Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel Politikalarının Ortaya Çıkışı (1923-1938 Dönemi)

Türkiye Cumhuriyeti’nin Temel Politikalarının Ortaya Çıkışı (1923-1938 Dönemi)

Türkiye Cumhuriyeti’nin Şekillenmesi (1923-1938 Dönemi)

Devletin ilk elli yılına yön ve şekil veren düzenlemeler, cumhuriyetin ilanını takiben, bu dönemde yapılmıştır.

Yeni Anayasa Rejimi: 1924 Anayasası
23 Nisan 1920’de fiilen kurulan Yeni Türk Devleti, Milli Mücadele’yi yürüttüğü esnada Osmanlı Kanun-ı Esasisinin maddelerini de yürürlükte sayan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu ilan etmişti. Değiştireceği sistemin kanunlarını da kendisininkine dâhil ederek açıkça bunun geçiş döneminin ihtiyacını karşılamaya yönelik, dolayısıyla geçici olduğuna işaret etmişti. Nitekim cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından sonra kurulan yeni düzenin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir anayasa ilan edildi. 20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren bu Anayasayla milli egemenlik, cumhuriyet, eşitlik ve insan
hakları güvence altına alındı.

1923-1938 Dönemini Şekillendiren Sosyal ve

Ekonomik Yaklaşımlar
Atatürk, çeşitli konuşma ve demeçlerinde eski sistemin milletin ihtiyacını karşılayacak ölçüde olmadığını ve onu düzeltmek için uygulanan ıslah programlarının taklitten
öteye geçemediğine sık sık vurgu yapmaktaydı. Dolayısıyla milletin maddi ve manevi kuvvetini artıracak köklü değişimlere başvurulması, bunların da evvela milletin
ruhuna uygun olması gerektiğini dile getirmekteydi.

Eğitim anlayışı: Milli Mücadele’nin ilk yıllarından beridir Atatürk önderliğinde hükümetin üzerinde en çok durduğu, hakkında en hassas olduğu ve en mühim vazife olarak üstlendiği konu eğitimdi. Öyle ki Kütahya hattında henüz savaş devam ediyorken maarif kongresi toplanmış, Osmanlı’dan devralınacak olan, her anlamda yetersiz
eğitim düzeyinin iyileştirilmesine ilişkin görüşmelere başlanmıştı. Bu konu, yeni düzenin inşasıyla daha da önemli bir hal aldı, zira bunu benimseyip sürdürecek, koruyup kollayacak ve besleyecek yetişmiş insan gücünün yaratılması gerekmekteydi.
Bu anlayışla ilköğretimin parasız, mecburi ve karma hale getirilmesi, eğitim kursları vasıtasıyla öğretmen ve okul sayısının artırılması, her kademede müfredatın
zenginleştirilmesi, ticaret, sanat, din, sağlık, endüstri ve teknik alanlarda ara eleman yetiştirilmesine yönelik mesleki ve teknik liselerin geliştirilmesi ve çok sayıda
öğrencinin yurt dışına gönderilmesi gibi birbirinin peşi sıra bir dizi düzenlemeye gidildi.
Bunların yanında yeni idare yükseköğretime yönelik de bir dizi iyileştirici tedbire başvurdu. Zira ülkenin tek üniversitesi İstanbul Darülfünun’u, Milli Mücadele
döneminde desteklediği meclis ve önde gelen liderleri karşında sosyal ve siyasal devrimler evresinde sessizliğe bürünmüş, ilmi ve idari yükümlülüklerini yerine getiremez
olmuştu. Dolayısıyla 1932’de getirilen Prof. Albert Malche’ın hazırladığı rapor istikametinde 1933 reformuyla kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. 157
akademisyen kurumdan uzaklaşırken 42’si yabancı olmak üzere 180 kişilik yeni bir kadro ve bünyesinde birçok yeni araştırma merkezi oluşturuldu. Bu gelişmeyi müteakiben
1936’da Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. Burası 1930’larda kurulmuş olan Ziraat ve Tabii İlimler Fakültesi’yle beraber Ankara Üniversitesinin temelini oluşturdu.

