Hüküm Teorisi

Fıkıh, kısaca mükelleflerin fiillerine ilişkin şer’î-amelî hükümleri bilmektir. Hükmün dört temel unsuru vardır. Bunlar hükmün kendisi, hükmü koyan hâkim, hükmün muhatabı olan mükellef ve hükme konu olan fiillerdir. Hüküm, özü itibariyle “Allah’ın hitabı” olarak tanımlanır ve teklîfî ve vaz‘î hükümler olmak üzere iki kısma ayrılır. Teklîfî hükümler, bir yükümlülük içeren ya da mükellefi bir fiili yapıp yapmamakta serbest bırakan hükümlerden oluşur. Vaz‘î hükümler ise esasen bir yükümlülük içermeyen, teklîfî hükümlerin varlığı ya da yokluğunun bağlandığı hükümlerdir. Tam ehliyete sahip olduktan sonra mükellefin başına, bu ehliyeti kısmen daraltan veya tamamen ortadan kaldıran birtakım durumlar gelir ki, bunlar ehliyet arızaları olarak isimlendirilir.

HÜKMÜN TANIMI VE KISIMLARI

Hanefî usulcülere göre ise hüküm, “Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbının sonucudur.
Teklîfî Hükmün Tanımı: Şâri‘in mükelleften bir fiili yapmasını, kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, îcâb; yapmasını, kesin olmayan bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, nedb; yapmamasını, kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, tahrîm; yapmamasını, kesin olmayan şekilde istemesine ilişkin hitâbı, kerâhe; mükellefi, yapıp yapmama konusunda serbest bırakmasına ilişkin hitabı ise ibâha olarak isimlendirilir
Vaz‘î Hükmün Tanımı: Şâri‘in, bir şeyi, başka bir şey için sebep, şart veya mâni kılması yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı”, Hanefilere göre ise Şâri‘in iradesine bağlı olarak bir şeyin, başka bir şey için sebep, şart veya mâni oluşturmasıdır” şeklinde tanımlayabiliriz.

Teklîfî Hükmün Kısımlari

Vâcib: kesin bir şekilde yapılması istenilen, terk edilmesi halinde cezanın hak edildiği fiildir.

Vâcibin Kısımları

Edâ edileceği vakit açısından

  • Mutlak vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir vakit tayin etmediği vâciptir.
  • Mukayyed vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir vakit tayin ettiği vâciptir.
  • Mukayyed vâcibin türleri:
  • Geniş zamanlı ( Müvessâ ) vâcib: Örneğin beş vakit namaz, bu türe girer. Çünkü bir namaz vaktinde birden fazla namaz kılmak mümkündür.
  • Dar zamanlı (mudayyak ) vâcib: Örneğin Ramazan orucu, bu türe girer.
  • Müşkil zamanlı vâcib: Hac, bu tür bir vâciptir.

Miktarının belli olup olmaması açısından:

  • Mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını belirlediği vâciptir. Beş vakit namaz ve bu namazların rekatları, zekatın miktarı bu tür vâcibe örnektir.
  • Gayr-ı mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını belirlemediği vâciptir.

Yerine getirmesi istenen mükellef açısından:

  • Aynî vâcib, Şâri‘in, mükelleflerin her biri tarafından yerine getirilmesini istediği vâciptir. Beş vakit namaz, oruç, zekât, hac bu türe örnek verilebilir.
  • Kifâî vâcib, yapılması mükelleflerin tek tek her birinden değil, toplumun genelinden istenildiği vâciptir.

Yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması açısından:

  • Muayyen vâcib, Şâri‘in, mükellefe seçim hakkı tanımaksızın yapılmasını istediği şeyi kendisinin belirlemesidir.
  • Müphem vâcib ise Şâri‘in, birkaç işten birini belirlemeyip seçilip yapılmasını mükellefin tercihine bıraktığı vâciptir.

 

Mendub, yapılması istenilmekle birlikte terk edilmesinden dolayı kınamanın söz konusu olmadığı fiildir.

Sünnet, terk edilmesi yasaklanmamakla birlikte yapılması iyi görülen ve dinde izlene gelen bir gelenek haline gelmiş fiillerdir.

