İslâm’ın Medine Dönemi 1: Hudeybiye’ye Kadar

Medine’nin Sosyal ve Siyasi Yapısı

Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin ve hayatının son on senesi Medine’de geçmiştir. Bu yeni dönem, Hudeybiye barış antlaşmasına kadar hemen hemen aynı özellikler taşır.

Hz. Peygamber’in hicreti sebebiyle Yesrib, Medinetü’nNebi, yani Peygamber Şehri, Mekke’den gelenler muhacirîn (hicret edenler), onlara kucak açan Medineliler ise Ensar (yardımcılar) adını almıştır.

Yesrib adı fesat anlamına gelen bir kökten geldiği için Hz. Peygamber hicretten sonra buraya hoş ve güzel anlamına gelen Tâbe veya Taybe adlarını vermiştir. Hicretten önce Yesrib’de Benî Kurayza, Benî Kaynukâ’ ve Benî Nadîr kabilelerinden oluşan Yahudiler, Güney Arabistan kökenli Arap kabilelerinden Evs ve Hazrec bulunuyordu. Yesrib’de yaşayan bu farklı topluluklar zaman zaman birbiriyle savaşmışlardır. Medine’de merkezî bir otorite yoktu; yönetimde, sosyal, kültürel ve ahlâkî alanlarda kabile gelenekleri hâkimdi. Kan davaları yaygındı. Arap ve Yahudi kabileleri birbirinden bağımsız bir şekilde ayrı ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Her topluluk, biri diğerinden birkaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturmuştu.

Dinî açıdan Yahudilik’ten başka putperestlik yaygındı. Müşellel’de sahilde bulunan Menât adlı puta diğer kabileler de tapmakla birlikte, ona en fazla saygıyı Evs ve Hazrec gösteriyordu. Hac yaptıktan sonra Menât’a gelip putun önünde saçlarını tıraş ediyorlar ve hac ibadetini bu şekilde tamamlıyorlardı. Bütün bunların yanında Evs ve Hazrec arasında Allah’ın anıldığı ve O’nun yaratıcı olarak tanındığı da görülmektedir.

Toplumun Teşkilatlandırılması

Muhacirlerle Ensarın Kardeş Yapılması (Muâhât)

Hz. Peygamber, hicretten hemen sonra bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen muhacirlerin her birini Evs veya Hazrec kabilesinden bir Müslümanla kardeş ilân etti. Medineli müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul edip ellerindeki imkânları onlarla paylaştılar. Askerî seferler sırasında bu ahdî kardeşlerden biri orduya alınınca, diğeri geride kalarak iki ailenin işlerini üstleniyordu. Ya da kardeşlerden biri çalışmaya giderken diğeri Hz. Peygamberi izliyor ve kardeşine olup bitenleri aktarıyordu.

Mescid-i Nebevî’nin Yapımı

Mescidin temelleri taştan, daha yukarılar kerpiçten yapıldı. Mescid’in yapımında başta Hz. Peygamber olmak üzere muhacirler ve ensâr fiilî olarak

çalıştılar. Resûlullah, Medine dışına gönderilecek heyetleri oluştururken Suffe’de kalanlardan faydalanıyordu. Hz. Peygamber, Mescid’in hemen bitişiğine yapılan evine taşındı. Mescid-i Nebevî, cuma namazını ve beş vakit namazı cemaatle kılmak için Müslümanların toplandığı ve topluca ibadet ettiği mekândı.

Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî aynı zamanda askerî işlerin görüldüğü bir mekân olarak da kullanılırdı. Mescid, elçilerin kabul edildiği, bazen duruşmaların yapıldığı, folklor gösterilerinin tertiplendiği bir mekândı. Namazlardan sonra Hz. Peygamber mescidde oturduğu zaman sahabeler hemen onun etrafında halka oluştururlardı.

