Kur’ân Sünnet Bütünlüğü

Kur’ân Sünnet Bütünlüğü

Kur’ân-ı Kerîm, Yüce Allah’ın doğru yolu göstermek üzere bütün insanlığa gönderdiği ve korunmasını kendi üzerine aldığı (Hicr 15/9) İlâhî kitaptır. Allah Teâlâ, indirildiği şekliyle Kur’ân-ı Kerîm’i koruma vaadini, hiçbir değişikliğe uğramadan sürekli okunmak, ilk yazıldığı şekliyle kayıt altına alınmak ve içeriğinin yaşanmasını sağlamak yoluyla ilk nesilden itibaren kesintisiz biçimde gerçekleştirmektedir. Kaynağı büyük ölçüde hadisler olması sebebiyle geleneksel anlayışta genellikle hadis ile eş anlamlı olarak kullanılan sünnet ise, hadis kitapları yanında, çeşitli siyer
kaynakları, sözlü gelenek ve İslâm toplumu tarafından canlı biçimde yaşatılarak sürdürülen fiilî geleneğe
dayanmaktadır.
Klâsik dönemde Kur’ân ve Sünnet arasında, tabiî olarak bir bütünlük bulunduğundan ve öyle de algılandığından
buna yönelik bir vurgu gözlemlenmez. Ancak, özellikle çağdaşlaşma tartışmaları bağlamında ‘Kur’ân’ın iç
bütünlüğü’ ya da ‘Kur’ân’a yaklaşımlarda ‘bütünlük sorunu’ veya ‘bütüncüllük’ ifadelerine rastlanırken,
Kur’ân Sünnet bütünlüğünden pek fazla söz edilmemiştir. Oysa bu tartışmalar dikkate alındığında, bunun kadar
önemli bir Kur’ân Sünnet bütünlüğü meselesinin varlığı ortadadır. Zira Kur’ân Sünnet bütünlüğünü anlamak,
Kur’ân’ı doğru anlama çabasıyla eşdeğerdir. Öncelikle şuna işaret edilmelidir ki, Kur’ân ve Sünnet’i
anlamanın ve aralarındaki ilişkiyi en doğru şekilde kurmanın yolu tefsir, hadis ve fıkıh bilginlerinin ortaya
koyduğu usûller ve esaslara göre hareket etmekten geçer. Zira usûle riayet edilmemesi doğru sonuca varılmasını da engelleyecektir. Çağımızda anlama konusundaki farklılıklar, usûle dair gerekli ilmî alt yapı eksikliklerinden
kaynaklanmaktadır.
Kur’ân, kendi kendini muhtelif âyetlerde açıkladığı gibi,  Hz. Peygamber de söz, davranış ve onaylarıyla Kur’ân’ı
en güzel şekilde açıklamıştır. Allah Resûlü’nün “Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ve onunla birlikte bir
benzeri verildi/ مِثْلَﮫﻪُ مَعَﮫﻪأﺃَلاَ إﺇِنىِّ أﺃُوﻭتِﯿﻴتُ اﺍلْكِتَابﺏَ وﻭَ ” (Ebû Dâvûd, Sünne 6, hadis no: 4606), “Size iki şey bırakıyorum,
onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın Kitâbı ve Peygamber’inin Sünneti/ تَرَكْتُ فِﯿﻴكُمْ أﺃَمْرَﯾﻳْنِ نَبِﯿﻴِّﮫﻪِ لَنْ تَضِلُّواﺍ مَا كِتَابﺏَ للهَِّ وﻭَسُنَّة ? مَا تَمَسَّكْتُمْ ◌ِ ” (Muvatta, Kader 1, hadis no: 1628) şeklindeki ifadeleri Kur’ân ve Sünnet
bütünlüğünü, Kur’ân’ı anlarken sünnete de müracaat etmek zorunda olduğumuzu açıkça beyan etmektedir. Hz. Peygamber’in yaşayış tarzı, İslâm toplumu tarafından sadece Kur’ân’ı doğru anlamak ve yaşanılır kılmak
gayesiyle değil, bütün yönleriyle hayatı Kur’ân Sünnet bütünlüğü içerisinde şekillendirmek düşüncesiyle, ilgi
odağının merkezine yerleştirilmiştir. Vahiy yoluyla indirilen İlâhî emirlerin tebliğinin gözle görülür hâle gelmesi ve dinî terminolojinin anlam zenginliğini kazanması hiç şüphesiz Allah Resûlü’nün ve rehberliği ile mümkündür. Bu sayede Nebevî hayat modeli, yeni nesiller tarafından hadisler aracılığıyla yazılı olarak aktarıldığı gibi, kesintisiz fiilî uygulamayla da yaşantı olarak aktarılmıştır. Hadis metinlerinin naklinde büyük titizlik gösterilen isnaddaki kopukluk problemi ne derece önemli görülmüşse, fiilî uygulamanın aktarılması da o derece önemli görülmüştür.