Din anlayışı: Gelişmelerin kontrolden çıkmaması ve yapılan düzenlemelere karşı dinin suistimali yoluyla yaratılacak muhalefetin önünün alınması için hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biri de dindi. Atatürk, klasik devlet yapısıyla beraber ona ait din, ordu, toplum ve idari konularındaki anlayışların da değişeceğini dile getirmekteydi ki O’nun bunlar hakkındaki görüşleri dört
maddeyle özetlenebilir:

1. İslam dinini siyasetin bir parçası olmaktan kurtarmak gerekir.
2. Ordunun siyasetten ayrılması ilkesi cumhuriyet
idaresinin devamlı dikkate aldığı ve alacağı bir esastır.
3. Toplum ihtiyaçlarının sürekli değişmesine paralel olarak kanunlar da değişmeli, yenilenmelidir.
4. Toplumun çimentosu olarak, fertleri birbirine bağlayan ortak değerin din ve mezhep yerine Türk milleti olması esasa bağlanmıştır.

Saltanatın ardından cumhuriyet ilanı ve halifeliğin de kaldırılmasıyla büyük değişimin en önemli adımları atılmıştır. Dolayısıyla acilen eskiye dönülmesinin önünü alacak bir anlayış ve toplum yaratılmalıdır. Bu dönemde;

1. Yeni adımların muhafazası için belli bir süre ancak kontrollü muhalefete izin verilebilecektir.
2. Askeri zaferden sonra, eğitim, iktisat ve kültür alanında yeniliklerle kazanımların taçlandırılması hedeflenmiştir.
3. Hedefe en kısa sürede ulaşmak için, değişimin Meclisin kontrol edilip yönlendirilmesi ve dinin kontrolünden vazgeçilmemesi gereklidir.
4. Muhaliflerin dini suistimal etmesini önlemek için, dini metinlerin ve ibadetin Türkçeleştirilerek insanların dini anlamasının gerekliliğine işaret edilmiştir.
5. Hukuk anlayışının da inkılaplara göre değişmesi gerekliliği fark edilerek bu istikamette birtakım düzenlemelere gidilmiştir.

İktisadi hayat anlayışı: İdari, siyasi ve sosyal yapı için getirilen bu değişiklikler ekonomik hayatı da içine alacak şekilde genişletilmişti. Ekonomik bağımsızlık olmadan savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin eksik kalacağının bilinci ile bu sahada da bir Millî Mücadele başlatılmıştır. Bu mücadele de bir misak (yemin) çerçevesinde örgütlenmek istenmiştir: Misak-ı İktisadi. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirilen Türkiye İktisat Kongresi’nde Türkiye devletinin uygulayacağı ekonomik model tespit edilmeye çalışılmıştır.

Halka Gidiş veya Atatürk’ün Yurt Gezileri
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu dönemde ortaya konan devrim niteliğindeki iktisadi, sosyal, siyasi ve ekonomik değişimleri muhattabı olan halka bizzat
anlatmak, benimsetmek ve özellikle de örnek olmak için ülkenin her yerine geziler düzenlemiştir. Bazı illere birkaç kez olmak üzere toplamı 170’i bulan seyahatlerinde Atatürk, temelde halka refah içinde yaşamanın yollarını ve büyük bir kazanım olan milli mücadelenin asıl sahiplerinin onlar olduğunu anlatmıştır. Bu gezilerin çok yönlü işlevleri olmuştur;
• Yöneticiler ile halk kaynaşmış, böylece devlet halk bütünleşmesi sağlanmıştır.
• Halkın sıkıntı ve beklentileri yerinde görülmüştür.
• Halka, yöneticilerinin onlarla bir ve beraber olduğu gösterilmiştir.
• Asıl muhatap dolayısıyla denetleyici ve egemenin halk olduğu gösterilmiştir.

