Kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu öteki kişilerin geçim kaynağını temin etmek gibi temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik amaçlarla başlayıp, zamanla ihtiyaçları aşan istek ve arzuların teminine yönelik olarak da varlığını sürdüren ve ekonomik değeri olan her türlü çalışma ve etkinliğe iş denir. İnsanlar, birey halinde ve en kısıtlı koşullarda da yaşasalar, varlıklarını sürdürmek için gerekli olan yiyeceği bulmak, kendilerini soğuk veya sıcaktan koruyacak giysiler edinmek, hayatlarının güvenliğini sağlayacakları barınaklar yapmak gibi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak, dolayısıyla bir tür iş yapmak zorundadırlar. Bu nedenle, dünyada yaşayan ilk insandan beri, çalışma denen bir etkinlik, iş denen bir olgu hep insanlarla birlikte var olmuştur. İnsan, varlığını sürdürmek için çalışmak, üretmek, iş yapmak zorundadır. Tek başına yaşamak durumunda olan insanın çalışmak zorunda olduğundan bahsetsek bile bu sadece bir varsayım, gerçek hayatta neredeyse hiç karşılaşılmayan bir faraziyedir. İnsan, hemcinsleriyle bir arada yaşayan toplumsal bir varlıktır. İnsanın yaratılıştan gelen fıtri yapısı onu buna yönlendirdiği gibi dünyadaki yaşam koşullarının zorluğu da onu bir arada yaşamaya ve aralarında iş bölümü yapmaya zorlamıştır. Kimi insan toplayıcılık ve tarımla uğraşmış, kimisi avcılık ve hayvancılık yapmış, kimi dokumacılık ve terzilik, kimi marangozluk ve inşaatçılık, kimi öğretmenlik, kimi askerlik, kimi yöneticilik, kimi işçilik, kimi işverenlik, kimi de tek tek sayamayacağımız birçok farklı iş kolunda çalışmış ve hem kendi geçimini sağlamış hem de dolaylı olarak öteki insanların tek başına karşılayamayacakları çeşitli ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda bulunmuştur. Bu durum göstermektedir ki, insanların iş ve ticaret hayatı, insanlar arasındaki karmaşık bir ilişkiler ağını gerektirmektedir.
İslâm iş ahlâkında pek çok ilke ve erdemden bahsedilebilir ve kaynaklarımızda da bahsedilmektedir.
İş hayatı ile ilgili faziletler iş konusunda sahip olmamız gereken iyi niyet ile çalışma konusundaki doğru dini bilgiler ve çalışkanlığın fazileti , iş hayatına atıldıktan sonra işle ilgili çeşitli alanlar ve ilişkilerde uyulması gereken helal kazanç ve adaletle ilgili kurallar ile lütuf ve ihsanla ilgili ahlâki faziletlerdir.
Bir iş hayatına atılırken, başlangıçta olması gereken en önemli ahlâki şartlardan biri, bu işle ilgili niyetin iyi olmasıdır. Her konuda olduğu gibi iş hayatına başlarken de iyi niyetlere, doğru amaçlara sahip olunmalıdır.
İş hayatını geliştirmede en temel ve en meşru niyet, muhannete muhtaç olmadan helal yoldan geçimini temin etmektir. Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse kendi el emeği ile kazanıp yediğinden daha hayırlı bir şey yememiştir. Allah’ın peygamberi Davut Peygamber de kendi el emeğinden yerdi.
İnsanın, normal geçim düzeyinin üzerinde bir gelir sağlamayı amaçlaması da iyi niyet sınırları içindedir. Mal sahibi olmak, hatta çok mal ve bol rızık sahibi olmak, kötü ve yerilesi bir şey değildir ve Müslümanlar için hiçbir zaman böyle olmamıştır. Önemli olan malın tam anlamıyla iyi niyetle ve helal yoldan kazanılmış olması ve kazandıktan sonra yapılması gereken zekatını, sadakasını verme gibi hukuki ve ahlâki gereklerinin de yerine getiriliyor olmasıdır.