Medine Belgesi

Hz. Peygamber, Müslümanları, gayrı müslim Arapları ve Yahudileri içine alan, etnik kökenleri ve dinleri farklı gruplardan oluşan ve belli ilkeler etrafında toplanmış yeni bir toplum oluşturmak için önemli bir adım atmıştır. Medine’de yaşayanlar durumu müzakere etmek üzere Enes b. Mâlik’in evinde bir toplantı yaptı. Bu toplantıya katılanlar Medine toplumunu yeniden düzenleyen bir yapıyı oluşturmaya karar verdiler. Buna göre Medine’de yaşayanların birbirleriyle ve yabancılarla ilişkilerini, idârî ve adlî yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini, haklarını ve sorumluluklarını belirli esaslara bağlayan bir metin hazırladılar. Bu metin Medine Anayasası, Medine Vesîkası, Medine Belgesi ve Medine Sözleşmesi gibi isimlerle de adlandırılmaktadır. Medine belgesi daha ilk maddede bir savaş durumunda Müslüman olmayanların da Müslümanlarla birlikte saldırgana karşı savaşacaklarını ön görmekteydi. Belgede Müslümanların ve İslâm’ın hukûkî ve sosyal varlığı, diğer unsurlar tarafından tanınmaktadır. Bu sözleşme ile Medine’deki müşrik Araplar ve Yahudiler, Müslümanları dinî, siyâsî ve sosyal açıdan tanımış oldular. Müslümanlar da gayri müslimlere, inanç ve fikir hürriyeti, mal ve can güvenliği sağlıyorlardı. Hile, desîse ve tuzak kurma yasaklanıyordu.

Medine Dönemi Başlarında Diğer Bazı Önemli Gelişmeler

Hicretin birinci yılında Cuma Namazı farz kılınmıştır. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği sırada beş vakit namaz kılınıyordu. Ancak bütün namazlar ikişer rekât idi. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden bir ay sonra, mukîm iken kılınan öğle, ikindi ve yatsı namazları dört rekâta çıkarıldı. Hicretten on altı veya on yedi ay sonra kıble, Bakara sûresinin 144 ve 149-150. âyetleri ile Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a, Kâbe’ye çevrildi Hicretin ikinci yılı şaban ayında ramazan orucu farz kılındı. Aynı yılın Ramazan bayramından bir iki gün önce Hz. Peygamber fıtır sadakası ile ilgili hükümleri açıkladı. Şevval ayının girmesiyle birlikte bayram amazını kıldırdı ve kurban kesti. Zilhicce ayının onuncu günü de kurban bayramı namazını kıldırdı ve kurban kesti. Hicretin ikinci yılında Ramazan ayından sonra ise zekât farz kılındı. Hicretin birinci ya da ikinci yılında namaz için ezan tespit edilmiştir. Hz. Peygamber’in emriyle nüfus sayımı yapıldığı ve sayım sonucunda Müslümanların sayısının 1500 olduğu kabul edilmektedir.

Savaşa İzin Verilmesi İlk Seriyye ve Gazveler

Mekkeli müşrikler, İslâm’a karsı besledikleri şiddetli kinleri nedeniyle, Resûlullah’ı ve Müslümanları doğup büyüdükleri şehirlerinden çıkıp gitmeye zorluyorlardı. Onların Medine’ye hicretinden sonra da Müslümanlardan kurtulduklarına sevinmekle kalmayıp, hicret edenlerin geride bıraktıkları taşınır ve taşınmaz bütün mallarını açıkça gasp edip el koydular. Mekke’li müşrikler müslümanları barındırmamaları konusunda Medine’lileri tehdit ettiler. Peygamber Efendimiz buna karşılık Medine’lilerle ve civar kabilelerle sözleşme yaptı. Diğer yandan da Mekke’li müşrikler Müslümanları ve Medine’lileri tehdide devam etmişlerdir.

İslamiyet ve Savaş

İslâm gerçek anlamda barış dinidir. 610 yılından önce savaşların hiç eksik olmadığı Arabistan’da İslâm’dan sonra eski dönemdeki gibi savaşlar olmadı.

Medine döneminde, Hz. Peygamber, savaşmak zorunda kalmıştır. Müşriklerle ilişkilerde olduğu gibi, hicretin ikinci yılından sonra Müslümanlarla Yahudiler ve Hristiyanlar arasındaki ilişkilerde de savaşlar önemli yer tutmaktadır.