Nâfile ise yapılması, iyi görülmekle birlikte bir gelenek haline gelmeyen fiillerdir.

Haram, kesin bir şekilde yapılmaması istenen, terk edilmesine sevap, yapılmasına ceza verilen fiildir. Bir fiilin haram kılınması, “haram kılındı”, “helal değildir”, “öldürmeyin”, “yaklaşmayın, kaçının, uzak durun” gibi değişik şekillerde olabilir.

Liaynihî (lizâtihî) haram, özü itibariyle bir kötülük ve zarar içermesinden dolayı yapılmasının yasaklandığı fiildir. Adam öldürme, zinâ, hırsızlık, murdar et satma, evlenilmesi olan yakınlar ile evlenme gibi.

Ligayrihî haram, aslında meşru olmakla birlikte haram kılınmasını gerektiren başka bir sebepten dolayı yapılması yasaklanan fiillerdir. Haram günlerde oruç gibi

Mekruh, kesin olmayan bir şekilde yapılmaması istenen fiildir. Diğer bir ifadeyle mekruh, terk edilmesi yapılmasından daha iyi olan fiildir. Cuma vaktinde ezan okunurken alış-veriş yapmak gibi

Hanefilerde Haram ve Mekruh Terimleri

Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olup haramda olduğu gibi yapılması kesin olarak yasaklanmış fiildir.
Tenzîhen mekruh, helale yakın mekruh olup terk edilmesi, yapılmasından daha iyidir.

Mübah, Şâri‘in yapılmasına ve terk edilmesine izin verdiği, mükellefi yapıp yapmama konusunda serbest bıraktığı fiillerdir.

Teklîfî Hükümlerle İlgili Diğer Hükümler: Azimet ve ruhsat, konulan hükmün aslî ya da geçici olması açısından yapılmış bir ayırımdır. Buna göre:
Azîmet, kulların özürlerine bağlı olmaksızın genel geçer olmak üzere ilkten konulmuş aslî hükümdür.
Ruhsat, kulların özürlerine bağlı olarak ve geçici olmak üzere konulmuş istisnâî hükümlerdir.

Ruhsat hükümleri dört türdür.

  • Birinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve haramlık hükmünün devam etmesine rağmen mübah sayılması: Örneğin ölüm ve bir organın yok edilmesi tehdidi ile Allah’ı inkâra zorlanan bir kimse, kalben imanını korumak şartıyla sözlü olarak inkâr edebilir.
  • İkinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin bulunduğu halde haramlık hükmünün kaldırılarak mübah kılınması: Örneğin yolcu için tanınan oruç tutmama ruhsatı, bu türdendir. Hanefilerce terfîh ruhsatı olarak isimlendirilir.
  • Üçüncü tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve haramlık hükmünün kaldırılarak mübah kılınması: Örneğin ölüm tehdidi altında ya da açlık ve susuzluktan ölme tehlikesi ile karşı karşıya kalan kişinin yenilmesi ve içilmesi haram olan şeyleri yiyip içmesi bu türden bir ruhsattır. Hanefilerce ıskat ruhsatı olarak isimlendirilir.
  • Dördüncü tür: Önceki şeriatlerdeki bazı ağır hükümlerin bizden kaldırılmış olması: Örneğin namazın ibâdethane dışında bir yerde kılınmaması,

 

Edâ, Kazâ ve İâde: Mukayyed vâcibin, kendisi için belirlenen vakit içerisinde rükün ve şartlarına uygun olarak ilk defa yerine getirilmesine edâ, vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine kazâ, bir özür veya kusur sebebiyle eksik bir şekilde yapıldıktan sonra vakti içinde yeniden tam bir şekilde yapılmasına iâde denir.

Sıhhat, Fesat ve Butlan: İşte bir ibadet veya hukukî işlem, rükün ve şartlarını taşıyorsa, bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmiş ise sahîhtir; bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmemişse bâtıldır, geçersizdir, sonuç doğurmaz.
Fâsit ise ibadetler söz konusu olduğunda batıl ile eş anlamlı olarak kullanılan bir terimdir. Örneğin “Namaz bâtıl oldu” sözü ile “Namaz fâsit oldu” sözü aynı anlama gelir ve namazın geçerli olmadığını ifade eder.

