Hicri ikinci ve üçüncü asırlarda temel hadis kaynaklarının önemli ölçüde telif edilmesi, hadis rivâyetinin de sona ermesi sonucunu doğurmuştur. Bu dönemden sonra hadis ilmiyle ilgili yazılan kitapların büyük çoğunluğu temel hadis kaynaklarını esas alan çalışmalar olmuştur.
Sadece sahih hadisleri bir eserde toplama faaliyeti ilk defa üçüncü asırda Buhârî ve Müslim tarafından başlatılmıştı. Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh’leri sahih hadislerin tamamını ihtiva etmemekteydi. Söz konusu eserleri esas alan müstedrek türü eserler bu ihtiyacı karşılamak amacıyla telif edildi.
En az râvi zinciriyle (âlî isnad) hadis elde etme anlayışı temel hadis kaynaklarının telifinden sonra da devam etmekteydi. Müstahrec türü eserler temel hadis kaynaklarındaki hadisleri âlî isnadla elde etmek ve onları daha güçlü kılmak amacını gerçekleştirmek için hazırlandılar.
Tüm hadisleri birlikte görmek ve değerlendirmek böylece onlardan daha çok istifade etmek arzusu temel hadis kaynaklarını bir araya getiren eserlerin yazılmasına yol açtı. Beşinci yüzyıldan itibaren Kütüb-i sitte denilen altı kitap, hadis çalışmalarının merkezini oluşturmaya başladı. Kütüb-i sitte’de olmayan hadislerin bir araya toplanması ihtiyacı zevâid türü çalışmaların ortaya çıkmasına yol açtı.
Temel hadis kaynakları sadece hadisleri toplayan eserler değil, aynı zamanda dönemlerinin temel meselelerine çare aramaktaydı. Zamanla hadislerin ve hadis kitabı yazarlarının açıklamalarını anlama güçlüğü ortaya çıktı. Temel hadis kaynakları üzerine yapılan şerh çalışmaları bu güçlüğü ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı.
İlk dönemlerde dini metinleri ezberlemek ilmî bir gelenekken bu geleneğin zayıflaması ve hadislerin kitaplardan aranma ya başlanması üzerine kaynaklardaki hadislere ulaşmak zorlaşmıştı. Etraf türü eserler bu güçlüğü ortadan kaldırmak, hadislere daha kolay ulaşmak amacıyla telif edilmişlerdi.
Hadisin dindeki konum ve önemi başta akaid ve fıkıh olmak üzere birçok ilim tarafından delil olarak kullanılmasını gerekli kılmıştı. Ancak zamanla ilimlerde isnad kullanımı azalmış hadislerin kaynaklarına işaret etme geleneği terk edilmişti. Bu durum tahric denilen farklı konularda yazılan eserlerde bulunan hadislerin kaynağını gösteren eserlere ihtiyacı ortaya çıkardı. Bunun yanında müslümanların genelini dikkate alan ve sahih hadisleri ihtiva eden kitaplara olan ihtiyaç neticesinde Riyâzü’s-salihîn ve benzeri eserler kaleme alındı.
Temel hadis kaynaklarından Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s sahîh’leri Sahîhaynn ismiyle anılmaktaydı. Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce ve Nesâî’nin Sünen’leri Kütüb-i erbaa (dört temel kaynak); Buhârî ve Müslim’in el-Câmiu’s-sahîh’leri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, ve Nesâî’nin Sünen’leri Kütüb-i hamse veya Usûl-i hamse (beş temel kaynak); bu beş esere İbn Mâce’nin Sünen’inin eklenmesiyle meydana gelen altı kitap ise Kütüb-i sitte kavramlarıyla anılmaktaydı. Kütüb-i sitteye ilerleyen yıllarla birlikte âlimler güven atfetmeye başlamıştır. Meslekten olmayan İbn Haldun’un (ö. 808/1405) “El Ümmehâtu’l- hamse” tabiri, söz konusu kitapların otoritelerinin hicrî sekizinci asırdan itibaren İslâm dünyasında yaygın olarak kabul edildiğini göstermektedir.