Savaşa izin verilmesinin en önemli sebebi Müslümanların canlarını, mallarını ve namuslarını korumalarına imkân tanımaktır. Cihada izin veren âyet-i kerîmelerde mü’minlerle savaşıldığı, zulme uğradıkları, sadece Allah’a inandıkları için haksız yere yurtlarından çıkarıldıkları ifade edilmekte ve bütün bu sebeplerden dolayı kendilerine savaş konusunda izin verildiği açıklanmaktadır(Hac 22/39-41).

Bedir Savaşı ve Sonuçları

17 Ramazan 2/14 Mart 624 Cuma günü meydana gelen savaştan önce İslâm ordusu Bedir kuyulara müşriklerden daha önce ulaştı. Peygamberimiz başlangıçta Medine tarafına en yakın ve düşmana da en uzak olan kuyunun çevresine yerleşti. Hz. Peygamber düşman ordusu geldikten sonra ve savaşmadan önce Câhiliye devrinde de Kureyş’in elçilik görevini yürüten Hz.Ömer’i müşrik ordusuna göndererek barış ve güvenlik içinde Mekke’ye dönebileceklerini bildirdi ve savaş yapılmamasını teklif etti. Müşrik ordusunda yer alan Hakîm b. Hizâm, bu teklifin kabul edilmesini istedi; ancak Ebû Cehil bunu kabul etmeyip savaşmakta ısrar etti.

Savaşta müşrik ordusundan başta Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Ebû Süfyan’ın oğlu Hanzala gibi ileri gelen İslâm düşmanları olmak üzere toplam yetmiş kişi öldü; bir o kadar sayıda asker de esir alındı. Müslümanlar, altısı muhâcirlerden, sekizi de ensardan olmak üzere toplam on dört şehit verdiler. Hz. Peygamber şehitlerin cenaze namazını kılarak onları defnettirdi. Müşrik ölülerini de gömdürdü.

• Bedir zaferi, başta Medine olmak üzere bütün Arap Yarımadası’nda ve hatta yarımada dışında Müslümanların itibarının artmasına vesile olmuştur.

• Bedir Savaşı’nın en önemli sonuçlarından birisi de Uhud savaşına sebep olmasıdır. Mekke müşrikleri yenilgi haberini alınca büyük üzüntüye kapıldılar. Ebû Cehil’in yerine Ebû Süfyan’ı başkanlığa getirerek, hep birlikte Müslümanlardan intikam almak için yemin ettiler ve derhal faaliyete başladılar.

Benî Kaynukâ Gazvesi

Hz. Peygamber Medine’de Yahûdîlerle anlaşmalar yapmış, onlarla barış içinde yaşamak istemişti. Çok geçmeden kuyumculukla yaşamlarını sürdüren ve Yahûdîlerin en cesuru sayılan Kaynukâ Yahudileri, bu antlaşmaya aykırı hareket etmeye başladılar. Kaynukâ çarşısında bir yahudinin ticaretle meşgul olan Müslüman bir kadına saldırısı, sabırları taşırdı. Müslümanlar bozgunculuk yapan Yahudilerin üzerine sefere çıktı ve kaybeden Yahudiler Medine’den sürüldü. Sefer sonucu elde edilen Ganimetlerin beşte biri devlet hazinesine (Beytü’l-mâl) ayrıldı. Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Kaynukâlıların toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi.

Karkaratülküdr, Zû Emer ve Bahrân Gazvesi

Peygamber Süleym ve Gatafân kabilelerinin Medine’ye hücum etmek istediklerine dair haber aldı. Medine’de yerine Abdullah b. Ümmü Mektûm’u vekil bırakarak iki yüz kişilik bir kuvvetle “Karkaratülküdr” adlı yere kadar gitti. Fakat müşrikler çarpışmayı göze alamadan kaçtılar.

Uhud Savaşı ve Sonuçları

Bedir Savaşı’ndan sonra Mekkeliler hem intikam almak hem de Suriye kervan yolunu tehdit altından kurtarmak için harekete geçtiler. Kureyşliler, Bedir’de sadece kendi mensuplarından oluşan orduyla Müslümanlara yenilmişlerdi. O nedenle, mezkûr kervandan elde edilen kârı Müslümanlara karşı asker toplamak için harcamaya karar verdiler. Sonunda 2.000’i ücretli asker olmak üzere toplam 3.000 kişilik bir kuvvetle Ebû Süfyan’ın komutasında Medine’ye doğru hareket ettiler. Orduda iki yüz at ve altı veya yedi yüz zırhlı asker ve üç bin de deve vardı.

