Küreselleşme (Tanım ve Çerçeve)
Bir kavram olarak küreselleşme; hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapmaktadır. Ulaşım ve iletişim kolay gerçekleştirilmekte ve dünya üzerinde herkes birbirinden haberdar olmaya başlamaktadır. Bu durum küreselleşmenin olumlu ve olumsuz yorumlanmasının önünü açmıştır.
McLuhan’ın ifadesiyle dünya ‘küresel bir köy’ haline gelmektedir. David Harvey ise küreselleşmeyi ‘zaman ve mekan sıkışması’ olarak tanımlamaktadır. Kimine göre küreselleşme daha demokratik bir hayat getirirken kimileri Amerika’nın ekonomik ve siyasal egemenliği olabileceğini düşünmektedir.
Küreselleşme (Tarihsel Süreç)
Küreselleşme çok boyutlu bir süreçtir ve içeriğinde ‘aydınlanma’, ‘modernlik’, ‘ulus-devlet’ ve ‘postmodernlik’ süreçlerini de barındırır. Dolayısıyla bu kavramları ve gidişatı adım adım bilmeden küreselleşme kavranamaz.
Bugün McDonalds, Coca Cola, Microsoft gibi ulus aşırı şirketler dünya ölçeğinde rahatlıkla dolaşıma çıkabilmektedir. Bu da bir noktada ulus-devletin sermayedeki milliyetçi karakterini giderek aşındırmaktadır.
Küreselleşme sadece ekonomi boyutuyla gelişmekle kalmaz. Kültürel değişimler de önemlidir. Küreselleşme, Batı standartlarının tüm dünyaya yayılmasını ifade etmektedir. Bu bağlamda kültürel çeşitliliklerin ortaya çıkması söz konusudur. Teknolojinin de gelişmesiyle yeni etkileşim ve yakınlaşma biçimleri oluşmaktadır. Tabi bu durumda birbirlerine bağımlı olan ülkeler oluşmakta ve birinde oluşan sorun hepsine yansımaktadır. Artık dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olayın etkileri, sadece o bölge ya da ülkelerle sınırlı kalmamaktadır. Dünyanın birçok bölgesini farklı şiddetlerde ama mutlaka etkilemektedir.
Küreselleşme Teorileri
1. Immanuel Wallerstein- Modern Dünya Sistemi
Wallerstein küreselleşmeyi modern dünya sistemi olarak tanımlamakta, onu da bir kapitalist dünya ekonomi sistemi olarak ifade etmektedir. 16. Yüzyılda öncelikle Avrupa’da vücuda gelen bu sistem, 19. Yüzyılın orta ve sonlarında bütün coğrafi bölgelere yayılmıştır.
Dünya ekonomi sisteminin olmasının sebebi ise toplumsal işbölümünün sınırlarının geniş olması ve çok sayıda kültürel alanı kapsamasıdır. Siyasal üstyapısını ise hükümran devletler ağı oluşturmaktadır. Çok büyük olan devletler merkezde iken diğerleri onlara bağlı ve bu devletlerin etrafında olan devletlerdir. Bağlılık, maddi ödüllendirme ve cezalandırma ile desteklenmektedir.
2. Zygmunt Bauman- Küresel Dünya Düzensizliği
Küreselleşmeyi ‘etki’ ve ‘etkileşim’ kavramları etrafında anlamlandıran Bauman, küreselleşme kavramından çıkan en derin anlamın, dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıyla ilgili olduğudur. Bir merkezin, bir kontrol masasının, bir yönetim kurulunun yokluğudur. Küreselleşme bu yönüyle yeni dünya düzensizliğidir.
3. Roland Robertson- Glokalleşme
Küreselleşmenin karmaşık ve düzensizliğine vurgu yapan Robertson, onun küresel ile yerel olanın bir kavramda toplandığı Glokalleşme ile anlamlı olduğunu savunur. Küresel ile yerel olanın karşılıklı olarak bir gerilim ve iletişim içerisinde olması anlamına gelen Glokalleşme, bir yandan tikellik ile farklılığa, öte yandan evrensellik ile türdeşliğe doğrudan ve dengeli bir ilgiyle yaklaşmayı ifade eder.
4. Anthony Giddens- Modernliğin Küreselleşmesi
Giddens, küreselleşmeyi yeni bir süreç olarak görmez. O, yeni bir döneme girmekten ziyade, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği bir başka döneme girildiğini söyler. .Modern dönemdeki zaman-mekân uzaklaşması, yerel ve toplumsal biçim ve olayların esnemesine sebep olmuştur. Küreselleşme asıl olarak bu esneme sürecine işaret etmektedir. Batı’nın dünyanın geri kalan kısmına bakışının gevşemesi ise Batı’da ortaya çıkmış kurumların etkisinin küresel olarak yaygınlaşmasının sonucudur. Dolayısıyla küreselleşme yeni bir süreç değil, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği bir başka dönemi ifade eder.