Kur’ân’ın Anlaşılması ve Sünnet
Kur’ân’da Hz. Peygamber ve Sünnet: Dinin temel kaynakları incelendiğinde görüleceği üzere, Sünnet,
Kur’ân ile o derece içli-dışlı ve beraberdir ki ne Sünneti Kur’ân’dan ne de Kur’ân’ı Sünnetten ayırmak
mümkündür. Kur’ân Sünnet bütünlüğünü en açık şekilde ortaya koyan husus, konuya ışık tutan yüzü aşkın âyeti
kerîmede Hz. Peygamber’in ve Sünnetinin önemine yapılan vurgudur.
İman sadece Allah için söz konusu iken itaat Allah’a ve Resûlü’ne birlikte uymayı kapsar. Ayrıca buradaki itaat,
Hz. Peygamber’e hem sağlığında hem de irtihalinden sonra itaati kapsamaktadır. Zira Arap dilinde mutlak ifade,
sınırlandırılmadıkça genel anlam ifade eder. Allah Resûlü söz konusu olduğunda Kur’ân’da emredilen
hususlardan birisi de ittibâdır. İttiba, ancak beşer cinsinden birine uymayı ifade etmekte olup, bu yönüyle itaatten
ayrılmaktadır. Kur’ân pek çok âyette mü’minlerin kime ve neye uymaları gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Allah’ın
sevgisine ulaşmak ve onu sevebilmek ancak Allah Resûlünü sevmekle mümkündür. Nitekim “De ki: Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın/ ” قُلْ إﺇِنﻥْ كُنْتُمْ تُحِبُّونﻥَ للهََّ فَاتَّبِعُونِي ﯾﻳُحْبِبْكُمُ
للهَُّ وﻭَﯾﻳَغْفِرْ لَكُمْ ذﺫُنُوبَكُمْ (Âli İmrân 3/31) emri buna işaret etmektedir.
Kur’ân’ı ve onun nasıl uygulanacağını göstermek üzere Allah Teâlâ insanlara kendi içlerinden birini, Allah
Resûlü’nü canlı bir örnek olmak üzere göndermiştir. Bu da Kur’ân’da insanlık için bir lütuf olarak ifade edilmiştir.
Ayrıca o, haktan uzak önceki yollarından onları çevirmek üzere kendilerine Kitap ve hikmeti/sünneti öğretmiştir
(“Kendilerine Kitap ve Hikmeti Öğretir/ وﻭَﯾﻳُعَلِّمُﮭﻬُمُ اﺍلْكِتَابﺏَ كْمَة ◌ْ وﻭَاﺍلحِ ”, Âl-i İmrân 3/164).
Bazı âyetlerde Hz. Peygamber’in kararlarına rızâ göstermek, gönül huzuru ile bu kararların gereğini yerine
getirmek açıkça emredilmiştir. Allah Resûlü’nün verdiği karara tam bir teslimiyetle, iç huzuruyla ve gönül ve his
dünyasıyla rızâ göstermek de yine emredilen hususlardandır. Allah ve Resûlü hüküm verdiğinde
mü’minlerin hiçbir seçme hakkının bulunmadığı, buna karşı gelenin de apaçık bir sapma hâli içinde bulunduğu da
yine Kur’ân’da (Ahzâb 33/36) ifade edilmiştir. Allah Teâlâ kendisi istediği şeyleri helâl ve haram kıldığı
gibi bu fiilleri Resûlü’ne de nisbet etmiş ve bu yetkiyi ona da vermiştir (“Onlara temiz şeyleri helâl pis şeyleri haram
kılar/ بَائِثَ ◌ْ اﺍلطَّﯿﻴِّبَاتﺕِ وﻭَﯾﻳُحَرِّمﻡُ عَلَﯿﻴْﮭﻬِمُ اﺍلخَ ◌ُ وﻭَﯾﻳُحِلُّ لﮭﻬَمُ ”, A‘râf 7/157).