Vaz‘î Hükmün Kısımları: İllet, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınan durum olup bu durum ile hükmün konulması arasında açık bir uygunluk vardır. Usulcülerin “illet, hükümde müessirdir” sözleri bunu ifade eder.
Sebeb, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınmış olmakla birlikte, bu durum ile hükmün konulması arasında aklen kavranabilecek bir uygunluk yoktur.
Rükün, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça oluşturan unsurdur. Örneğin kıyam, kıraat, rükû ve secde namazın birer rüknüdür. Namazın varlığı bu rükünlerin bulunmasına bağlıdır.
Şart, bir şeyin varlığı, kendi varlığına bağlı olmakla birlikte o şeyin yapısından bir parça olmayan şeydir. Örneğin abdest, namazın şartıdır.
Mâni‘, var olması halinde sebebe hükmün bağlanmasını veya sebebin gerçekleşmesini engelleyen durumdur. Buna göre mâni‘ ya hükmün mâni‘idir ya da sebebin mâni‘idir. Örneğin vârisin, miras bırakan kişiyi kasten öldürmesi, mirasçılık hükmünün sebebi olan akrabalık bağının bulunmasına rağmen, miras hükmünün gerçekleşmesine engel bir durumdur.

HÂKİM (HÜKÜM KOYUCU)

Ulaşmanın asıl yolunun şer‘î deliller olduğu konusunda hemfikirdir. Ancak aklın, şer‘î hükme ulaşmanın bir yolu olup olmadığı özellikle Sünnî ve Mutezilî usulcüler arasında tartışmalıdır. Bu tartışma, literatürde hüsün ve kubuh (iyilik ve kötülük) meselesi
diye isimlendirilir. Mutezileye göre akıl bazı fiillerin iyi ya da kötü olduğunu bilir, Şâri‘in emir ve nehyi, aklın bu hükmünü destekler. Eş‘arîlere göre akıl, fiillerin iyi ya da kötü olduğunu kavrayamaz, iyilik ve kötülük, Şâri‘in emir ve nehyine bağlıdır. Mâtürîdîlere göre ise akıl, bazı fiillerin iyi ya da kötü olduğunu bilir fakat bu bilgisine bir yükümlülük bağlayamaz.

HÜKMÜN MUHATABI: MÜKELLEF

Hükmün muhatabı olan kişiye mükellef denir. teklîfin (yükümlülüğün) dayanağı, akıldır.
Temyiz gücü, iyiyi kötüden ayırt etme gücü olarak açıklanır ve kişinin söz ve davranışlarına bakılarak bilinir. fakihlerin çoğunluğuna göre 15 yaş, Ebû Hanîfe’ye göre ise erkeklerde 18, kızlarda 17 yaş hükmen bülûğa erdiği yaş olarak kabul edilir.

Ehliyetin Tanımı ve Kısımları

Ehliyet, “kişiyi, dinî-hukukî sorumluluğa muhatap olmaya elverişli hale getiren vasıftır.”
insan hayatı dört döneme ayrılır:

  1. Cenin dönemi: Ana rahmine düşmesinden doğuma kadar geçen süre.
  2. Temyiz öncesi küçüklük dönemi: Doğum ile yedi yaş arası dönem
  3. Temyiz sonrası küçüklük dönemi: Yedi yaş ile bülûğ arası dönem.
  4. Büluğ çağı sonrası dönem: Büluğdan ölene kadar olan dönem.

 

Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu yüzden hak ehliyeti olarak da isimlendirilir.

Eksik vücub ehliyeti, sadece cenin için söz konusu olur ve onun lehine bazı hakların sabit olmasını sağlar. Cenin, hiçbir borç altına girmeye ehil değildir, fakat mirasçılığa, lehine yapılan vasiyete ve nesebinin sabit olmasına hak kazanır.

Tam vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olmasının yanında bazı borçlar altına girebilmesini sağlayan ehliyet türüdür. Kişinin doğumuyla birlikte başlar ve ölümüne kadar devam eder.

