalamaktır. Bir başka ifadeyle erdemler mutluluğa ulaştırmada araçlardır. Ahlâk ve hukukun hedefi de budur. Hatta siyaset bilimi de bu gayeye hizmet eder. Erdemli bir toplum, dahası erdemli bir hükümdarı İslâm ahlâkı ekseninde yorumlayan Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) isimli eseri konumuzun bir tür tatbiki yönünü temsil edeceği için, bu bağlamda onun düşüncesini somut örnek olması bakımından alabiliriz.

Mutluluk Bilgisi’nde mutluluk-erdem ve bilgi ilişkisi öne çıkmaktadır. Kaşgarlı Mahmûd’un Divanü Lugâti’t-Türk, isimli eseri de Yusuf Has Hâcib’le mutabıktır. Onun Divan’ında da ‘bilik’ kelimesi kandil fitili olarak karşılanmakta ve bilgi ile aydınlık ve ışık arasındaki bağlantı, kelimenin etimolojisinde birleştirilmektedir.

Bilig, ilim anlamına gelirken; karanlığın kalkıp ışığın hâkim olması demektir. Bilig, hem ‘ilm hem de akıl anlamlarını ihtiva ettiğinden ilim ve aklın verilmişliğini ve aynı zamanda kazanılmışlığını aynı kelime üzerinde görmek mümkündür. Bu kelime aynı zamanda ‘tanışmayı’ (bilişdi), ima ettiğinden, insanın kendi farkındalığına ve kendini bilme düzeyine de işaret etmektedir. Çünkü insan, karşılıklı ilişkiler ağı içinde kendini fark eder. Muhatabımız bir bakıma bize ayna tutar. Ahlâklı olma veya olmama durumu da tam olarak böyle bir sürecin hem başlangıcı hem de sonucudur. Zira aydınlıkta kalan ahlâk bakımından da yükselecektir. Bu da iyinin aydınlık ve huzur olarak idrak edilmesiyle doğrudan bağlantılıdır.”