İslâm dini ve ahlâkında, çalışmak, üretmek, kazanmak, mal sahibi olmak, zengin olmak, makul bir refah içinde yaşamak; geçimini helal yoldan temin etmek, daha fazla refah ve huzur içinde yaşamak, kamu ve din yararına harcamalarda bulunabilmek gibi niyetlerle edinildiği ve haram bulaştırılmadığı sürece tamamen meşru ve hatta makbul ve fazlasıyla teşvik edilen şeylerdir.
İslâm dini tembellik ve miskinliği yermiş, çalışmayı ve üretmeyi meşru görmekle kalmamış, çok makbul görmüş ve her surette teşvik etmiştir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, “Gündüzü [çalışıp] geçimi sağlama vakti kıldık” (Nebe/78: 11) buyurmaktadır.
Hem dünya hem de ahiret kazancı ile ilgili en genel geçer, en evrensel yasalarda biri, ancak çalışanın kazanacağı yasasıdır. Nitekim bu husus bir ayette şöyle belirtilmektedir: “İnsan ancak çalıştığına erişir” (Necm/53: 39). Peygamberler ve büyük sahabiler dahi dünyevi işlerde çalışmış, belli meslekleri icra etmişlerdir. Hz. Adem çiftçilerin, Hz. Nuh marangozların, Hz. Yusuf ekonomistlerin, Hz. Davut el sanatçılarının, Hz. İsa tabiplerin, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed tüccarların piri ve örneğidir.
Kur’an’daki ayetlerde hem ibadet hem de iş art arda emredilmektedir. Müslüman tembellikten, işsizlikten, üretimsizlik ve verimsizlikten kaçınmalı; aksine öte dünya için çalıştığı gibi bu dünya için de çalışkan olmalı, üretmeli, iş yapmalı, iş kurmalı, istihdama katkıda bulunmalı ve böylece kendisine, ailesine, topluma, insanlığa ve dinine daha fazla yararlı olmalıdır.
Gazali, iş hayatında yapılmaması gerekenleri o, şu dört esasta toplar:
Müslüman daha fazla kazanma hırsıyla ve hatta daha fazla kazanıp bunun bir kısmıyla daha fazla iyilik yapmak, daha fazla zekat ve sadaka vermek, daha fazla öğrenciye burs vermek, daha fazla fakir ve yoksula yardımda bulunmak gibi iyi niyetlerle de olsa kazancına haksızlık ve haram bulaştıramaz, haksız ve haram yollarla servet edinemez.
İş hayatının her alanında, her ilişki düzeyinde ve her sektörde görülebilecek olan hilekarlıklar ve haksızlıklar, İslâm dininin şiddetle kınadığı, kesinlikle yasakladığı ve sadece dünyevi değil uhrevi müeyyidelerle de insanları bunlardan uzaklaştırmaya çalıştığı hususların başında gelmektedir.
Bir ayette doğruluk emredilmekte ve bunun sonucunun çok daha üstün olacağı şöyle belirtilmektedir: “Ölçtüğünüz zaman, tam ölçün, doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlı, hem de sonuç olarak daha güzeldir.” (İsra/17: 35; krş. En’am/6: 152)
İş hayatının her aşamasında dürüstlük, kişiye ve şartlara göre değişen göreceli bir davranış tarzı değil, her zaman ve mekanda geçerli olan, her dinden ve dilden insanı kapsayan evrensel bir ilke olarak kabul edilmeli ve hipotetik değil kategorik bir buyruk olarak uygulanmalıdır.
İslâm iş ahlâkında aldatmama ve aldatılmamaya yönelik öğütlerden biri de alış-veriş esnasında yemin etmenin hoş görülmemesidir. Hz. Peygamber alış-verişte yemin konusunda şöyle buyurmuştur: “(Yalan yere) yemin mala rağbeti artırsa bile bereketi götürür” (Buhari, 2008, 533). İmkanı olanlar borcunu zamanında ödemeli, eğer imkanı yoksa bunu bir an önce alacaklı ile görüşüp anlaşmalıdır.