Edâ ehliyeti, kişinin hukuken geçerli sayılabilecek fiiller ortaya koyabilmesini sağlayan ehliyettir. Bu yüzden fiil ehliyeti olarak da isimlendirilir.

Eksik edâ ehliyeti, temyiz çağına ulaşan küçüğün sahip olduğu ehliyettir. Mümeyyiz küçüğün aklı henüz kemale ermediği için
bir yardım ve desteğe ihtiyaç duyar. Bu da velîsinin yol göstermesi ve uyarıları ile sağlanır.

Kul hakları açısından bakıldığında mümeyyiz küçüğün tasarrufları üç kısma ayrılır:
1. Sırf yararına olan tasarruflar:
2. Sırf zararına olan tasarruflar:
3. Yarar ve zarar ihtimali bulunan tasarruflar:
Tam Edâ Ehliyeti: Kişi, bülûğa ermekle ve akıl ve temyiz gücünün olgunlaşması ile artık tam edâ ehliyetine sahip olur. Tam edâ ehliyeti ile kişi, namaz, oruç, hac gibi dinî vecibelerden sorumludur
Ehliyet arızaları, kişinin ehliyetini daraltan veya tamamen ortadan kaldıran durumlar demektir ve sadece edâ ehliyeti için geçerlidir.
Semâvî arızalar, gerçekleşmesi, kişinin elinde olmayan arızalardır. Bunlar, ehliyeti etkileme bakımından müktesep arızalardan daha güçlü ve etkilidir. Belli başlı semâvî ehliyet arızaları şunlardır:

Küçüklük – Akıl Hastalığı- Ateh (Akıl Zayıflığı)–Ateh, akıl zayıflığı ve bunama durumu olup böyle olan kişiye ma‘tuh denir,
Müktesep Arızalar: Müktesep arızalar, gerçekleşmesinde kişinin rolü bulunan arızalardır. Belli başlı müktesep arızalar şunlardır
Sefeh, gerçekte aklî yetileri yerinde olmakla birlikte kişiyi, malı konusunda aklın ve Şer‘in gereklerine aykırı şekilde davranmaya sevk eden hafiflik ve tedbirsizlik halidir
Sarhoşluk, içki ve benzeri maddelerin alınmasıyla ayıldıktan sonra, yapılan şeylerin hatırlanamayacağı şekilde aklî dengenin kaybedilmesidir
İkrah, korkutma ve tehdit yoluyla bir kimseyi normal şartlarda yapmak istemediği bir işi yapmaya zorlamaktır. Zorlayana mükrih, zorlanan kimseye de mükreh denilir.

Hanefilere göre ikrah, iki kısma ayrılır.
İkrah-ı mülcî (tam ikrah), öldürme veya bir organı yok etme tehdidini içeren ikrah olup bu çeşit ikrah, ihtiyarı bozar ve rızayı yok eder.
İkrah-ı gayr-ı mülcî (eksik ikrah) ise öldürme veya bir organı yok etme tehdidi içermeyen fakat kısa süreli hapis veya dövme tehdidi içeren ikrah olup bu çeşit ikrah, rızayı ortadan kaldırır fakat ihtiyarı bozmaz.
İkrahın sözlere etkisi: İkrahın konusu örneğin borç ikrarı, evlenme ikrarı ve boşama ikrarı gibi ikrar türünden bir şey ise ikrah ister mülcî ister gayr-ı mülcî olsun bu ikrarlar bâtıldır, geçersizdir
İkrahın konusu, sözlü tasarruflar ise Hanefiler, bunu ikiye ayırır
Birincisi, eğer ikrahın konusu olan sözlü tasarruf alım-satım, kira, rehin gibi feshedilmeleri mümkün olan bir tasarruf ise mükrehin ikrah sonucunda yaptığı bu tür tasarrufları bâtıl olmaz, fâsit olur.
İkincisi, eğer ikrahın konusu olan sözlü tasarruf evlenme, boşama, nezir ve yemin gibi feshedilmesi mümkün olmayan bir tasarruf ise mükrehin ikrah sonucunda yaptığı bu tür tasarrufları geçerlidir, sonuçlarını doğurur.