Nitekim bu âyetten hareketle Kur’ân’da sayılmayan bazı pis şeyleri Allah Resûlü haram kılmıştır.
Allah Teâlâ gönderdiği vahyin anlaşılması ve bir toplumda yaşanılır hâle getirilmesi için Hz. Peygamber’i
göndermiştir. Sadece O’na inanmak yeterli görülmemiş, itaat etmek, örnek almak, verdiği hükmü kabul etmek,
isyandan kaçınmak, saygı ve sevgi göstermek ve açtığı doğru yoldan gitmek de emredilmiştir.

Kur’ân’ın Anlaşılması Açısından Sünnetin Değeri: Vahyin inmeye başladığı ilk andan itibaren Kur’ân’ın anlaşılıp uygulanması Müslümanların en önemli meselesidir. Hz. Peygamber’in örnekliğinde ortaya konulan ilk
uygulamalardan itibaren yaşanan tecrübe ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, zamanla İslâmî ilimlerin her birinin kendi
alanı ve düşünce sistematiği içerisinde rivâyete, anlamaya ve yorumlamaya yönelik çok önemli adımlarla
sürdürülmüştür.
Kur’ân Sünnet bütünlüğünün en açık şekilde görüldüğü alanlardan biri Hz. Peygamber’in pek çok âyeti açıklamak
üzere ortaya koyduğu tasarruf, beyân ve davranışlarıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in Kur’ân tefsirine gerek hadis
kitaplarının ‘Kitâbü’t-tefsîr’ bölümlerinde ve çeşitli konuların içinde, gerekse rivâyet tefsirlerinde geniş
biçimde yer verilmiştir. Kur’ân İlâhî vahiydir. Cebrâil vasıtasıyla peyderpey Hz.
Peygamber’e indirilmiştir. Âyetlerin Hz. Peygamber’in bizzat kendisi ve İslâm toplumu tarafından tam olarak ve kalıcı biçimde uygulanması için vahiy belirli bir süreçte indirilmiştir.
Kur’ân’ın nüzûl, teblîğ ve temsîli ile birlikte Müslümanlar açısından yeni bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu sebeple Kur’ân, ona inananlar için bir varlık kaynağı olma vasfına sahiptir.
Esasen, Kur’ân’ın inmiş olduğu toplum eski medeniyetlerin ve felsefî düşüncelerin tesirinin en az olduğu, başka kültürlerin etkisiyle dillerinin bozulmadığı, düşüncesi ve konuşması berrak bir toplumdu. Bu berraklık
âyet ve hadisleri tam mânâsıyla idrak etmelerine, âyet ve hadisler arasındaki irtibatı sağlıklı biçimde kurmalarına
imkân vermiştir. Allah Teâlâ insanlara doğru yolu vahiy aracılığıyla göstermeyi istediği gibi, peygamberlerine vahyi bizzat açıklanmasını da emretmiştir.
Hz. Peygamber’in âyetleri açıklaması bundan dolayı gerekliydi. O’na hitâben “Sana bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik
ki kendileri için insanlara indirilen şeyi bildirip açıkayasın. Olur ki iyice düşünürler/ وﻭَأﺃَنْزَلْنَا إﺇِلَﯿﻴْكَ اﺍلذِّكْرَ لِتُبَﯿﻴِّنَ
عَلَّﮭﻬُمْ ﯾﻳَتَفَكَّرُوﻭنﻥَ لِلنَّاسﺱِ مَا نُزِّلﻝَ إﺇِلَﯿﻴْﮭﻬِمْ وﻭَ لَ , Nahl 16/44” buyurulması onun kendi tefsirinin önemini ortaya koymaktadır. Tefsir de, yukarıda işaret edildiği üzere, sadece lâfız veya ahkâmın bildirilmesini değil uygulanmasını da içermektedir.

Allah Resûlü pek çok vesîleyle Kur’ân âyetleri tefsir etmiştir. Ancak ders verir bir tarzda âyetleri açıklamak
yerine, fırsat düştükçe ve gereği kadar açıklamada bulunmuştur. Bazen bir âyet-i kerimeyi okurken
kendiliğinden açıklar, bazen muhataplarından birinin veya Müslüman olmayan bir kimsenin sorusuna cevap vermek
üzere gerekli açıklamaları yapar, bazen ortamın gereği olarak bir âyeti izah eder, bazen muhteva uyumu sebebiyle
bir hadisin sonunda ilgili âyete işarette bulunur, bazen de bir sözünün ardından ona uygun âyeti hatırlatmak suretiyle âyetleri açıklardı. Bu açıklamalar bazen çok kısa bir âyetteki kapalılığı anlaşılır kılmaktadır.