Gerçek ahlâklılık, zorunluluk düzeyinin üstünde, sorumluluk, gönüllülük, fedakârlık gibi duygu ve değerler nedeniyle yapılan üstün erdemler sayesinde kendini gösterir. Bu bağlamdaki erdem ihsan erdemidir.
Esnafın asıl yükümlü olduğu şey, zulmetmeyip adil davranmaktır. Gazali’ye göre ticaretle uğraşan bir kimse, şu altı maddeye uyarak, adaletin üstündeki ihsan rütbesine yükselir:
Hoşgörülü olmak ekip halinde çalışmayı kolaylaştıracak, iş ortamında stres ve gerilimi azaltacak, sinerjiyi ve dolayısıyla verimliliği artıracaktır. İş hayatının yeni girişimcilikler, yatırımlar ve cesaretle risk almalar gibi pek çok konusunda dikkate alınmasında yarar olabilecek erdemlerden biri de, cesur davranmakla birlikte belli bir sınırın ötesinde ölçülülüğü aşmamak, makul bir itidal düzeyini korumaktır.
İslâm iş ahlâkının temel erdemleri veya genel esasları iyi bir niyete, temiz bir amaca sahip olmak, çalışmayı nafile ibadet, çalışkanlığı yararlı bir fazilet saymak, iş hayatının hiçbir aşamasında en küçük bir haksızlığa ve hilekarlığa, adaletsizliğe ve aldatmaya, zulme ve baskıya, kazancı harama ve uhrevi anlamda zarara dönüştürecek eyleme tenezzül ve teşebbüs etmemektir.
Müslüman işverenin; işine, işçisine, müşterisine, tüm paydaşlarına, toplumuna, insanlığa, doğal çevresine ve manevi çevresine karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi, üstün ahlâka sahip bir Müslüman olarak fedakârlık gerektiren yüksek faziletlere uygun bir iş adamlığı hayatı sürdürmesi beklenir.
İşveren veya yönetici, işçi veya memur alırken liyakati esas almalı, işi bir takım kişisel tarafgirliklerinden dolayı tercih ettiği liyakatsiz kişiye değil, hak eden kişiye, ehline vermelidir. İşi ehline vermek ve adaletli davranmak, bu konulardaki en temel ilahi emirlerden ikisidir. Ücretlerin adil ve yeterli olması ve zamanında ödenmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.
İyi bir işveren, tüm çalışanlarını bir aile gibi, işçilerini aile bireyleri gibi görür, kendisini de onlardan sorumlu hisseder.
Yüksek ahlâka sahip bir işveren, işçileri kadar tanıdığı müşterileri ve öteki paydaşlarını da kendine yakın hisseder, onların sorumluluğunu paylaşır, zor durumda kalanlarına bilhassa borcunu geciktirme, ödeme kolaylığı sağlama gibi konularda yardımcı olur, kol kanat gerer.
Ahlâklı bir işveren gerçekten iyice üst düzey bir ahlâklılığa sahipse, işçilerinin sadece sorumluluğunu hissetmekle ve onlara yardımcı olmakla da yetinmez, onları kendisine kardeş bilir, yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir ve onlara son derece iyi ve itibarlı davranır.
Müslüman iş adamı, işçileriyle ilişkilerinde faziletli davranışlar sergilediği gibi Allah’ın lütuf ve inayetiyle elde ettiği bol kazancının hukuki ve ahlâki gereklerini de yerine getirir, zekatını verir, sadakalarını verir, gelirinin büyüklüğü oranında kamu yararına büyük hizmetlerde bulunur.