İkrahın fiillere etkisi:
1. Mükrehin, ikrah altında yapması vâcib olan fiiller: Örneğin mükrehin domuz eti yemeye, içki içmeye zorlanması, bu türdendir.

2. Mükrehin, ikrah altında yapması mübah olan fiiller: Örneğin mükrehin inkar etmeye zorlanması, başkasının malını yemeye zorlanması bu türdendir.

3.Mükrehin, ikrah altında hiçbir şekilde yapması caiz olmayan fiiller: Örneğin haksız yere birini öldürmesi ve zina etmesi, bu türdendir.

HÜKME KONU OLAN FİİLLER

Hüküm, vaz‘î hüküm ise hükmün konusu olan fiil, mükellefin fiili olabileceği gibi, mükellefin fiili olmayan bir şey de olabilir.
Teklîf (yükümlülük) altına sadece mükellefin ihtiyarî fiilleri girer. Bu fiillerde ise şu şartlar aranır
1. Mükellefi bir fiil ile yükümlü tutabilmek için bu fiilin, yapılabilir ve mükellefin gücü dahilinde bir fiil olması gerekir. Aksi takdirde imkânsız bir şey ile yükümlü tutmak söz konusu olur ki, bu şer‘an câiz değildir. “Teklîfi mâ lâ yutâk câiz değildir” sözünün anlamı budur
2. Fiilin mükellef tarafından tam olarak biliniyor olması gerekir. Çünkü yükümlü tutmaktan amaç, mükellefin kendisinden istenen fiili, istenildiği şekilde yerine getirmesidir.
Hükme Konu Olan Fiillerin Kısımları: Hükmün konusu olan fiilin Allah hakkı ve kul hakkı olmasına göre yapılan taksimdir.

Sırf Allah Hakkıyla İlgili Fiiller

  1. Sırf ibâdet anlamı taşıyan fiiller: îman, namaz, oruç, hac, cihad gibi
  2. Ukûbât-ı kâmile (tam cezâ niteliği taşıyan fiiller): Kazf haddi dışındaki hadler (Şâri‘ tarafından miktarı ve niteliği belirlenen cezalar) bu kısma girer.
  3. Ukûbât-ı kâsıra (kısmen cezâ niteliği taşıyan fiiller): Mûrisini öldüren kişinin mirastan mahrum edilmesi bu kısma girer.
  4. İbâdet niteliği taşıyan cezalar: Yemin keffareti, oruç keffareti, zıhâr keffareti, hata ile adam öldürme keffareti gibi keffaretler bu kısma girer.
  5. Meûnet anlamı taşıyan ibâdetler: Fıtır sadakası bu kısma girer.
  6. İbâdet anlamı taşıyan meûnet: Toprak mahsullerinden onda bir ve yirmide bir oranında alınan öşür bu kısma girer.
  7. Ukûbet anlamı taşıyan meûnet: Gayr-i Müslimlerden alınan toprak vergisi (harac) bu kısma girer.
  8. Bizzat kâim (müstakil) haklar: Bir kimsenin uhdesinde sabit olmayan, diğer bir ifadeyle borçlusu olmayan haklardır.

 

Sırf Kul Hakkıyla İlgili Fiiller: Örneğin alacağın ödenmesini isteme hakkı, rehin alınan mal üzerindeki elinde tutma hakkı, kendisine ve malına yönelik haksız fiilin neden olduğu zararın tazmin edilmesini isteme hakkı, evlenme ve boşanmada ödenmesi gereken bedeller, kul hakkı kapsamına dahildir
Allah Hakkının Ağır Bastığı Fiiller: Kazif suçuna (iffetli bir kadına zinâ iftirasında bulunma) verilen ceza (hadd-i kazf) böyledir. Hanefilere göre kazif cezasındaki Allah hakkı, kul hakkından daha ağır basar. Şafiilere göre ise kazif cezası, kul hakkının ağır bastığı bir haktır
Kul Hakkının Ağır Bastığı Fiiller: Örneğin kasten adam öldürene kısas cezasının uygulanması böyledir.