Hz. Peygamber, Mekkelilerin bu hazırlığından haberdar oldu. Hz. Peygamber, Mekke’den hareket eden ordu hakkında bilgi toplamak üzere Enes b. Fedâle ile kardeşi Mu’nis’i görevlendirdi. Bu iki görevli Medine’nin güneybatısında yer alan Akîk vâdisinde gelen orduyu gözetleyerek onların sayısı, durumu ve konak yerleri hakkında bilgi getirdiler. Hz. Peygamber bu bilgileri değerlendirdi.

Hz. Peygamber Müslümanları toplayarak ne yapılması gerektiğini istişare etti. Çoğunluğun isteği meydan savaşı olunca Hz. Peygamber de düşmanı Medine dışında karşılamaya karar verdi. Cuma namazından sonra halka bir konuşma yaptı ve sabırlı oldukları takdirde zafer elde edeceklerini bildirdi. İkindi namazı kılındıktan sonra Medine’nin kenar semtlerinde oturan Müslümanlar hazırlıklarını tamamlayarak Mescid-i Nebevî’de toplanmaya başladılar.

Hz. Peygamber hem şehrin ve hem de ordunun korunması için gerekli önlemleri aldı. İslâm ordusu 7 Şevval 3/ 23 Mart 625 Cumartesi sabahı erkenden Medine’nin kuzeyinde ve şehre bir saatlik mesafede bulunan Uhud dağına vardı. Orduda yüz zırh vardı. Hz. Peygamber ordusunu savaş düzenine koydu ve sancağı Mus’ab b. Umeyr’e verdi. Ayrıca öndekilere, sağ, sol kanatlara ve geridekilere ayrı ayrı komutan tayin etti. Orduya hitabede bulundu. Düşmanın cephe gerisinden saldırmasını ve İslâm ordusunu arkadan vurmasını önlemek için Abdullah b. Cübeyr komutasındaki elli okçuyu Uhud dağının karşısındaki Ayneyn tepesine (daha sonra buraya “Cebelü’r-Rumât” yani Okçular Tepesi de denilmiştir) yerleştirdi. Hz. Peygamber, bu okçulara, İslâm ordusu üstünlük elde etse dahi, ikinci bir emre kadar, ne olursa olsun kesinlikle yerlerinden ayrılmamalarını, şayet düşman süvarileri arkadan saldırırsa, ok atmalarını emretti.

Bedir gibi Uhud Savaşı da mübâreze şeklinde başladı. Kureyş ordusundan ileri atılan ordu sancaktarı Talha b. Ebû Talha’yı Hz. Ali, ondan sonra meydana çıkan Osman b. Ebû Talha’yı da Hz. Hamza öldürdü. Daha sonra savaş kızıştı. İslâm ordusu düşmanın ordu merkezine kadar ilerledi. Savaşın ilk safhasında düşman yirmiden fazla ölü verdi. Sağ ve sol kanat komutanları çekilmek zorunda kaldılar. Savaş Müslümanlar tarafından kazanılmış görünüyordu. İslâm askerleri düşmanı kovalarken savaş alanından uzaklaştılar ve daha sonra da düşmanın bıraktığı eşyaları toplamaya başladılar. Abdullah b. Cübeyr’in idaresindeki okçular düşmanın bozulduğunu ve Müslümanların galip geldiğini görünce ganimetten mahrum olmamak amacıyla yerlerini terk ettiler. Müslümanları arkadan vurmak için fırsat kollayan Halid b. Velid okçuların azaldığını görünce derhal harekete geçti. Yerlerinden ayrılmayan Abdullah b. Cübeyr ve on arkadaşı müşriklerle çarpışa çarpışa şehit düştüler. Sonunda Halid b. Velid Ayneyn tepesinin doğusundan Müslüman ordusunun arkasına sarktı ve ganimet toplamakta olan Müslüman askerler üzerine ani bir baskın yaptı. Bunu gören Kureyş ordusu da geri dönerek Müslümanlara saldırdı. İki ateş arasında kalan müslümanlar paniğe kapıldılar ve savaş düzenleri bozuldu. Saflar bozulmuş, Müslümanların bir kısmı da silahlarını bırakmıştı. Tekrar silaha sarılıp çarpışmaya başladılar.