Yazılmalarının üzerinden yaklaşık bir asır geçmeden temel hadis kitaplarını esas alan farklı çalışmalar başlamıştı. Bu sebeple bu devir “Kütüb-i sitte Üzerine Yapılan Çalışmalar Dönemi” olarak da isimlendirilmektedir. Bu dönemde temel hadis kaynaklarını tamamlayan, bir araya getiren (cem’), birbiriyle mukayese eden (zavâid), onları açıklayan (şerh) ve hadisin kaynağını gösteren (tahrîc) eserler yazılmıştır. Ayrıca özellikle Kütüb-i sitte râvilerini inceleyen kitaplar kaleme alınmıştır.
Müstedrek ve müstahrec olarak adlandırılan eserler temel hadis kaynaklarını esas alarak onlarda bulunmayan hadisleri toplamaktadır. Bunlar temel hadis kaynaklarını tamamlayıcı mahiyette yazılan eserlerdir.
Müstedrek Arapça’da ek, ilave, tamamlama, düzeltme anlamlarına gelir. Bu eserler, önceki dönemdeki bir müellifin şartlarına uyduğu halde kitabına almadığı hadisleri toplamak suretiyle onun eksikliklerini tamamlayan kitaplardır. Esas alınan eserin şartlarını tespit, müstedrek müellifi tarafından yapıldığından isabet etme ve yanılma ihtimali her zaman mevcuttur, eseri bütünüyle tamamladığı düşünülmemelidir.
Bu türün en tanınmış çalışması Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn isimli eseridir. Eserde Sahîhayn’da yer almamakla birlikte ikisinin ya da ikisinden birinin şartlarına uyan hadisleri toplanmaya çalışılmıştır. Sahâbe ve tâbiîn görüşleriyle birlikte 8803 rivâyet mevcuttur. Hâkim en-Nîsâbûrî hadislerin sıhhatını tespitte titiz davranmayan bir âlim olarak kabul edilir. Dolayısıyla el-Müstedrek’te bulunan hadislerin tamamı sahih değildir.
Müstahrec , daha önce telif edilen hadis kitabında bulunan hadisleri, teker teker ele alarak kitap sahibinin senedinden başka bir senedle rivâyet etmek suretiyle meydana getirilen hadis kitabıdır. Genellikle söz konusu iki eserdeki hadisler arasında lafız farklılıklarının olduğu görülür. Ebû Avâne el-İsferâyînî’nin (ö. 316/929) el-Müsnedü’l-muhrec alâ kitâbi Müslim b. Haccâc’ı ile Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin (ö. 430/1039) el-Müsnedü’l müstahrec alâ Sahîhi’l-İmâm Müslim’i en tanınmış müstahreclerdir. Müstahrec türü eserlerin hadisler açısından sağladığı önemli faydalar şu şekilde özetlenebilir:
Temel hadis kaynakları üzerine yapılan diğer çalışmalardan biri bu kaynakları bir araya getiren eserlerdir. Bu eserlere genellikle bir araya getirme” anlamına gelen cem’ veya câmi’ başlığını taşımaktadır.
Sahîhayn’ı bir araya getiren çalışmalar; hadisler ya senedleri olmaksızın alfabetik şekilde veya sahâbî râvilerine göre müsned tertibinde bir araya getirilmiştir. İlk örneği Cevzakî’nin (ö. 388/998) el- Cem’ beyne’s-**Sahîhayn’idir. Kütüb-i Sitte’yi ve diğer bazı kaynakları bir araya getiren çalışmalar ise şunlardır:
el-Cem’ beyne’l-usûli’s-sitte; İbn Mâce’nin Sünen’i yerine İmam Mâlik’in el-Muvatta’ı konur. İlk örneği Rezîn b. Muaviye’nin (ö.535/1140) el-Cem’ beyne’l-usûli’s-sitte’sidir.
Câmiu’l-usûl li ehâdîsi’r-Resûl; Rezîn’in hadisleri yerli yerine koymadığını düşünen Mecdüddin İbnü’l-Esîr (ö. 606/1209) onu Câmiu’l-usûl li ehâdîsi’r-Resûl adıyla yeniden düzenlemiştir.