Ahlâklı işveren , iş ve kazanç hırsıyla kendisini ihmal etmemeli, kazancından ve genel olarak hayatından ahirette sorguya çekileceğini, dünyevi görev ve yükümlülükleri yanında kulluk vazifelerinin de olduğunu unutmamalıdır. Müslüman işveren, toplumsal ahlâk ve iş ahlâkı kurallarına uygun davrandığı gibi manevi ahlâk yönünü de ihmal etmemeli, işi ile birlikte ibadetlerini ve maneviyatını da birlikte götürmeyi bilmelidir.
Gazali’nin şu hususlara dikkat etmesi gerekir:
Ticarete başlarken, çoluk çocuğunun nafakasını helal kazançla temin etmek, kendisi için istediğini toplumdaki öteki kişiler için de isteyip onlara yardımcı olmak, kendi kazancıyla dinine yardımcı olmak ve benzeri tarzda iyi niyetler taşımalıdır.
Birgün hepsinden dolayı hesaba çekileceğini unutmamalıdır.
İşçiden veya iş görenden kasıt, sadece dar anlamda işçi statüsünde istihdam edilenler değil mal ve hizmet sektörlerinin her alanındaki tüm çalışanlardır.
İşçi, öncelikle işverenine karşı haset ve kıskançlık içinde olmamalı, işveren değil de işçi olması gibi hususlardan dolayı herhangi bir eziklik duymamalı, çalışıp alın teriyle helal para kazanabildiği bir iş kapısı buldurduğu için Allah’a şükür, işverenine de gerektiğinde teşekkür etmelidir.
İşçi, yaptığı işi iyi bilmeli, yeterince bilmiyorsa bir an önce eksikliklerini gidermeli, işi konusunda uzmanlaşmalıdır. Ayrıca o, iş ile ilgili her türlü mal ve bilgi gibi hususta kendisine güvenilir olmalıdır. İbn Haldun’un işçilerde bulunması gereken erdemlerle ilgili en fazla liyakat ve güven üzerinde durduğu anlaşılmaktadır. Ona göre insanın hizmetinde bulunduracağı kimseler dört sınıfa ayrılır: Bunlardan birincisi, üzerine aldığı görevi hakkıyla görebilen ve işine güvenilebilecek olan doğru bir kimsedir; ikincisi, işine de emanet ve doğruluğuna da güvenilemez bir kimsedir; üçüncüsü, işini ve görevini yapabileceğine güvenilir biridir ama emanet ve doğruluğuna güvenilmez; dördüncüsü ise, emanet ve doruluğuna güvenilir biridir ama işinin ehli olmaz.
İşçi, işverenin haklarını korumalı, işinde haksızlık yapmamalı, az da olsa kazancına haksızlığı ve haramı bulaştırmamalıdır.
İyi bir işçi, başta işi olmak üzere, mümkünse iş arkadaşlarını ve işverenini sevmeli, en azından onlara saygı duymalıdır. Osmanlı ahlâkçılarından Kınalızade’ye göre, hizmetçiler veya işçiler için de sevgi her şeyden önce gelir.
İşçi, işverenine karşı kıskançlık ve haset içinde olmamalı, işini çok iyi bilmeli ve iyi yapmalı, güvenilir ve dürüst olmalıdır.
Gazali’nin tasnifine göre, “İnsanlar üç sınıfa ayrılırlar:
Dünya için çalışırken ahiretini tamamen unutanlar. Bunlar helak olanlar arasında değerlendirilir.
Ahiret kaygısı yüzünden dünya geçimini kaale almayan kimseler. Bunlar da kurtuluşa erenler grubuna girer.
Ahireti elde etmek için dünya geçimini dikkate alanlardır ki ölçülü davranan grup olup orta yolu izleyenler arasında mütalaa edilirler.
İyi huyluluk, iyi kalplilik, iyi niyetlilik, iyi sözlülük, iyi davranış, kısaca, iyi ahlâklılıktır. Erdem ahlâkı veya etiği dendiğinde ilk akla gelen filozof olan Aristoteles, erdemi, iş ahlâkıyla da çok bağlantılı bir biçimde tanımlar.