Önünde bulunan çukura düşmesi sonucu Hz. Peygamber yaralandı. Çarpışma sırasında da yüzünden yaralanmış, dişlerinden bazıları kırılmıştı. Bir grup sahâbî Hz. Peygamber’in etrafında halka oluşturarak onu korudular. Mus’ab b. Umeyr’in şehit düşmesi üzerine Hz. Peygamber sancağı Hz. Ali’ye teslim etti.

Hz. Peygamber az sayıda ashabıyla Uhud Dağı’na sığındı. Uhud savaşında Müslümanlar yetmiş şehit vermişler, ama düşmana teslim olmamışlardır. Bu savaşta müşrikler yirmi iki ölü vermişlerdir.

Bu savaşta okçuların verilen emre uymamaları can kaybına sebep olmuştur. Bu da zaferin sabırla ve komutanın emirlerine itaatle elde edileceğini göstermektedir. Ganimet elde etme arzusu, Allah rızasını kazanmanın ve Hz. Peygamber’e itaatın önüne geçmemelidir.

Hamrâülesed Gazvesi

Yaralı olan Hz. Peygamber ertesi gün sabaha doğru, hem düşmanın baskınını önlemek hem de Müslümanların zayıf düşmediğini göstermek maksadıyla Kureyş ordusunu takip etmeye karar verdi. Sadece Uhud’da bulunmuş olanlara katılma iznini verdiği beş yüz kişilik bir orduyla Medine’ye sekiz mil uzaklıktaki Hamrâülesed’e kadar giderek burada beş gün konakladı. Takip edildiğini anlayan müşrik ordusu geri dönmeye cesaret edemeyerek Mekke’ye doğru yoluna devam etti. Hz. Peygamber Hamrâülesed’de bulundukları beş gün boyunca Müslümanların sayısını kalabalık göstermek ve düşmanın kalbine korku salmak için geceleri ateş yaktırdı. Yakılan beş yüz ateşin alevleri çok uzak mesafelerden görülebiliyordu.

Katan Seriyyesi

Medine’nin kuzeyinde yaşayan Esed kabilesi Uhud Savaşı’ndan sonra bu savaşta güç kaybına uğradığını düşündükleri Müslümanlara karşı ani bir baskın yapmaya ve Medine’yi yağmalamaya karar verdi. Bu kabileyi böyle bir hareket için, daha sonra peygamberlik iddiasında bulunacak olan Tuleyha b. Huveylid ile kardeşi Seleme kışkırtmışlardı. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber onlara karşı Uhud savaşından üç ay kadar sonra 4. yılın Muharrem ayında (Haziran 625) Ebû Seleme başkanlığında 150 kişilik bir kuvvet gönderdi. İslâm birliği Esed kabilesinin suyunun bulunduğu Katan’a kadar ilerledi. Sonunda Tuleyha’nın adamları toplanmaya dahi fırsat bulamadan etkisiz hale getirilip dağıtıldılar.

Hendek Savaşı ve Sonuçları

Bu savaşa, Medine çevresine savunma amaçlı hendekler kazıldığı için “Hendek Gazvesi” denilmiştir.

Yahudilerden Benî Kaynukâ ile Benî Nadîr, hicretten sonra Müslümanlarla gerçekleştirilen antlaşmayı kısa süre sonra bozup Mekke müşrikleriyle işbirliği içine girmişler ve daha da ileri giderek Hz. Peygamber’i öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Bunun üzerine önce Kaynukâ, daha sonra da Nadîr yahudileri, Medine’den çıkarılmışlardır. Bu Yahudilerden bazıları Hayber’e sığınmışlardır. Hendek savaşı esnasında Medine’de Yahudi kabilelerinden sadece Kurayza bulunuyordu.