Mesâbîhu’s-sünne; Kütüb-i sitte ve diğer temel hadis kaynaklarını esas alarak hadis kitabı derleyen ilk âlim
Beğavî nisbesiyle tanınan Hüseyin b. Mes’ûd (ö. 516/1122) olmuştur. Eserde sadece sahâbî râvi veya nâdiren tâbiî zikredilmiş böylece hadis ilminde ilk defa hadislerin isnadları terkedilmiştir. Mesâbîhu’s-sünne İslâm dünyasında büyük şöhret kazanmış ve üzerine kırktan fazla şerh yazılmıştır.
Cem’u’l-cevâmi’ ve el-Câmiu’s-sağîr; Süyûtî (ö. 911/1505) önce başta Kütüb-i sitte olmak üzere yetmiş bir hadis kitabındaki bütün hadisleri bir araya getirmek üzere Cem’u’l-cevâmi’ni daha sonra da el-Câmiu’s-sağîr isimli eserini telif etmiştir. Cem’ul-cevâmi’ Süyûtî’nin bütün hadisleri toplamak üzere kaleme aldığı ancak tamamlayamadan vefat ettiği eseridir. el-Câmiu’s-sağîr min hadîsi’l-beşîri’n-nezîr Süyûtî’nin tamamlayamadığı Cem’ul-cevâmi’ adlı kitabından kısa hadisleri seçmek suretiyle meydana getirdiği bir çeşit muhtasardır. Süyûtî daha sonra eserine Ziyâdetü’l- Câmi’ adıyla bir zeyl yani ek yazmıştır.
Kenzü’l-ummâl; Ali el-Müttakî el-Hindî’nin (ö.975/1567) Süyûtî’ye ait söz konusu iki eseri ile Ziyâdetü’l-Câmi’ adlı zeylindeki rivâyetleri fıkıh konularına göre alfabetik olarak düzenlediği hadis kitabıdır.
Cem’ul-fevâid; Rûdânî diye tanınan Muhammed b. Muhammed el- Mağribî’nin (ö. 1094/1683) İbnü’l-Esîr’in Câmiu’l-usûl’ü ile Heysemî’nin Mecma’u’z-zevâid’ine İbn Mâce ve Dârimî’nin es-Sünen’lerini ilâve etmek suretiyle on dört temel hadis kitabındaki hadisleri bir araya getirdiği eserdir.
Zevaid Kitapları; Herhangi bir hadis kitabının bir başka hadis eseri veya eserleriyle karşılaştırılıp birincisinin ikincisinden fazla olarak ihtiva ettiği hadisleri bir araya getiren eserlere zevâid kitapları denilmektedir. Zevâidler konularına göre tasnif edilmiş eserlerdir. Zevâid müellifleri çalışmalarına esas aldıkları eserlerdeki rivâyetleri hiçbir ayırıma tâbi tutmazlar. Zevâide esas olan eserlerin tamamı senedli hadisler ihtiva etmektedir. İlk zevâid kitapları Moğoltay b. Kılıç (ö. 762/1361) ve İbnü’l- Mülakkın (ö. 804/1401) tarafından hicrî sekizinci asırda telif edilmiştir. En tanınmışları ise Heysemî, Bûsîrî ve İbn Hacer’in eserleridir.
Mecma’u’z- zevâid; Bu türün en tanınmış eseri Heysemî nisbesiyle tanınan Ali b. Ebî Bekr’in (ö.807/1404) Mecma’u’z- zevâid ve menba’u’l-fevâid adlı kitabıdır. Senedlerde sahâbîler dışındaki râviler zikredilmemiştir. Eser kırk dört kitab, 3642 bab ve 18.776 hadis ihtiva etmektedir. Heysemî, rivâyetleri sahih-zayıf ayırımı yapmadan kaynaklardan olduğu gibi almıştır.
İthâfü’l-hıyere, Bûsîrî nisbesiyle tanınan Mısırlı muhaddis Ahmed b. Ebî Bekir’in (ö.840/1436) İthâfü’s-sâdeti’l-mehere adıyla da tanınan İthâfü’l-hıyere bi zevâidi’l-mesânîdi’l-aşere isimli kitabında on müsnedin zevâidini yapmıştır.
el-Metâlibü’l-‘âliye; İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) el-Metâlibü’l-‘âliye bi- zevâid’ilmesânîdi’s-semâniye isimli eseri de günümüze ulaşan önemli zevâidlerdendir. Farklı müsnedlerde bulunduğu halde Kütüb-i sitte ile Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer almayan 4702 hadisi bir araya getirmiştir.