Kur’ân Sünnet Bütünlüğünün Alanları

İlâhî vahiy olarak kendisine bildirilen âyetleri ve diğer hususları tebliğ etmesi bu alanlardandır. Tebliğ, kendisine bildirilen bir şeyi muhataplarına haber vermek demek olup, din olarak İslâm ve ona inananların ortaya koyduğu medeniyet, ilâhî haberin tezâhürüdür. Vahyin/haberin kaynağı Allah Teâlâ, haberi getiren Cebrâil, tebliğ etmek
üzere haberi alan ise Hz. Peygamber’dir. Kur’ân, Allah Resûlü’nün tebliğ sorumluluğunu “Ey Resûl! Rabbinden
sana indirileni (tam olarak) tebliğ et/ ﯾﻳَا أﺃَﯾﻳُّﮭﻬَا اﺍلرَّسُولﻝُ بَلِّغْ مَا أﺃُنْزِلﻝَ إﺇِلَﯿﻴْكَ مِنْ رﺭَبِّكَ , Mâide 5/67” emriyle beyân etmiştir.
Allah Resûlü Kur’ân’ın sadece tebliğ edicisi/ulaştırıcısı değil aynı zamanda beyân edicisi (mübeyyin),
açıklayıcısıdır. Kur’ân âyetlerinin bir kısmı ihtiva ettikleri mânâyı açıkça ifade etse de bir kısmı kapalı (mücmel)
olup açıklanmaya muhtaçtır. Bu tür mücmel âyetler çoğu zaman hüküm ifade eden konularda olmakla birlikte,
yaratılış, kader, ecel, ölüm ve sonrası, gelecekte yaşanacak olaylar, cennet, cehennem gibi gaybî konuları da
içermektedir. Hadislerde görülen âyetleri açıklamaya yönelik beyânın amelî, takrirî, lügavî vb. çok çeşitli
biçimleri vardır.
Bütün dinî konulardaki açıklamaları vahiy ve ilhâmla desteklendiği için Sünnetin Kur’ân’ı tahsis etmesi
mümkündür. Sözgelimi, Kur’ân, usûlüne göre boğazlanmamış hayvanların etlerini yemeyi haram kılmış
(Bakara 2/173; Mâide 5/3), Allah Resûlü bu genel haram kılma emrinden denizdeki ölmüş balığı hâriç tutmuştur.
Son olarak, Kur’ân’da zikredilen bir hususun bazı özelliklerini belirtmek (tavsîf) suretiyle muhataplarının
daha iyi anlamalarını sağlamaya yönelik açıklamalar yapması da Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama
sorumluluğunun tezâhürüdür. Tavsif de yine teşvik, sakındırma, istenilen veya kötülenen bazı hususların
özelliklerini belirleme şeklinde olabilir. “İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir, başlarının üzerinden kaynar
sular dökülecektir/ ثِﯿﻴَابﺏٌ مِنْ نَارﺭٍ ﯾﻳُصَبُّ مِنْ ◌ْ فَالَّذِﯾﻳنَ كَفَرُوﻭاﺍ قُطِّعَتْ لﮭﻬَمُ مِﯿﻴمُ ◌ْ فَوْقﻕِ رﺭُءُوﻭسِﮭﻬِمُ اﺍلحَ , Hac 22/19” âyetinin tasvir ve tavsifi bağlamında Allah Resûlü “başlarından dökülen kaynar suyun beyinlerinden karınlarına, oradan içindekileri sıyırarak ayaklarından çıkıncaya kadar geçtiği her yeri paramparça edip eriteceğini” (Tirmizî, Sıfatü Cehennem 4,
hadis no: 2783) ifade etmiştir.

Burada işaret edilen hususların her biri Kur’ân ve Sünnetin ayrılmaz derecede iç içeliğini ortaya koyan hususlardır. Âyetler bize, İslâm’ın emrettiği imanın Hz. Peygamber’e ve onun getirdiklerine de inanmayı zorunlu kıldığını, uyulması emredilen hususlara sünnetin de dâhil olduğunu, sahih sünnetin gereğini yapmanın Kur’ân’ın
gereğini yapmak anlamına geldiğini, Allah Resûlü’nün emir ve yasaklarının uygulamaya esas olması bakımından
Kur’ân’dan bir farkının bulunmadığını ve Kur’ân’ın genel ilkelerine uygun şekilde sünnetin de hükümler koyduğunu göstermiştir.