Küreselleşmenin Boyutları
Küreselleşme çok boyutlu ve karmaşık ilişkiler ağına sahiptir. Bu boyutlar ekonomik, politik, kültürel, iletişim ve ekolojik küreselleşme olarak sınıflandırmak mümkündür.
1. Ekonomik Küreselleşme
Küreselleşmenin tarihsel süreci bölümünde de bahsedildiği üzere giderek artan hızlı üretim ulus aşırı pazar arayışlarına sebep olmuş, bu durumda devletlerin geri planda kalıp özel şirketlerin ekonomik faaliyetlerde ön ayak olmasını sağlamıştır. ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkeler bu durumun öncüleridir.
Küreselleşme ekonomik anlamda kapitalizmin yeni gelişen formu olarak da nitelendirilebilmiştir. Bu bağlamda küreselleşme, kapitalist dünya sisteminin merkezlerinin dünya ekonomisini kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirme çabasının devamı olarak da görülmektedir.
Günümüzde ulus aşırı şirketler çok farklı ülkelerde yatırımlar yapmakta; şirketlerin farklı şubelerini bir merkezden yönetmektedirler.
2. Politik Küreselleşme
Ulus-devletlerin oluşmasıyla devletler himayeci ve dışarıya kapalı bir yapı içine girdiler. Bu devletler bir yandan kendi politik çizgilerini izlerken diğer taraftan birlikler oluşturabiliyorlardı. Birlik oluşturma ile birlik için belirlenmiş ilkeler de temel standartlar haline gelmektedir. Örneğin Avrupa Birliği ülkeleri bu birliğin ilkelerine uyum sağlamaya çalışırlar. Ulus-devlet homojenliği vurgularken küreselleşme sınırları genişletmeyi ve farklılıkları kapsamayı ifade eder. Küresel aktörler de genişleyen sınırlara kadar bazı değerleri yaymaya çalışmaktadır. Bunu destekleyen argümanlar oluşturulmaktadır. Örneğin Francis Fukuyama’nın ‘Tarihim Sonu’ tezi, Batılı demokratik ve liberal değerlerin insanlığın ulaşabileceği yegane değerler silsilesi olduğunu ve Batılı değer ve normların ‘küresel’ olduğunu iddia eder.
Tüm bu ifadelerden devletlerin iç ve dış politikalarının artık birbirinden farklı düşünülemeyeceği sonucu çıkmaktadır. Ulus-devlet bir yapı olarak varlığını sürdürmekle birlikte, işlevlerinde eskisine göre ciddi bir kayıp meydana gelmiştir. Herhangi bir yerde meydana gelen politik bir olayın ya da siyasi tavır alışların, dünya ölçeğinde diğer ülke ve devletlerin politikalarında bir etki bırakması, hiçbir devletin dünyada kendi içine kapanmasına izin vermemektedir. Artık hiçbir sorunun iki ülke arasında özelleşmesi gibi bir durum da söz konusu olmamaktadır.
3. Kültürel Küreselleşme
Kültürel anlamda küreselleşmenin iki boyutu vardır:
Bir yandan Batı değerleri dünyanın her tarafına taşınmaktadır. Diğer yandan farklı kültürlerin birbirleriyle dolaşıma girmesiyle, kültürel anlamda bir çoğulculuk meydana gelmiştir. Bugün tartışılan ‘çokkültürlülük’ kavramı, hâkim kültür yanında her kültürün kendisini ifade etmesini içermektedir.
4. İletişimde Küreselleşme
İletişim araçları son yıllarda çok daha hızlı bir değişim içine girmiştir. Türkiye’de ilk defa 1968 yılında kurulan televizyon ile günümüz internet kullanımı arasında yıl farkı çok olmamasına rağmen değişimin hızı baş döndürücüdür. Günümüzde gelinen noktada iletişim çok hızlı ve ucuza aktif şekilde gerçekleştirilebilmektedir. Aslında iletişim, tüm araçlarıyla küreselleşmenin gerçekleşmesinin bir ortamı, aracı olarak işlev görmektedir.