Zevâid türü eserlerin hadisler açısından sağladığı faydalar şöyle özetlenebilir:
Hadislerin baş tarafından bir kısmı zikredilmek suretiyle sahâbe adına veya hadis metinlerine göre alfabetik olarak düzenlenen eserlere etrâf (الاطراف) denilmektedir. Bu türün ilk örnekleri olan Halef el-Vâsıtî (ö. 401/1010) ve Ebû Mes’ûd ed-Dımaşkî’nin (ö. 401/1010) Etrâfü’s-Sahîhayn, İbnü’l-Kayserânî’nin (ö. 507/1113) Etrâfü’l-Kütübi’s-sitte isimli eseridir. Bu tür çalışmaların en tanınmışları ise Mizzî nisbesiyle tanınan Yusuf b.Abdurrahman (ö. 742/1341), Abdülganî en-Nablusî (ö. 1143/1730) ve Muhammed Şerif Tokadî’nin (ö. 1312/1897) eserleridir.
Etrâf kitaplarının sağladığı faydalar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Tahric ( التخريج ) hadis ilminde iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi rivâyet dönemi olarak kabul edilen ilk dört asırda, “bir kimsenin bir hadisi, sözlü veya yazılı olarak ilk kaynaklarından alıp senediyle birlikte eserine alması” anlamına gelir. İkincisi ise sonraki dönemlerde, “bir hadisin veya bir kitaptaki hadislerin temel hadis kaynaklarındaki yerlerini tespit ederek değişik açılardan tenkidini ve değerlendirmesini yapmak” mânâsında kullanımıdır.
Tahric çalışmaları ile de genellikle hadis ilminin dışındaki diğer ilim dallarına ait kitaplarda mevcut hadislerin temel hadis kaynaklarındaki yerlerine işaret eden kitaplar kastedilmektedir.
Cemâleddin ez-Zeylaî (ö. 762/1360), Zeynüddin el-Irâkî (ö. 806/1404) ve İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) tahric çalışmaları en tanınmış olanlardır:
V. ve VI. asırlardan sonra da özellikle ahlâk, fedâil, terğîb ve terhîb konuları, halk dilinde hadis diye dolaşan sözler ve uydurma hadislerle ilgili hacimli müstakil eserler telif edilmiştir. Bu eserler temel hadis kaynaklarını esas alan ve kendi dönemlerinin ihtiyaçlarını dikkate alarak yazılan kitaplardır. Bunlar arasında Münzirî’nin (ö. 656/1258) et-Terğîb ve’t-terhîb’i ile Nevevî’nin Riyâzü’s-sâlihîn’i özellikle ahlâkî eğitim amacıyla vaazlarda en çok istifade edilen eserlerdir:
et-Terğîb ve’t-terhîb; terğîb (الترغيب) iyiliğe teşvik, terhîb (الترهيب) ise kötülükten sakındırmak demektir. Münzirî et-Terğîb ve’t-terhîb isimli eserinde iyiliğe teşvik eden kötülüklerden sakındıran hadisleri bir araya getirmiştir. Eserde sahâbî râvisi verilen hadislerden sonra, onların temel hadis kaynaklarında bulunduğu yerler müellif ismi verilerek belirtilir.
Riyâzü’s-sâlihîn; tam adı Riyâzü’s-sâlihîn min hadîsi seyyidi’l-mürselîn olan eserde Nevevî, âyet ve hadisleri esas alarak fert, aile ve toplum planında uyulması gereken prensipleri ortaya koymayı amaçlamıştır. Kitapta hadis metinleri kaynaklarda geçtiği gibi nakledilmiştir.
İslâm tarihi boyunca halk arasında hadis olarak dolaşan birçok söz bulunmaktadır. Bunlar arasında hadis olanlar bulunduğu gibi hadis olmayanlar da vardır. Ayrıca hadis olanların sıhhat durumları da aynı derecede değildir.