Uygulama: Âyet Hadis Bütünlüğü
Hadis Okuma Âdâbı: Hadis ile meşgul olurken edebi gözetmek de bu açıdan son derece önemlidir. En azından
ilgilenilen sözlerin ve anlatılan hadislerin Allah Resûlü’ne ait olma ihtimâli, o sözü söyleyen eşsiz kişiye lâyık bir
biçimde davranmayı gerektirir. Bu sebeple, ilgili kaynaklarda da geniş biçimde ele alındığı üzere, hadis okuyan kişinin, hadis öğrenirken veya mütalâa ederken meşguliyeti hâlis bir niyete sâhip olmalı, hadis tahsilinden önce Kur’ân’ı ezberlemelidir. Hadisin şanına yakışır bir biçimde, abdestli olarak hadisleri okumalı, tartışma veya mevcut hâlini meşrulaştırma düşüncesiyle değil, öğrenip uygulamak maksadıyla, hadislerle yapıcı ve müspet bir ilişki kurmalıdır. Hadis okuyanın yaşantısında, Kur’ân ve Sünnetin tesiri görülmeli, dinin yasakladığı hususlardan dikkatle kaçınmalı, emrettiklerini gücü nisbetinde yapmaya çalışmalı, bu konuda topluma örnek olmalıdır. Hadis ile meşgul olan, temizlik ve giyim-kuşamına dikkat etmeli, hocası ve ders arkadaşlarıyla ilişkilerinde çok
saygılı ve dostane olmalıdır. Hadis okuma salonlarında gerekli âdâbı gözetmeli, edep dairesinde ve gerektiği
kadar soru sormalı, ders dinlerken sessiz olmalı, hadis kitabına ve yazı malzemesine saygılı davranmalı, okunaklı ve doğru yazmalı, geçmiş âlimlere karşı saygıda kusur etmemeli, onlar için hayır dua ifade eden dua cümlelerini ihmal etmemeli, geçmiş âlimlerin haklarını teslim edip, onları hayır dua ile yâd etmelidir. Öte yandan hadis mütalâa eden kişi, hadislerle meşgulken (ister serd/okuyup geçme, ister hall ve’l-bahs/gerekli noktaları açıklama, isterse im‘ân/uzun uzun açıklama usûlüyle okusun) işaret edilen bu manevî ve şeklî ölçüler yanında hadisi okurken tavsiye edilen hususları da gözetmelidir. Allah Teâlâ en güzel isimleriyle anıldığı gibi, “Peygamber’i kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın/ لَا تَجْعَلُواﺍ دﺩُعَاءَ اﺍلرَّسُولﻝِ بَﯿﻴْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا , Nûr 24/63” âyetine uygun olarak Allah Resûlü de saygılı ifadelerle anılmalı, sahâbe-i kirâmdan birinin adı geçince ‘radiyallâhü anh/Allah ondan râzı olsun’ denilmeli, ilim ehlinden birinin adı geçince ‘rahimehullâh/Allah kendisine rahmet etsin’ şeklinde dua edilmelidir.

Hadislerin tercümesi sırasında tahdîs ( حَدَّثَنَا ) ve ihbâr (أﺃَخْبَرَنَا ) lâfızlarından sonra parantez içinde yazdığımız bu
kelimelerin hadisi okurken de Arapça olarak söylenmesi
gerekir. Bu bağlamda, derse başlarken “ ،٬ ِ رﺭَبﺏِّ اﺍلعَالَمﯿﻴن . اﺍلحمْدُعﯿﻴن. قَالﻝَ ◌ْ وﻭَاﺍلصَّلَاةﺓُ وﻭَاﺍلسَّلَامﻡُ عَلَى رﺭَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وﻭَعَلَى آﺁلِﮫﻪِ وﻭَصَحْبﮫﻪِ أﺃَجمَمِﮫﻪِ اﺍلْمُصَنِّفُ رﺭَحِمَﮫﻪُ للهُ تَعَالَى وﻭَنَفَعَنَا بِعِ ل : … /Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Peygamberimiz Muhammed’in ve âilesinin ve ashâbının hepsinin üzerine olsun. Allah kendisine rahmet etsin ve bize de onun ilminden istifade etmeyi lutfeylesin. Eserin yazarı dedi ki: …” diyerek başlamalı, ardından her bir tahdîs ve ihbâr lâfzından sonra ‘ قَالﻝَ /dedi ki’ ifadesini kullanmalıdır. Ancak bu hazfedilmiş kelime ‘ عَنْ /…den’ lâfızlarından
sonra kullanılmaz. Ayrıca, senedi okuma sırasında ihtisâr edilmiş bulunan tahdîs, ihbâr, inbâ’, tahvîl lâfızları açık
biçimde okunmalıdır. Allah’ın Kulunu Sevmesinin Neticeleri: Kur’ân Sünnet bütünlüğüne işaret etmek üzere, burada ‘hall ve’lbahs/ gerekli noktaları açıklama’ usûlüne uygun olarak, iki âyet ve âyetlerle irtibatlı bir hadisin Kütüb-i tis‘a (dokuz temel hadis kaynağı) içerisindeki muhtelif rivâyetleri örnek metin olarak incelenecektir:
1