5. Küreselleşmede Ekolojik Boyut
Sanayileşme ile dünyanın birçok yerinde fabrikalar inşa edilmeye başlamıştır. Fabrikaların zararlı atıkları, dumanları çevreyi kirletmiş, hava kirliliği önemli problemlerden biri olmuştur. Petrol arayışları sırasında kontrol edilemeyen sonuçlar ile denizler kirlenmiştir. Bitki ve hayvanlar üzerinde genetik oynamalar yapılmakta, GDO’lu ürünler artmaktadır. Kimyasal silahlar icat edilmiş, bu da insanlığın büyük çoğunluğunu tehdit altında bırakmıştır. En önemli sorunlardan biri de küresel ısınmadır. Dünyanın giderek ısınması, buzulların erimesi okyanustaki su seviyelerinin yükselerek bazı kıtaların sular altında kalmasına sebep olacağı düşünülmektedir.
Din ve Küreselleşme
Din ile küreselleşme ilişkisi iki boyutta ele alınabilir:
Küreselleşmenin Din Üzerindeki Etkileri
Tarihin farklı dönemlerinde, sosyal yapılar ve şartlarla da bağlantılı olarak dinin konumu, algılanışı vb. konularda değişimler olmuştur.
Ortaçağ Avrupa’sında hâkim olan ruhban sınıfın otoritesi değişime uğramış, din oldukça büyük bir konum kaybetmiş ve insan hayatının birçok alanından el çekerek sınırlandırılmıştır. Dinin sivilleşmesiyle bağlantılı olarak ortaya çıkan bir diğer husus da yeni din hareketleridir. Bu dini hareketler dünya ölçeğinde daha rahat tanınmakta, çeşitlenmekte ve daha eklektik hale gelebilmektedir.
İnsanların dolaşımının daha mümkün ve kolay olduğu dönemlere gelindiğinde ulus-devlet içindeki homojen yapıların yanı sıra çeşitlilikler de artmıştır. Çokkültürlülüğün tartışılması gibi çok dinli yapılar da aynı şekilde tartışmalara açılmıştır.
Dinle ilişkili olarak farklı hareketler ortaya çıkmıştır. Evanjelik hareketi, Yahudi, Hıristiyan ve İslam fundamentalizmleri gibi sivil dini hareketler dünya ölçeğine yayılmıştır.
Küreselleşen Dünyada Din
Gelişen dünyada, hayatın birçok alanında din çeşitli şekillerde kendini göstermektedir. Dinlerin küreselleşmeci bir özelliğe sahip olması, öncelikle onun evrensel olma iddiası ile ilgilidir. Örneğin Hıristiyanlık, İslam gibi iki büyük ve evrensel din, küresel olma potansiyeline sahipken Yahudilik gibi bir ırka özgü hale gelmiş dinler küreselleşmeci ögeler taşımamaktadır.
Din özel alana indirgenmiş olmasına rağmen, kamusal veya toplumsal sorunlarla ilgili olarak birçok çözüm sunmakta ve bu sebeple bahsedilen konu ve mekânlarla ilişkin olmaktadır.
Dinin ulus-devlet sınırlarını aşabiliyor olması sayesinde din, küresel bir sivil toplum ve dünya vatandaşlığının oluşturulması ile demokratik uygulamaları tanımlamaktadır.
İletişim ve ulaşımın yaygın ve kolay olması sebebiyle insanlar farklı dinleri tanıyabiliyor olmuşlardır. Böylece bireyler farklı deneyimleri gözlemleyebilme ve farklı dinleri yakından tanıyabilme imkânlarına sahip olmaktadır.
Dinlerin bir şekilde kamuya dair siyaset, eğitim, kadın ve eşitlik gibi konularla ilgili hale gelmesi, onların küresel ölçekte de dünya politikaları arasında görünür kılmaktadır. Daha birçok soruna çözüm katkıları öneren dinlerin bu katkılarını Falk, sekiz maddede özetlemektedir:
1. Mahrumiyet duyarlılığı: toplumun en alt katmanına duyarlılık gösterilmesi
2. Medeniyet Yankısı: En ümitsiz zamanlarda dahi dini bir ümit haline getirebilmek
3. Dayanışma Ruhu: Dinin birleştirici özelliğinin vurgulanması
4. Normatif Ufuklar: Ümitvar bir görüş ile ilkesel ufuklara dair bir inanca işaret etmesi
5. İnanç ve İtikat: İnancın insan zihin ve perspektifini belirleyen yapısını içermesi
6. Sınırlar: Dinin kendisine ait sınırları varsa da beşeri hata yapabilirliği de dikkate alması
7. Kimlik: geçici ve sınırlı bir kimlik yerine varoluşçu bir tarzda kimlik kurması
8. Uzlaşma: Aşırı davranışlardan ziyade denge ve uzlaşmaya davet etmesi