Bu kitaplarda Arap dilindeki yaygın sözler ele alınır. Bu Arapça sözlerin bir kısmı tercüme edilerek Türkçe’ye de geçmiştir. Bu nedenle Türkçe’deki hadis diye meşhur olan sözleri bu kitaplardan arayabilmek için bunların Arapçalarının bilinmesi zorunluluğu vardır. Bunlar arasında Sehâvî’nin (ö.902/1496) el-Mekâsıdü’l-hasene ve Aclûnî’nin (ö. 1162/1749) Keşfu’lhafâ’sı en tanınmış olanlarıdır.
el-Makâsıdü’l-hasene; tam adı el-Makâsıdü’l-hasene fî beyâni kesîrin mine’l-ehâdîsi’l-müştehire ale’l-elsine’dir. Eserde halk arasında hadis diye meşhur olan 1356 söz alfabetik olarak incelenmektedir.
Keşfu’l-hafâ; Aclûnî’nin tam adı Keşfu’l-hafâ ve muzîlu’l-ilbâs amme’ş-tehere mine’lehâdîs alâ elsineti’n-nâs olan kitabı, halk arasında hadis diye dolaşan sözlerin hadis olup olmadığını ortaya koymak amacıyla yazılmış en hacimli eserdir. Genel olarak zikredilen sözlerin sıhhatiyle ilgili âlimlerin görüşleri kaydedilmiş ve değerlendirmeler yapılmıştır. Eserde 3281 meşhur söz incelenmektedir.
Hadislerin başlangıçta genelde şifahî nakledilirken ikinci asrın başlarından itibaren yazılı döneme geçildiği bilinmektedir. Sözlü geleneğe sahip bir ortamda söylenen sözlerin bağlamından uzaklaştıkça anlaşılmasının zorlaşması da tabii bir durumdu. İlk üç asırda hadislerle karışır endişesiyle isnadların dışında hadisle birlikte başka bir şeyin yazılmaması geleneği hâkimdi. Bu dönemde hadislerin öğrenilip nakledildiği semâ ve kıraat meclislerinde isnad ve metinler hakkında açıklamalar yapılmaktaydı. Hemen hemen hadislerin tamamının râvilerine veya konularına göre kitaplara geçtiği üçüncü asırdan sonra ise hadislerin anlaşılmasına yönelik şerh çalışmaları genellikle kitaplar esas alınarak yapılmaya başlandı. Böylece temel hadis kaynaklarına dayalı birçok şerh yazıldı.
Hadis şerhlerinde öncelikle şerh ettikleri eser ve müellifi hakkında giriş niteliğinde temel bilgiler verilir. Sonrasında hadis metinleri garîbü’l-hadîs, ihtilâfü’l-hadîs, müşkilü’l-hadîs, fıkhu’l-hadîs açılarından incelenir.
Belli bir kitabı esas alan ilk şerh çalışması hicrî dördüncü asırda Hattâbî (ö. 388/998) tarafından Buhârî’nin Sahih’i üzerine yapılmıştır. Aşağıda temel hadis kaynaklarının şerhleri eser esaslı olarak bazı özelliklerine de işaret edilerek zikredilecektir:
Muvatta Şerhleri; özgün şekliyle günümüze ulaşan ilk hadis kitaplarından olan Muvatta üzerine üçüncü asırdan itibaren şerh yapılmaya başlanmıştır.
Ebu’l-Velîd el-Bâcî’nin el-Müntekâ adını verdiği eser Malikî mezhebine göre yazılmış, ahkâm yönü ağırlıklı bir şerhtir.
Süyûtî’nin Tenvîrü’l-hevâlik’i önceki Mâlikî âlimlerin görüşlerini zikretmek suretiyle hadisleri açıklayan bir şerhtir. Eserin sonunda Muvatta râvileri ile ilgili Süyûtî’nin kaleme aldığı İs’afu’l-mubatta’ bi ricâli’l- Muvatta’ adlı eseri bulunmaktadır.
Zürkânî Ş**erhu’l-Muvatta’da hadislerin rivâyet faklarını göstermekte, mezheplerin hadisle ilgili görüşlerine işaret etmekte ve Mâlikî anlayışa göre tercihlerde bulunmaktadır.
Buhârî Şerhleri; Hattâbî’nin A’lâmü’l-hadîs fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî isimli kitabı Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inin ilk şerhidir.
İbn Hacer şerhinde el-Câmiu’ssahîh’le ilgili hemen hemen bütün tartışılan konuları ele almaktadır.