◌ْنﻥ وﻭدﺩّ ” . اﺍلرَّحمَ ◌ْ اﺍتﺕ سَﯿﻴَجْعَلُ لﮭﻬَمُ ◌ِ إﺇِنﻥَّ اﺍلَّذِﯾﻳنَ آﺁمَنُواﺍ وﻭَعَمِلُواﺍ اﺍلصَّالحَ اﺍً “ “İman edip sâlih amel işleyenler için Rahmân (Allah, yer ve göktekiler nezdinde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 19/ قُلْ إﺇِنﻥْ كُنْتُمْ تُحِبُّونﻥَ للهََّ ” ( 96 . “فﻑ اﺍتَّبِعُونِي ﯾﻳُحْبِبْكُمُ للهَُّ وﻭَﯾﻳَغْفِرْ لَكُمْ ذﺫُنُوبَكُمْ وﻭَللهَُّ غَفُورﺭٌ رﺭَحِي مﻡ “De ki! “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.” (Âli İmrân 3/31)

2. nezdinde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 19/ قُلْ إﺇِنﻥْ كُنْتُمْ تُحِبُّونﻥَ للهََّ فﻑ اﺍتَّبِعُونِي ﯾﻳُحْبِبْكُمُ للهَُّ وﻭَﯾﻳَغْفِرْ ” ( 96
غَفُورﺭٌ رﺭَحِي مﻡ لَكُمْ ذﺫُنُوبَكُمْ وﻭَللهَّ “ “De ki! “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.” (Âli İmrân 3/31).

1. “(Müellif dedi ki:) Bize Kuteybe tahdîs yoluyla bildirdi, (O da dedi ki:) bize Abdülazîz b. Muhammed, Süheyl b. Ebû Sâlih, babası, Ebû Hureyre vasıtasıyla tahdîs etti ki Allah Resûlü – sallallâhü aleyi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allah bir kulu sevdiği vakit, Cebrâil’e: ‘Ben filân kimseyi sevdim, sen de onu sev’ diye emreder. Râvi dedi ki: (Cebrâil) gökte nidâ eder. Sonra da o kişi için yeryüzü ahâlisi arasında bir sevgi iner. İşte bu Allah’ın: ‘İman edip sâlih amel işleyenler için Rahmân (Allah, yer ve göktekiler nezdinde) bir sevgi yaratacaktır’ âyetinin anlamıdır. Allah bir kula buğzettiği vakit, Cebrâil’e: ‘Ben filân kimseye buğzettim’ der. (Cebrâil) gökte nidâ eder. Sonra da o kişi için yeryüzüne bir nefret iner.” Ebû Îsâ (et-Tirmizî) dedi ki: “Bu hasen sahîh bir hadistir. Hadisi (ayrıca) Abdurrahmân b. Abdullah b. Dînâr, babasından o da, Ebû Sâlih’ten, o da, Ebû Hureyre vasıtasıyla Peygamber’den -sallallâhü aleyhi ve sellembenzer şekilde rivâyet etmiştir.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 20, hadis no: 3457)