Siyasi İnkılaplara Karşı İlk Tepkiler
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kuruluşu Meclis’te gerek saltanat gerekse hilafetin kaldırılması sürecinde rahatsızlıklarını dile getiren bir kesim vardı. Söz
konusu bu zümre meclisin ikinci dönem ikinci toplantı yılında pek çok konuda hükümeti zorlayacak düzeye gelmişti. Bu muhalefet 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Cumhuriyet Fırkası olarak resmileşti. Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar, Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Refet Bele gibi önemli simaların da kurucu üye olarak yer aldıkları partiye, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan da 28 vekil katılmıştır. Her ne kadar partinin, amacının iktidar olmak değil, iktidarı denetlemek olduğu söylenmiş olsa da dini inanç ve düşüncelere hürmetkârlık belirtmesi ve mensuplarının din ve geleneksel cenahtan olmaları iktidarı endişelendirmiştir. Bu arada bir de Şeyh Sait İsyanının çıkması ve partinin Diyarbakır temsilcisinin isyanla ilişkisinin tespit edilmesi tedirginliği giderek
artırmış, isyan bölgesindeki tüm şubeleri kapatılmıştır. 3 Haziran 1925’te ise Ankara İstiklal Mahkemesince Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır.

Şeyh Sait İsyanı
Şeyh Sait’in, Doğu Anadolu halkının hem dini hem de etnik hassasiyetini istismar ederek 13 Şubat 1925’te başlattığı isyan cumhuriyet idaresinin karşılaştığı ilk ciddi
tehlikedir. Görünürde yeni idarenin İslam’dan uzaklaşıyor olması gibi dini kaygılar ve etnisiteye dayalı beklentilerden kaynaklanan isyan 3. ordu birliklerinin
müdahale etmesini gerektirecek boyutlara erişmiş, ancak sonunda başarıyla bastırılarak elebaşları idam edilmiştir.

İzmir Suikastı
Gerek şahsi çekememezlik gerekse siyasi fikir ayrılıkları ittihatçı kökenli muhalifleri, siyasi yolla önünü kesemedikleri Atatürk’ü öldürme fikrine kadar götürmüş
ve bunun için 14 Haziran 1926’da yapacağı İzmir seyahati esnasında tatbik edilecek bir suikast planı tasarlanmışlardı. Ancak Atatürk’ün gelişinin bir gün ertelenmesi üzerine bu
teşebbüsten haberdar olunmuş ve buna ismi karışanların tamamı yargılanmıştır.

Takrir-i Sukûn Kanunu ve Rejimi
Şeyh Sait İsyanı sırasında, 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, 1929 yılına kadar yürürlükte tutularak hükümetin, arzuladığı sosyal, siyasi ve ekonomik düzene yönelik yenilik ve değişimleri muhalefet görmeksizin rahatça yapabilmesine olanak sağlanmıştır.

Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı
Mustafa Kemal’in yerleştirmeye çalıştığı esaslar arasında siyasi durumun öngörülen çok partili demokratik bir düzene kavuşturulması gerekliliği de vardı. Dolayısıyla mecliste yer alacak bir muhalefet partisinin halkın durumunu iyileştirmeye katkı sağlayabileceği düşüncesindeydi. Bu çerçevede, cumhuriyetin ilk başbakanlarından Ali Fethi Okyar’ın başkanlığında 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını sağladı. Ancak demokrasi kültürü yönündeki beklentinin aksine Atatürk’ü arada bırakan veya hedefleyen kısır parti çekişmelerinin oluşup gelişimi akamete uğratması ve muhalefet partisinin amacını unutarak iktidara soyunması 17 Kasım 1930’da partinin feshine neden olmuştur.

Menemen-Kubilay Olayı
Bu, inkılapları anlamamış ve sindirememiş serseri takımından bir gurubun sözde şeriatın ihyası amacıyla Menemen’de tertipledikleri bir ayaklanma olarak, esasında
cumhuriyeti hedef alan ve ona ilk şehit olarak Kubilay’ı verdiren elim bir vakadır. Her ne kadar kısa sürede bastırılıp suçluları infaz edilmişse de bu olay, belleklere cumhuriyet karşıtlığıyla içselleşmiş sembol bir hadise olarak kaydedilmiştir.