Aynî’nin Umdetü’l-kârî isimli şerhi, Hanefî mezhebi görüşlerine göre yazılmış bir şerhtir. Hadisler hemen bütün yönleriyle açıklanmaya çalışılmış, yararlanmayı kolaylaştırmak amacıyla ayrı alt başlıklar konulmuştur. Umdetü’l-kârî şerhler arasında yorum bakımından en genişi, âlimlerin görüşlerine en çok yer vereni olarak kabul edilmektedir.
Kastallânî’nin İrş**âdü’s-sârî isimli şerhi nüsha ve rivayet farklılıklarına ait bilgiler ihtiva etmesi açısından diğer şerhlerden üstündür.
Müslim Şerhleri arasında Nevevî’nin el-Minhâc’ı en muteber kabul edilenidir. Kendisi Şafiî mezhebine mensup olan Nevevî şerhinde Mâlikî mezhebine mensup Kâdî İyâz’ın İkmâlü’l-Mu’lim’inden istifade etmiştir. Ancak mezhep görüşlerinin ayrıldığı konularda kendi mezhep görüşünü vermeyi ihmal etmemiştir. Şerhte râviler hakkında bilgi verilmiş, metinlerde bulunan garîb kelimeler açıklanmış, birbirine zıt gibi görünen hadisler hakkında gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Ebû Dâvûd Şerhleri; Hattâbî’nin Ebû Dâvûd’un es-Sünen’i üzerine yaptığı Meâlimü’s-Sünen isimli kitabı ilk hadis şerhi olarak kabul edilir. Çok kısa bir şerhtir. Yaptığı açıklamalarda belirli bir mezhebin görüşünün takip edilmemesi eserin temel özelliklerindendir.
Es-Sünen’in en önemli şerhleri son dönemde Hindistan’lı iki âlimindir: Azimâbâdî’nin (ö.1857/1911) Avnü’l-ma’bûd’u diğeri ise Sehârenfûrî’nin (ö. 1346/1927) Bezlü’l-mechûd fî halli Ebî Dâvûd. Her iki şerhde hadisler isnad ve metin açısından ele alınmış, hadislerden çıkabilecek hükümler sıralanmıştır.
Tırmızî Şerhleri arasında Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin (ö. 543/1148) Ârizatü’l-ahvezî’si ve Mübârekfûrî’nin (ö.1934) Tuhfetü’l-ahvezî bi-şerhi Câmi’i’t-Tirmizî’si en tanınmış olanlarıdır. Her iki şerhde de Tirmizî’nin el-Câmiu’s-sahih’indeki hadislerin râvileri hakkında bilgi verilmiş, sened ve metinle ilgili gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Nesâî ve İbn Mâce Şerhleri; Nesâî’nin en tanınmış şerhi ise Süyûtî’nin Zehru’r-rubâ ale’l-Müctebâ isimli eseridir. İbn Mâce’nin en tanınmış şerhi ise Süyûtî’nin Misbâhu’z-zücâce alâ Sünen’i İbn Mâce isimli eseridir.
Şerh literatürü hadislerin anlaşılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Ancak bazen şerhlerde müellifin mezhebî anlayışı ön plana çıkmıştır. Hatta temel hadis kaynaklarının şerhinde mezhepler arası bir yarıştan bile söz edilebilir. Ayrıca her şerh belli bir devrin ilmî bulgu ve birikimine göre yapılmıştır. Bu bulgu ve ilmî birikim bir süre sonra değişebilmektedir. Dolayısıyla her dönemin kendi şartları ve imkânlarına göre şerh yazma ihtiyacı bulunmaktadır.
Kütüb-i sitte’nin otoritesinin pekişmesinin bir diğer sonucu ise bu dönemden itibaren yazılan râvilerle ilgili kitapların önemli ölçüde Kütüb-i sitte merkezli olmasıdır. Kütüb-i sitte’de adı geçen râvilerin hemen hepsini ihtiva eden ilk çalışma Cemmâilî nisbesiyle tanınan Abdülganî b. Abdilvâhid el-Makdisî (ö.600/1203) tarafından telif edilmiştir. Bu dönemde zayıf râviler hakkında da eserler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Zehebî’nin Mîzânü’li’tidâl ve onun hem muhtasarı hem de tamamlayıcısı mahiyetindeki İbn Hacer’in Lisânü’l-Mîzân’ı en önemlileridir.