2. “(Müellif dedi ki: Bize Muhammed b. Selâm tahdîs yoluyla bildirdi. (O da dedi ki:) Bize Mahled ihbâr yoluyla bildirdi. (O da dedi ki:) Bize İbn Cüreyc ihbâr yoluyla bildirip dedi ki: Bana Mûsâ b. Ukbe Nâfi‘den nakletti. (Nâfi‘ dedi ki:) Ebû Hureyre -radiyallâhü anh- Peygamber’den – sallâhü aleyhi ve sellem- naklen dedi ki: … Ve yine (Muhammed b. Selâm’a) uyarak Ebû Âsım İbn Cüreyc’ten naklen dedi ki: Bana Mûsâ b. ‘Ukbe, Nâfi‘, Ebû Hureyre’nin Peygamber’den -sallallâhü aleyhi ve sellemnaklettiğine göre şöyle demiştir: Allah, kulu sevdiği vakit, Cebrâil’e: ‘Allah filâncayı seviyor, sen de onu sev’ der. Hadiste Geçen Kelime ve Tâbirler: Aynı muhtevaya sahip
hadisin yukarıda işaret edilen farklı rivâyet formları incelendiğinde, âyetle hadisin irtibatını sâdece Tirmizî rivâyetinin kurduğu görülür. Hadisin uzun metinlerinde, buğzetmekle ilgili kısım da yer almakla birlikte bazı
tariklerde sadece sevgiyle ilgili kısım verilmekle, bazılarında buğzetmeye atıfta bulunulmakla yetinilmektedir. Rivâyetlerin hepsinin içeriğinin, Allah Teâlâ’nın sevgi veya buğzetme hâlinin tecellîsinin nasıllığı ve melek veya insan üzerindeki tezâhürünün keyfiyetine dair olduğu görülür. Hadise Dair Açıklamalar: Allah’ın bir kişiyi sevdiğinin bir diğer göstergesi de o kişinin farz ve sünnet ibadetleri yapmaktaki devamlılığıdır. Bir hadîs-i kudsîde “ زَاﺍلﻝُ وﻭَمَا ﯾﻳَ
عَبْدِىﻯ ﯾﻳَتَقَرَّبﺏُ إﺇِلَىَّ بِالنَّوَاﺍفِلِ حَتَّى أﺃُحِبَّﮫﻪ /Kulum bana nâfilelerle yaklaşmaya devam eder, tâ ki Ben onu severim, Buhârî,
Rikâk 38, hadis no: 6502” buyurulmuştur. Son olarak, hadisten anlaşıldığına göre, kişi gök ehli arasında yâd-ı cemîl (güzel anılma) ile anılmadıkça, hakkında yeryüzü ahâlisi hüsn-i zanda bulunup, kendisinden güzel şekilde bahsetmez. Hadis-i şerîfte, Allah Teâlâ’nın rızâsına uygun yaşayan kişiyi bütün insanların sevmesinden söz edilmemiş, her ne kadar ifade umûmî ise de, bundan mü’minlerin sevmesi, mü’min olmayanların ise nefret etmesi kastedilmiştir. Yine Allah’ın inanmayanlara buğzetmesi, mü’minlerin sevmemesi, kendi yandaşlarının ise onları sevmesi şeklinde anlaşılmalıdır.

Hadisten Öğrendiklerimiz
• Âyetlerle hadisler arasında tam bir uyum vardır. İlim ehlinin vazifesi bu bütünlüğü tespit edip ortaya koymaktır.
• Allah Teâlâ’nın gönüllerine sevgi lutfedeceği kimseler iman ile sâlih ameli birleştirenler olacaktır.
• Mü’minler arasında sevilen bir kişi, Allah katında da sevilir. İhlâslı, samimi kişilerin nefretini kazanmış kişi Allah katında da sevilmez.

• Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi gizli kalmaz; meleklerin ve sâlih kimselerin sevmesiyle bu sevgi ortaya çıkar.
• Allah Teâlâ sevdiği kulunu meleklere ve sâlih insanlara da sevdirir. Bütün sevgilerin kaynağı Allah’tır.
• İnsanlar İslâm toplumundaki değerlendirmelere bakarak (efkâr-ı umûmiyye)
• Yüce Allah’ın katındaki durumlarının ne olduğunu tahmin edebilirler.
• Farzlar yanında nâfile ibadetlere de devam etmek, kişiyi Allah Teâlâ katında sevilen biri hâline getirir.