Hayber’e yerleşen Yahudilerden ve diğer İslâm karşıtlarından, içlerinde Huyey b. Ahtab ve Hıristiyan Ebû Âmir’in de bulunduğu yirmiye yakın kişi Mekke’ye giderek Kureyş müşriklerini Müslümanlarla savaşa teşvik ettiler. Ebû Süfyan onların bu teşebbüsüne çok sevindi. Bu heyet, Kureyş’ten sonra Gatafân, Süleym, Esed, Fezâre, Mürre ve Eşca’ gibi müşrik Arap kabilelerini de çeşitli vaatlerle ayaklandırdı. Mesela Gatafan kabilesine Hayber’in bir yıllık hurma mahsulünü vermeyi kabul ettiler.

Mekke çevresindeki Sakîf ve Kinâne kabileleri de Kureyş’e destek verdiler. Böylece Yahudiler, Kureyşliler ve diğer müşrik Arap kabileleri Müslümanlar aleyhinde birleşmiş oldu. Sonunda Mekke ve çevresinden dört bin kişilik ordu toplandı. Savaş sancağı Dârünnedve’de açıldı. Mekke’den hareket eden dört bin kişilik orduya çevreden gelen birliklerin katılmasıyla müşrik ordusunun toplam asker sayısı Medine’ye varıldığında on bini geçti.

Diğer taraftan müşriklerin Medine üzerine yürüdüğünü bir haberci vasıtasıyla öğrenen Hz. Peygamber, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak veya düşmanı şehir dışında karşılamak hususunda sahâbîlerin görüşlerine başvurdu. Müzâkerede savunma savaşı yapılmasına, savunma metodu olarak da, Selmân-ı Fârisî’nin tavsiyesi üzerine şehrin hücuma açık kısımlarına hendek kazılmasına karar verildi.

Hz. Peygamber bir grup sahabe ile birlikte keşfe çıkarak kazılacak yerleri belirledi. Hendeğin kazılmasında ve savunulmasında üç bin Müslüman görev aldı. Hendek, içine düşenin çıkamayacağı derinlikte ve karşıdan karşıya bir süvarinin atlayamayacağı genişlikte planlandı. Hendek kazma işi tamamlandığında Medine sanki bir kale haline geldi.

Düşman birlikleri güneyden ve kuzeyden Medine çevresine geldiklerinde hendek kazma işi tamamlanmıştı. Müşrikler, hendekle karşılaşınca şaşkına döndüler.

Üç bin Müslüman asker ve otuz beş atlı, hendeği korumaya ve devriye gezmeye başladı. Düşman atlıları hendek boyunca dolaşıyorlar, hendeğin savunulması zayıf noktalarını araştırıyorlardı. Onlar hendeği geçebilmek maksadıyla bir geçit oluşturmak için harekete geçtiğinde Müslümanlar tarafından ok yağmuruna tutuluyorlardı. Düşmanın baskısı sonucu Müslümanlar zaman zaman sıkıntılı anlar yaşadılar.

Kuşatma uzadıkça müşriklerin hem kendilerinin hem de hayvanlarının yiyecekleri tükenmeye başladı. Bu sırada Mekke çevresinde panayırlar kurulacak ve hac mevsimi başlayacaktı. Aynı zamanda Haram Aylar da girmiş bulunuyordu. Bu nedenlerle Kureyşliler

Mekke’ye dönmeye karar verdiler. Müşrik ordusunun kuşatmayı kaldırması üzerine Hz. Peygamber Müslümanlara evlerine dönmeleri için izin verdi.

7 Şevval 5/1 Mart 627’de başlayan Hendek kuşatması yirmi üç gün devam ettikten sonra 1 Zilkade 5/24 Mart 627’de sona ermiştir. Hendek savaşının müttefiklerin başarısızlığı ile neticelenmesiyle, Kureyş’in Hz. Peygamber’i ortadan kaldırmak için son teşebbüsü de boşa çıkmıştır. Bu savaş esnasında altı Müslüman şehit düşmüş; müşriklerden de üç kişi ölmüştür.

Hz. Peygamber, Müslümanlar için çok tehlikeli sayılabilecek gelişmelerde paniğe kapılmamış, azmini yitirmemiş ve gerekli önlemleri almıştır. Sonunda büyük bir tehlike, her iki taraftan da çok az sayılabilecek bir can kaybıyla atlatılmıştır. Bu savaşta düşman safında yer alan Amr b. As, Halid b. Velid ve Dırâr b. Hattâb gibi pek çok cengâver daha sonra İslâm saflarına katılmıştır.