Erdem açısından bakıldığında, veren el alan elden üstündür; ekonomik açıdan bakıldığında ise alan el veren elden üstündür.
Ahlâk felsefesinde faydacılık ve hatta onun bir türü sayılan egoizm bile bir ahlâk kuramı sayılsa ve pek çok ahlâk anlayışında ben merkezliliğin önemli bir yeri olsa da, genel olarak değerlendirildiğinde, ahlâkta özgeciliğin, diğergamlığın, toplumsal sorumluluğun, kısacası ‘ben’den ziyade ‘öteki’ merkezliliğin asıl olduğu ya da daha fazla öne çıkarıldığı bir gerçektir.
Erdem-ekonomi ilişkisinde insanlara bol miktarda meşru, makul ve makbul seçenek sunmak ve onların özgür tercihlerine imkân sağlamak mümkündür. İnsanlık tarihi ahlâk rağmına ekonomi yönünde ifrata da, ekonomi rağmına ahlâk yönünde tefrite de şahit olmuştur ve olmaktadır.
İfrat ve tefrit, İslâm dini ve dolayısıyla ahlâkında da, klasik dönemin felsefi ahlâkında da yanlış olan ve ahlâki bulunmayan tutum ve davranışlardır. Erdemliliğin de en az üç düzeyi olduğu, ekonominin de en az üç düzeyi olduğu söylenebilir. Bu düzeylere, minimum düzey, mutedil düzey ve maksimum düzey diyebiliriz.
Bu düzeyin yol gösterici ilkesi yahut pusulası, evrensellik ilkesi yahut altın kural da denilen ilkedir. Her insan bir eylemde bulunurken, bunun aynısı herkes tarafından yapıldığında sonucun iyi bir şey olup olmayacağını düşünerek karar vermelidir. Evrensellik ilkesi veya altın kural, herkesin uyması gereken minimum düzey ilkelerinden biridir.
Minimum düzeyde en öncelikli erdemler, hak ve adalet erdemleridir. Bu düzeyde hiçbir görecelikten, toplumsal, kültürel veya dini farklılıktan bahsedilmez. Hak, herkes için haktır; adalet herkes için lazım ve geçerlidir.
Minimum düzeyin ana ilkesi, zarar vermemek, haksızlık yapmamak idi, bu düzeyin ana ilkesi ise faydalılık ilkesi, faydalı olma kuralıdır.
Mutedil düzeye erdemler açısından baktığımızda, buna uygun düşen ana erdemlerin, özellikle de iş ahlâkı dikkate alındığında, güvenilirlik ve iyilikseverlik olduğu söylenebilir. Herkesin hakkını vermek ve adaleti yerine getirmek, herkes için bir zorunluluktur.
Erdemlerin maksimum düzeyini, en yüksek seviyesini ise, merhamet ve sevgi erdemlerinin oluşturduğunu söylemek mümkündür. Kardeşlik, merhamet ve sevginin iş ahlâkı bağlamında tavsiyeler içeren şu hadis de maksimum düzey iş ahlâkı erdemleri için yeterli fikri özetliyor olsa gerektir: “Hizmetinizde kullandığınız kimseler, sizin ancak kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinize emanet etmiştir. Bu sebeple onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” (Buhari, 2005, 89).
Modern ekonominin karı maksimize etmek tabiri, dini, felsefi veya ahlâki açıdan kategorik anlamda yanlış değildir. İslâm iş ahlâkının istediği, bu maksimizasyon sürecinde, ahlâki şartları da en az minimum düzeyde, yani hak ve adalet düzeyinde gözetmek ve yerine getirmektir. Müslüman için ideal olan, hem iyilikseverlik, yardımseverlik, şefkat, merhamet ve sevgi gibi ahlâki değerlerde en üst düzeye erişmek hem de çalışkanlık, üretkenlik, verimlilik, daha fazla kar ve kazanç gibi ekonomik çabalarda maksimum düzeyi yakalamak ve bunları ahenkli bir denge içinde sonuna dek sürdürmektir.”