Anlayalım, Öğrenelim, Uygulayalım
1. “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana karşı çıkarsa Allah’a karşı çıkmış
olur./. .” مَنْ أﺃَطﻁَاعَنيِ فَقَدْ أﺃَطﻁَاعﻉَ للهَ وﻭَمَنْ عَصَانِي فَقَدْ عَصَى لله
2. “Kim ilim öğrenme arzusuyla bir yola girerse, Allah, ona Cennete giden yolu kolaylaştırır./ .”وﻭَمَنْ سَلَكَ طﻁ رﺭِﯾﻳقًا ﯾﻳَلْتَمِسُ فِﯿﻴﮫﻪِ عِلْمًا سَﮭﻬَّلَ للهَُّ لَﮫﻪ بِﮫﻪِ طﻁَرِﯾﻳقًا إﺇِلَىنَّةِ ◌ْ اﺍلجَ
3. “Size Allah tarafından bir şey naklettiğimde onu alın. Zira ben size Allah adına kesinlikle yalan söylemem./ إﺇِذﺫَاﺍ حَدَّثْتُكُمْ عَنِ للهَِّ شَﯿﻴْئًا فَخُذُوﻭاﺍ بِﮫﻪِ فﻑ إﺇِنىِّ لَنْ أﺃَكْذِبﺏَللهَِّ عَزَّ وﻭَجَلَّ ”.عَلَى
4. “Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, onun sevabını alır ve onu uygulayanların sevabını
alır./ جْرُهﻩَ اﺍ وﻭَأﺃَجْرُ مَنْ فِى اﺍلإِسْلاَمِﻡ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَﮫﻪُ أﺃَ مَنْ سَنَّ ”. اﺍَ عَمِلَ
5. “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir./ .” مَنْرﺭَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَﯿﻴْسَ مِنِّى
6. “Ümmetimden beni en çok sevenlerden bazıları, benden sonra gelecek ve beni görme karşılığında
âilesini ve malını feda edebilecek bir sevgiye sahip olacaklardır./ .” مِنْ أﺃَشَدِّ أﺃُمﻡَّ تِى لِى حُبًّا نَاسﺱٌ ﯾﻳَكُونُونﻥَبَعْدِىﻯ ﯾﻳَوَدﺩُّ أﺃَحَدُھﮪﮬﻫُمْ لَوْ رﺭَآﺁنِى بِأَھﮪﮬﻫْلِﮫﻪِ وﻭَمَالِﮫﻪِ
7. “Ümmetimden bir gurup Hakkı hâkim kılmaya devam edecek, karşı çıkanlar onlara zarar veremeyecektir.. Allah’ın son emri gelinceye kadar onlar bu durumda devam edeceklerdir./ لا قﻕِّ لاَ ﯾﻳَضُرُّھﮪﮬﻫُمْ ◌ْ مَنْ ”.تَزَاﺍلﻝُ طﻁَائِفَةٌ مِنْ أﺃُمَّتِى ظﻅَاھﮪﮬﻫِرِﯾﻳنَ عَلَى اﺍلحَحَتَّى ﯾﻳَأْتِىَ أﺃَمْرُ للهَِّ وﻭَھﮪﮬﻫُمْ كَذَلِكَ ◌ْ خَذَلﮭﻬَمُ
8. “Allah bu kitaba uymaları sebebiyle pek çok milleti yükseltir. Bu kitaba uymadıkları için de pek çok milleti alçaltır./ إﺇِنﻥَّ للهََّ ذﺫَاﺍ اﺍلْكِتَابﺏِ أﺃَقْوَاﺍمًا وﻭَﯾﻳَضَعُ بِﮫﻪِ
.آﺁخَرِﯾﻳنَ ”ﯾﻳَرْفَعُ 9. “Kalpleriniz arasında sıcaklık devam ettiği sürece Kur’anı okuyun. Kur’an üzerinde ihtilaf ettiğinizde hemen kalkın./ اﺍقْرَءُوﻭاﺍ اﺍلْقُرْآﺁنﻥَ مَا اﺍئْتَلَفَتْ عَلَﯿﻴْﮫﻪِ.اﺍخْتَلَفْتُمْ فَقُومُواﺍ”قُلُوبُكُمْ فَإِذﺫَاﺍ
10. 10. “Ruhlar saf saf duran ordular gibidir. Ruhlar âleminde birbirleriyle iyi anlaşanlar, dünyada da birbirlerine sıcaklık duyarlar. O gün anlaşamayanlar, dünyada da birbirlerine soğuk davranırlar./ فَمَا تَعَارﺭَفﻑَ مِنْﮭﻬَا اﺍئْتَلَفَ ”اﺍلأَرﺭْوﻭَاﺍحﺡُ جُنُودﺩٌ مُجَنَّدَةﺓٌوﻭَمَا تَنَاكَرَ مِنْﮭﻬَا اﺍخْتَلَفَ