Cumhuriyetin Halka Gidiş Müesseseleri:
Halkevleri
Cumhuriyetin ilanından beridir yaşanan çok yönlü değişimlerin doğurduğu reaksiyon, yapılan inkılapların halk tarafından yeterince anlaşılmayıp benimsenmediği
kanaatini uyandırdı. Bu nedenle inkılapların halka mal edilmesi, derinleştirilmesi ve halkın yerinde eğitilmesi için herkesin rahatlıkla çalışmalarına katılabileceği halkevleri
kurulmuştur. Birçok amaç ve hedefe istinaden açılan bu evler dokuz şube altında teşkilatlanmıştı ki bu şubeler amaç ve hedeflerini isimleriyle açıkça yansıtmaktaydılar;
• Dil, Edebiyat, Tarih Şubesi
• Güzel Sanatlar Şubesi
• Temsil (Tiyatro) Şubesi
• Spor Şubesi
• Sosyal Yardım Şubesi
• Halk Dersleri ve Kursları Şubesi
• Kütüphane ve Neşriyat Şubesi
• Müze ve Sergi Şubesi
• Köycülük Şubesi

Halkevleri, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra hükümetin el değiştirmesini müteakip kapatılmıştır.

Türk İnkılabının Özgünlüğü
Milli Mücadelenin başarıya ulaşmasının ardından inşa edilen yeni devlet ve sistemi herhangi başka bir devlet ve sistemin taklidi değil, tamamen kendi özgül değer ve
ihtiyaçlarına göre oluşturulmuş bir yapıdır. Bu itibarla oluşmasını sağlayan inkılapların da özgünlüğü açıktır.

Türk İnkılabına İdeoloji Gömleği Giydirme Çabası:
Kadro Hareketi
Ekonomide karma modelin takip edildiği sırada patlak veren dünya ekonomi buhranı ve serbest fırka deneyimindeki başarısızlıkların konuşulduğu günlerde
Şevket Süreyya Türk Ocağı’nda verdiği bir konferans esnasında “inkılabın “ideolojisi”ni tartışmaya açmış, daha sonra bunu ideologluğunu yaptığı Kadro Dergisi’ne taşımıştır. Burada, Türk inkılabının henüz ideolojisinin oluşturulmadığını dile getirerek, takip edilmesi gereken yollar öneriyordu. Bir başka deyişle bu hareket, bir gurup aydının, Türk inkılabını evrensel temellere oturtma çabası olarak tanımlanabilir. Dergi, hükümete yönelik eleştirilerinin arttığı 1934’de kapatılmıştır.

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomi Politikaları
Ulusal Ekonomiye Geçiş Dönemi (1923-1926)
İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar gereğince ilk ulusal ticaret bankamız Türkiye İş Bankası, ardından sanayi alanında kredi vermek üzere Sanayi ve Maadin Bankası faaliyete geçirilmiştir. Ancak ulusal ekonomiye geçiş olarak isimlendirilebilecek bu dönemin koşulları pek fazla atılım yapılabilmesine imkan bırakmamış, dolayısıyla ekonomik seferberliğin ilanı yani yeni bir yolun tutulması mecburi hale gelmiştir.

Devletçilik Dönemi (1930-1938)
Dünya ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu iktisadi buhran halini değerlendiren Atatürk ve yakın arkadaşları ülke için en uygun önlem olduğuna karar verdikleri
“Devletçilik” eksenli ekonomi planını 1930 yılı itibariyle uygulamaya koydular. Bu kapsamda 1931’de T.C. Merkez Bankası, 1933’te Sümerbank, Birinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, 1935’te Etibank ve aynı yıl Maden Teknik ve Arama Enstitüsü, 1938’de de Halk Bankası faaliyete geçirildi. Devletin kontrol ve varlığını ekonominin her
alanında hissettirdiği bu dönemde yine her alanda planlı bir şekilde belirgin bir gelişim, ilerleme, kısacası topyekün bir kalkınma hedeflendi. Devlet öncülüğünde planlı sanayileşme kapsamında ilan edilen Birinci Sanayi Planı’yla 1934-38 yılları arası için bir sektör tasarı ve düzeni hedeflendi. Bu henüz uygulamadayken İkinci Plan’ın görüşülmesi için 1936’da Sanayi Kongresi tertiplendi. Ancak dünyanın ikinci kere savaş
hazırlıklarına başlaması bu olumlu havayı tersine çevirerek “İktisadi Savunma Planı”nın yürürlüğe girmesine neden oldu. Buna rağmen belirgin bir başarı elde edilmiş, birçok iktisadi kurum ve kuruluşun millileştirilmesi sağlanmış, ülke 17 sınai kuruluşu ve
büyük bir demiryolu ağına kavuşturulmuş, paranın değerinde istikrar sağlanmıştır.